23 Temmuz 2023 Pazar

Kamu işçisi günden güne yoksullaşıyor!

 AKP hükümetinin uyguladığı yağmaya dayalı ekonomik programlar bütün emekçilerin milli gelirden aldığı payın düşmesine sebep olmuştur. DİSK’in raporuna göre son iki yılda emeğin milli gelirden aldığı pay yüzde 39’dan 31’e gerilemiştir. Bu oran son aylarda hızla aşağı gitmektedir.

Ülkemizde işçi sendikalarının durumu da ortadır. 20 işkolunda 218 sendikanın sadece 60 kadarı sözleşme yapabilmektedir. Toplam işçi sayısının da sadece yüzde 10 kadarı toplusözleşmelerden yararlanmaktadır.

Toplusözleşmelerden yararlanan büyük bir kesim kamuda çalışan işçilerden oluşmaktadır. Kamuda çalışan işçilerin büyük kısmı ise belediyelerde istihdam edilmektedir. DİSK/ Genel-İş Sendikası’nın 2021 “Genel İşler İşkolunda İstihdam Raporu”na göre belediyelerde çalışan toplam işçi sayısı 876 bindir. Özel sektörde sendikalaşmanın zorluğu ise her gün gazetelerden okuduğumuz “Sendikaya üye oldu” diye işten atılan işçilerin eylem haberlerinden bile anlaşılmaktadır.

MAAŞLAR HIZLA ERİDİ

Kamu işçilerinin toplusözleşme yapmaları onların durumunun iyi olduğu anlamına gelmemektedir. Tabii bu durum geçmiş yıllarda böyle değildi. Önceki yıllarda belediyede çalışan ihaleli personel (kamuoyu bunu taşeron işçi olarak bilmektedir) asgari ücretin katları üzerinden maaş almaktaydı. Örneğin üniversite mezunu bir işçi asgari ücretin iki katı bir ücret ve üstüne yol, yemek paralarını alıyordu. AKP’nin kamuda taşeronu kaldırdık yalanı ile bu da ortadan kaldırıldı ve işçilerin maaşlarının hızla erimesine neden oldu.

Son iki yılda kamu işçisinin yoksullaşmasını hızlandıran ana etken ise halk arasındaki tabiri ile enflasyon canavarı oldu. Sahte enflasyon rakamları emekçilerin maaşlarının daha az artmasına neden olmaktadır. Resmi enflasyon verileri, çarşı pazardaki enflasyonun yarısını bile yansıtmamaktadır. Bu nedenle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçen aylarda TÜİK önünde yaptığı açıklama çok önemliydi. 

ENFLASYON FARKI UYGULAMASI

Hem asgari ücret çarpanlarının kaldırılması hem de enflasyonun altında alınan zamlarla kamu işçisi birlikte çalıştığı memurların yarısı kadar ücret almaya başlamıştır. Sendikalar ise siyasi partilerden bağımsız davranamadığından bu duruma ciddi tepki verememektedir.

2023 yılında seçimi kazanacağı tahmin edilen Millet İttifakı ve CHP, aileleriyle birlikte milyonları bulan kamu çalışanının yoksullaşmasına karşı kendi elinde bulundurduğu belediyelerde hiç değilse enflasyon farkı ve refah payı uygulamasını hayata geçirebilir. Bu da topluma açık olarak AKP’nin emekçileri yoksullaştıran piyasacı politikalarına karşı gerçekten alternatif olduğunun göstergesi olabilir.

MAHMUT ASLAN

Cumhuriyet Gazetesi 30 Temmuz 2022

CHP’de DEMOKRATİK DEĞİŞİM

14 ve 28 Mayıs’ta, - kimilerine göre Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimleriydi - CHP başarısız oldu. Parlamentoda milletvekili sayısı düştü, siyasal İslamcı gelenekten gelen partilere, oy getirmemelerine rağmen, 38 milletvekili verdi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanamadı. Bu tablodan, hiçbir bilimsel izahı yokken başarı çıkarmaya çalışmak, çağdaşlaşmadan yana milyonlarca insanın aklı ile dalga geçmektir.

CHP’nin seçimleri kazamamasının ana nedeni yapısal sorunlarıdır:
- Tarihsel kimlikten uzaklaşma: Türkiye’de özgül olarak CHP’nin kurduğu Atatürkçülük, sosyal demokrat düşünce ve sol değerlere dayalı merkez sol siyaseti, bizzat CHP dolduramamaktadır. Boşluk, liberaller, ikinci cumhuriyetçiler, merkez sağcılar, laiklik ve Atatürk ile sorunu olanlarla ikame edilmeye çalışılmaktadır.
- İçe dönük örgüt yapısı: CHP örgütleri içe dönük, eskimiş, inançsız ve hantaldır. CHP örgütleri bu yapısı ile hızlı organize olamamakta sandıklara bile sahip çıkamamaktadır. Bu yapıdan doğan parti yönetimi seçmenle kavgalıdır. Sosyal medyadan da görüleceğe üzere halkımızın parti yönetimine güveni kalmamıştır.
- Parti içi demokrasi: CHP'de parti içi demokrasi işletilmemektedir. Atamalar ve tek aday listeleri ile yönetimler belirlenmektedir. Dün diğer liderleri “Dikensiz gül bahçesi istiyor” diyerek suçlayanlar bugün güllerde dal-kol bırakmamıştır. Bu durumda Partide baba-oğul, karı-koca, hısım-akraba kadrolaşmalarına neden olmaktadır. Çok sayıda örneği olan bu yerel ağların çarpıcı bir örneği “İlgezdi” ailesinin siyasal etkinliğidir. Bu etkinliğin sadece aile bireylerinin siyasal yeteneklerine dayandığı açıklaması “demokratik sol” anlayışla pek bağdaşmasa gerektir.
- Sınıf ve kitle siyasetinden yoksunluk: Ezilen halk kitlelerine ulaşılmaya özgülenmiş çalışmalar yapılmamaktadır. Dün solun kalesi olan varoşlar, emekçi kentleri terk edilmiştir. Emekçilerle diyalog kurulamamaktadır. CHP belediyelerindeki emekçiler asgari ücrete mahkûm edilmekte, belediye uygulamaları, bölüşüm ilişkileri yönünden AKP'den farklılaşamamaktadır.
Bunlar, yapılması gerekenleri de gösteriyor:
- CHP’de demokratik bir değişim: Kemal Kılıçdaroğlu’na düşen, demokratik bir kurultayı organize ederek, görevi yeni adaylara bırakmak olmalıdır. Kurultay demokratik bir ortamda gerçekleşmeli, delege ve oy oyunlarına izin verilmemelidir. Bu yapılamazsa 10 ay sonraki seçimlerde eldeki belediyeler de kaybedilir.
Günün ana görevi ve sorumluluğu; gerçek demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla savunmak, kurumlaştırmak ve demokrasiye sosyal bir içerik kazandırmak olmalıdır. “Tek adam” zihniyetinin tezahürü olan Genel Başkana çok fazla yetki veren tüzük maddeleri değiştirilmeli, her kadro için seçim sandıkları kurulmalıdır. Bu çerçeveye uygun üye kampanyası yapılarak milyonlarca eğitimli, genç ve kadın partiye kazandırılmalıdır.
- Tarihsel kimliğe dönüş: CHP Tüzüğünde yazan Atatürkçülüğün ve sosyal demokrat düşüncelerin sentezi olan “demokratik sol” anlayış egemen kılınmalı, parti için eğitim, parti kadrolarının “demokratik sol” anlayışla donanmış “dava insanları” olmasına hasredilmelidir.
Böylelikle merkez sol siyaset yeniden yapılanabilir ve CHP bu alanda yarattığı boşluğu doldurarak yeni heyecanların, yeni umutların partisi olabilir.

Mahmut Aslan/ Siyaset Bilimci-CHP Çankaya Üyesi
Cumhuriyet Gazetesi- 10 Haziran 2023

Katliam Yapanların Avukatları Ödüllendirildi-2 Temmuz 2023 Cumhuriyet Gazetesi

 Soru: Madımak katliamını kısaca değerlendirir misiniz?

Cevap: Katliamın üstünden tam 30 yıl geçti. Madımak yanmaya devam ediyor. Kanayan, yalnızca Alevilerin değil ülkemizde emekten, demokrasiden, laiklikten yana olan tüm insanların yarasıdır. Sivas’ta katledilen canlar Türkiye aydınlanmasının yaşayan yüzlerini oluşturuyordu.
Sivas Katliamı bu boyutu ile insanlık tarihinin yaşadığı en vahşi katliamlardan biridir. İnsanlığa karşı suçtur. Bu suçu işleyerek Sivas katliamını yaşatan anlayış günümüzde ortadan kalkmadığı gibi daha da yoğunlaşarak, siyasal iktidar tekelini de eline alarak ülkeyi daha bir karanlığa sürükledi.
O gün şeriat nidaları atanların, katliamcıların avukatları ödüllendirilerek milletvekili, bakan yapıldı. Katliamı telin eden mitinglerde atılan “AKP’yi kuranlar, Sivas’ı yakanlar” sloganının sebebi de budur.
30. yılda acılarımız dinmediği gibi daha da derinleşmiştir.
Sivas Katliamını 90’lı yılların karanlığından ayırarak ele almak eksik kalacaktır. Bu katliam Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Turan Dursun ve Uğur Mumcu cinayetlerinin devamı niteliğindedir.
Sivas Katliamı bir kısım insanın “tahrik olması” ile ortaya çıkmadı. Aksine, aylar öncesinden organize edilen planlı, programlı bir katliamdır. 2 Temmuz tüm dünyanın gözü önünde, insanların TV’lerinden canlı yayınlarında izledikleri 8 saat süren bir katliamdır. Devletin tüm güvenlik güçleri olaya adeta seyirci kaldı. Zamanın Cumhurbaşkanı S. Demirel’in “GÜVENLİK GÜÇLERİ İLE HALKI KARŞI KARŞIYA GETİRMEYİN!” sözleri devletin seyirci kalmasını resmi olarak teyit eden niteliktedir. Aynı şekilde dönemin Başbakanı T. Çiller'in ““OTELİ SARAN VATANDAŞLARIMIZA BİR ŞEY OLMAMIŞTIR!” sözleri bir gaflet ifadesidir.
Soru: Katliam Sonrası yargı sürecinde yaşanan skandalları değerlendirir misiniz?
Sivas Katliamının insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak değerlendirilip, davanın bu kapsamda açılması ve yürütülmesi gerekirdi. Oysa katliam soruşturma ve kovuşturması sıradan bir olay gibi yangın çıkarmak sebebi ile adam öldürmek ve toplantı, gösteri yürüyüşleri kanuna muhalefet etmek suçlamaları ile yürütüldü. Bundan daha derin bir skandal olamaz. Sivas katliamı insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur, dogmatik düşüncenin sıradan bir insanın nasıl canavara dönüştürdüğünün görülmesi açısından da ibret verici bir örnektir.
Dönemin Barolar Birliği Başkanı Önder Sav ve davanın emektar avukatlarından Şenal Sarıhan, Mehdi Bektaş gibi hukukçuların özverili ve ısrarlı çalışmalarıyla dava rayına oturmuş ve sanıklar “Anayasa Düzenini ihlal” suçundan yargılanmışlardır.
Sivas Katliamı davasının hukuka, adalete ve vicdana uygun şekilde sonuçlandığını söylemek mümkün değildir. Katillerden bir kısmı yargılanmış olmakla birlikte esas olarak planlayanlar, azmettiriciler ve siyasi sorumluları halen yargı önüne çıkarılmamıştır. Geldiğimiz noktada Adalet Bakanlığının mahkemeye zamanaşımının dolacağı tarih olarak 2 Temmuz 2023'ü göstermiş olması başka bir hukuk skandalıdır. Bu kesinlikle kabul edilir bir durum değildir. Çünkü insanlığa karşı suçlarda zaman aşımı söz konusu olamaz.
Soru: Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Vakfı’nı anlatır mısınız? Nasıl kuruldu? Faaliyetleri nelerdir?
Vakfımız Pir Sultan Abdal’ın inancı, direnci ve binincini esas alarak Sivas’ta katledilen canlarımızın varlık ve düşüncelerinin anılması, yaşatılması, laiklik ve demokrasi mücadelesinin sürekli kılınması, insanlar arasında dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı yapmaksızın bir kardeşlik dünyasının yaratılmasına katkı sunmak amacıyla kurulmuştur.
Amacımız doğrultusunda faaliyetlerimiz geniş bir alanda sürmektedir. Laiklik karşıtı düzenlemelere karşı hukuki süreç takipleri başta olmak üzere her türlü toplantı, konferans, panel ve yayın türünde faaliyetler yapmaktayız. Kurucu dernek ve vakıf başkanımız Murtaza Demir’in 1978’de başlatmış olduğu Pir Sultan Abdal’ın yurdu Sivas/ Yıldızeli/ Banaz Köyünde “Pir Sultan Abdal’ı anma etkinliklerini” sanatçı, yazar ve halkın geniş katılımı ile düzenli olarak gerçekleştirmekteyiz. Bunun dışında ihtiyaç sahibi üniversite öğrencilerine uzun yıllar burs-eğitim desteği sağlamaktayız.
Soru: Cinayetlerin aydınlatılmasında siyasilerin üstüne düşen görevi yaptıklarını düşünüyor musunuz?
Bazı katiller için verilen zaman aşımı kararına ““vatana millete hayırlı olsun” diyen bir zihniyetten siyasi cinayetleri aydınlatmasını beklemek saflıktır. Toplum vicdanında derin yaralar açmış cinayetlerin katilleri iktidarların “namus” sözüne rağmen bulunup yargı önüne çıkarılamamıştır. Uğur Mumcu cinayeti sonrası dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar faili meçhul cinayetlerle ilgili olarak Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’ya “Bir tuğla çekersem duvar yıkılır” demişti. Aydın cinayetleri ve Madımak Katliamı sonrasında o tuğlayı çekmeye kimse cesaret edememiş ve duvar günümüzde de dimdik ayakta durmaya devam etmektedir.
Soru: O tarihte Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamollaoğlu’yla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu günümüzde bile yaşananların bir katliam olduğunu kabullenmemektedir. Kendisini katliamın siyasi sorumlularından biri olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Dönemin belediye başkanı olmakla birlikte olayın önlenmesi noktasında güvenlik güçleri gibi büyük bir zafiyet ve ihmal içinde bulunmuş, itfaiye araçlarını, zabıta güçlerini devreye zamanında sokmamıştır. Ozanlar anıtının bulunduğu yerden sökülüp otel önüne getirilmesi, katliamcılara yönelik “gazanız mübarek olsun” sözleri de Madımak yangınını alevlendirici etki yapmıştır.
Soru: Linç kültürü 30 yılda değişim gösterdi mi?
Bize göre linç kültürünü ortaya çıkaran ve giderek kalıcı hale getiren bağnazlık ve laiklik ilkesini körelten düzenleme ve uygulamalardır. Devletin kardeşlik ortamı tesisinin temel harcı laikliktir. Ne var ki son 30 yılda başta eğitim alanı olanı olmak üzere, bütün kamusal alanlarda laiklik bilinçli olarak aşındırılmakta “aydınlanma karşıtlarına, tarikatlara” devlet eli ile büyük yatırımlar yapılmakta ve devlet kadrolarında önemli yerler verilmektedir.
Linç kültürü Başkent’in bir ilçesinde tıpkı Madımak’ta olduğu gibi yakın nidaları ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na bile yönelebilmektedir.
Ne acıdır ki bugün laikliği savunmak önemsiz olarak görülmekte, Atatürk’ün kurduğu parti bile laikliği gerçek anlamda savunmaktan geri durmaktadır.
Son Söz:
Sizin aracılığınızla Madımak’ta katledilen 33 canımızı saygı ve sevgiyle anıyoruz. Bu topraklar insanlık değerlerinin ortaya çıktığı, uygarlığın filizlendiği, medeniyetlerin birbirini izlediği farklı dinlerin, ırkların, dillerin kaynaştığı bereketli topraklardır. Bu topraklar da zalim iktidar sahipleri değil, hümanizmin, kardeşliğin ve aydınlanmanın öncülüğü yapan Hacı Bektaş’ın “Benim Kâbem insandır” şiarı ile Yunus Emre’nin insan ve doğa sevgisi yaşamaya devam etmektedir.
Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Vakfı olarak Alevi yolunun bize öğrettiği “haksızlıklar karşısında susma hakkımız yoktur” ilkesi doğrultusunda karanlık iktidarların elbet son bulacağına ve aydınlık günlerin geleceğine inancımızla çalışmalarımıza ilk günkü kararlılıkla devam etmekteyiz.

Asgari ücrette eşitlendik

Geçen bir yılda kamu işçilerinin yoksullaşmasını engellemek üzere ne iktidardan ne de üstüne ölü toprağı serpilen sendikalardan doğru düzgün bir “ses” çıkmadı. Sesleri meydanlarda yankılanması gereken emekçiler ise “biat toplumunun” bir sonucu olarak günden güne sessizleşti.

Sadece kamu işçisi değil genel olarak tüm emekçilerin gelirlerinde ciddi bir azalma oldu. TÜİK’in açıkladığı büyüme verilere göre emekçilerin milli gelirden aldığı pay yüzde 30.1’den yüzde 26.5’e düştü. Sermayenin milli gelirden aldığı pay ise yüzde 52.5’ten yüzde 54.5’e yükseldi. Emekçi yoksullaştı, sermaye emeğin hakkından alarak zenginleşti.

Yayımlanan son çalışma istatistiklerine göre 16.163.549 işçinin sadece 2.330.988’si sendika üyesidir. Kamu sektöründe çalışan işçilerin yüzde 79.76’sı, özel sektörde çalışan işçilerin ise yüzde 7.13’ü sendika üyesidir. Özel sektörde sendikalı işçi sayısı yok denecek kadar azdır. Kamuda ise Eylül 2011’de 410 bin olan yerel yönetimler dahil kamu işçisi sayısı Eylül 2021’de 1 milyon 253 bine yükselmiştir. Kamu istihdamında yaşanan 843 bin kişilik artışın temel sebebi taşeron işçilere kadro düzenlemesidir. Bu artış, toplu iş sözleşmesinden yararlanmada üyelik koşulu nedeniyle, sendikalaşmaya doğrudan yansımıştır.

DİSK/Genel-İş Sendikası’nın 11 Temmuz günü örgütlü olduğu bütün işyerlerinde yapacağı iş bırakma eylemi için yaptığı açıklamaya göre: “Geçmiş yıllarda yasal asgari ücretin birkaç katı ücret alan belediyelerin kadrolu işçileri bile bugün yasal asgari ücret civarına yaklaşmış durumdadır. Belediye şirketlerinde çalışan işçiler için ise durum çok daha vahim bir hale dönmüştür. Belediye şirketlerinin büyük bir bölümünde ücretler yasal asgari ücret düzeyindedir. Toplusözleşmeler ile kazanılan sosyal haklar dışında bırakıldığında belediyelerdeki tüm işçilerin ücretleri asgari ücret düzeyine sıkışmaktadır.” Yani emekçiler asgari ücrette mahkûm edilmektedir.

Kamu emekçilerinde yani memurlarda ise 2.746.681 kamu emekçisinin 1.994.845’i sendika üyesidir. Görüldüğü gibi memurlarda sendikalaşma durumu işçilere göre daha iyidir. Memur sendikalarında bu derece yüksek sendikalaşmaya rağmen kamu emekçilerinin maaşları -geçtiğimiz günlerde yapılan zamma rağmen- yoksulluk sınırının çok altındadır.

Kamuda sendika örgütlenmesi bağımsız değildir, örgütleme işçi, memur fark etmeksizin partilere yakınlığa göre yapılmaktadır. Bu durumda da iktidar partisini ya da yakın olunan siyasi partiyi (CHP) ürkütmemek için emekçilerin yoksullaşmasına karşı, birkaç cılız ses dışında bir tepki verilememektedir.

Bu duruma dur demenin zamanı gelip geçmektedir. Emekçilerin milli gelirden aldığı payın yükseltilmesi için yapılması gereken örgütlü bir karşı çıkıştır.

İşçi, memur demeden bir emek cephesi kurulmalıdır. Bu cephe yoksullaşmaya karşı cılız basın açıklamaları yerine Türkiye tarihinin gördüğü en büyük mitingi örgütlemeli, yapılacak bütün grevlere güçlü bir katılım göstermelidir.

Mahmut Aslan/DİSK-Genel-İş Üyesi

Cumhuriyet Gazetesi- 11.07.2023

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ