Atatürk’ün
Samsun’a nasıl gittiği hep bir spekülasyon konusu olarak yıllardır yazılıp
çizilmektedir. Geçtiğimiz aylarda Osmanlı Hanedanı! sevicisi Murat Bardakçı’nın
daha önce çekilen program kayıtın yeniden dolaşıma sokulmuştur.
Bardakçı’nın
“Bir Devlet Operasyonu 19 Mayıs” isimli kitabı da bulunmaktadır.
Bardakçı
programda ve yazdığı köşe yazısında şunları söylemektedir: “Mustafa Kemal Paşa’ya verilen
görev devletin her kademesinin, Sultan Vahideddin’in,
zamanın sadrazamı Damad Ferid Paşa’nın,
Genelkurmay’ın, Denizcilik Bakanlığı’nın, daha birçok resmî kuruluşun ve en
başta da Mustafa Kemal’in yer aldığı ciddî bir “devlet operasyonu”dur.
Ortada padişah tarafından verilmiş “Git, işgale son ver” diye
bir talimat yahut kendi başına alınmış bir karar değil, ayrıntıları titizlikle
yapılmış ciddî bir hazırlık vardır!”
Üstteki
metin çekingen bir Vahdettin övücülüğüdür.
Bardakçı, Kurtuluş savaşını Vahdettin başlattı diyemediğinden böyle
dolambaçlı yollara girmektedir.
Bu
sözlerin söylediği program çeşitli platformlara yeniden yüklenmiş ve altına da
çok sayıda yorum yapılmıştır. Bu yorumlarda ülkenin kurucu kadrolarının yalancı
olduğuna dair yazılıp çizilmektedir. Bu
yorumlardan da anlaşılacağı üzerine Atatürk’ün yalancı olduğu ve padişahın
ülkeyi kurtarmak için kendini feda ettiği şeklindeki tarih çarpıtması çeşitli
dimağlara yerleşmiştir.
İşin
aslı çokça yazılıp çizilmiştir ama kara propaganda da boş durmamaktadır. Geçmişte
bu yalanı yayan Necip Fazıl ve Fesli Kadir gibi tiplerken, bugün Murat Bardakçı’dır. Ama yapılmak istenen
hep aynıdır. Osmanlı övgüsü Cumhuriyet düşmanlığı!
Yalanlar kısaca bakarsak hepsinin şu
iddialara dayandığı görülmektedir:
-
“Vahdettin’in, Mustafa
Kemal’i, Kurtuluş Savaşı’nı başlatması için Müfettişlik yetkisini geniş
yetkilerle vererek Anadolu’ya göndermiştir.
-
“Vahdettin
İngilizleri ürkütmemek için bir tiyatrocu gibi rol yapmış ve operasyonu
gizlemiştir.”
-
“Vahdettin,
Mustafa Kemal Paşa’ya teşkilat yapması için 40.000 altın vermiştir. Bu paranın
önemli kısmı, eskiden beri beslediği değerli yarış atlarını satmak suretiyle
elde edilmiştir.”
Peki,
nasıl oluyor da Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktıktan 20 gün sonra 8
Haziran 1919’da Saray hükümeti
tarafından İstanbul’a geri çağırılıyor. Ayrıca 9 Temmuz 1919’da
Vahdettin Mustafa Kemal Paşa’yı 9. Ordu Müfettişliği görevinden alıyor. Görevden
alma sonrası Mustafa Kemal askerlikten istifa etmiş ve yoluna devam etmiştir.
Geri çağırma ve görevden
alma yetmemiş olacak ki, Anadolu’da bağımsızlık hareketine karşı bizzat Vadettin
ve Damat Ferit Paşa tarafından Aznavur ve Kuvayı İnzibatiye gibi iç isyanları
çıkarılıyor.
Durun durun bunlarda
yetmedi, padişah efendimiz Vahdettin 24 Mayıs 1920 tarihli karar ile Mustafa Kemal Paşa ve bazı
arkadaşları hakkında idam kararı vermiştir. Bu kararın asıllarına internetten
kolayca ulaşılmaktadır.
Bu nasıl devlet operasyonudur ki, kurtuluş savaşı
için gönderdiği Paşa’ya ve arkadaşlarına idam kararı çıkarıyor.
40
bin altın tezi komik olduğu için ayrı parantez açılması gereken bir tezdir. “Vahdettinci
yazarların her şeyden önce matematik biliminden ve fizik kurallarından habersiz
oldukları anlaşılmaktadır. Bu matematik ve fizik cahili yazarlara Turgut
Özakman, "40.000 altının nasıl taşındığını" sormuştur? Bir altın 7.6
gram olduğuna göre 40.000 altın 304 bin gram, yani 304 kilo eder. Doğal olarak
altınların sandıklara yerleştirilmesi gerekir. Her sandık 50 kilo olsa, 304
kilo altın 6 sandık eder. "Altı sandık dolusu altın saraydan Şişli'deki
eve, Şişli'den Galata rıhtımına, rıhtımdan motora, motordan Bandırma gemisine,
gemiden Samsun rıhtımına, oradan Mıntıka Palas oteline, oradan Havza'ya,
Amasya'ya, Erzincan'a, Sivas'a, Erzurum'a, Kırşehir'e, Kayseri'ye, Ankara'ya
nasıl taşınır? Kimler taşır? Hiç kimsenin ilgi ve merakını çekmez, biri bile
'bunlar nedir' diye sormaz mı? Mesela Refet Paşa, K. Karabekir Paşa, Rauf Bey,
bu esrarlı sandıklardan neden hiç söz etmiyorlar? Mustafa Kemal sandıklarda
altın olduğunu arkadaşlarına söylediyse neden hiçbiri bugüne kadar bu altınlar
konusuna değinmedi? Neden gerektikçe altınları harcamayıp da ona buna muhtaç
oldular?" (Özakman, “Vahidettin M. Kemal ve Milli Mücadele.s.276)
Bu
konunun meraklısı için Turgut Özakman’nın yazdığı Sedat Simavi Sosyal Bilimler
Ödüllü “Vahidettin M. Kemal ve Milli
Mücadele” (Yalanlar, Yanlışlar ve Yutturmacalar) yeterince kapsamlı cevaplar
içermektedir.
Vahdettin’in
hain olmadığı tezini üretenler, genel olarak kişisel yorum ve değerlendirmelere
dayanmaktadırlar. Resmi kaynaklar ve dönemsel raporlarda, Vahdettin'in
Anadolu'daki direnişine bizzat destek verdiğini gösteren açık bir kanıtı mevcut
değil. Bunun aksine, tarihçiler,
Vahdettin'in Mustafa Kemal’i Samsun’a göndermesindeki asıl amacının Karadeniz
bölgelerindeki asayişin çözülmesi ve padişahın İstanbul'daki otoritesini tehdit
edecek hareketlerin bastırılması olduğunu açıkça yazmaktadır.
Mustafa
Kemal Paşa’ya göre Vahdettin HAİNDİR!
Bu konunun asıl muhatabı Mustafa Kemal Paşadır. Paşa’nın
bu konudaki görüşleri de açık ve nettir! Gelin kısaca Paşa bu konu da neler
demiş bakalım.
Mustafa
Kemal, Ordu Müfettişlik görevinin verilmesi konusunu Nutuk'ta şöyle anlatır:
'Bu geniş yetkiyi, beni İstanbul'dan sürmek ve uzaklaştırmak amacıyla
Anadolu'ya gönderenlerin bana nasıl verdiklerine şaşabilirsiniz. Hemen
söylemeliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne
olursa olsun benim İstanbul'dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe,
'Samsun ve yöresindeki düzen bozukluğunu yerinde görüp önlem almak için
Samsun'a kadar gitmek' idi… O günlerde Genelkurmay'da bulunan ve benim amacımı
bir ölçüde sezinleyen kişilerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve
yetkiyle ilgili yönergeyi de kendim yazdırdım.'
Mustafa
Kemal Paşa 25 Eylül 1920 günü Samsun’a çıkışından 16 ay meclisin açışından 5 ay
sonra gizli oturumda meclis kürsüsünden şunları söylemektedir:
“Türk milletinin ve onun tek temsilcisi olan
yüce Meclis’in, vatanın ve milletin bağımsızlığını, hayatını kurtarmaya
çalışırken, hilafet ve saltanatla, halife ve sultanla bu kadar çok meşgul
olunması sakıncalıdır. Şimdilik bunlardan hiç söz etmemek yüksek menfaatlerimiz
gereğidir. Eğer maksat, bugünkü halife ve padişaha bağlılık ve sadakatten
ayrılınmadığını söylemek ve belirtmekse, bu
zat haindir. Düşmanların vatan ve millet aleyhinde kullandıkları bir maşadır. Bugün bu makamı işgal eden
zat, bu millet ve memleket için hain bir
adamdır...” (Alkışlar, bravo sesleri)” (TBMM Gizli Celse Zabıtları, 25
Eylül 1920, Devre 1, Cilt-1, İçtima 1, s.132:139)
Mustafa Kemal 15-20 Ekim 1927 tarihinde,
Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük Kurultayı’nda, altı gün boyunca,
toplam 36 saat 33 dakikada yapmış olduğu konuşmada, “Saltanat ve hilâfet
makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını
koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta." diyerek
7 yıl önce söylediği hain sözünü bu sefer daha sert bir şekil de dile
getirmiştir.
Padişah
Vahdettin’in 17 Kasım 1922’de Dolmabahçe açıklarında kendisini bekleyen İngiliz
Malaya zırhlısına binerek ülkeden kaçması da hainliğin en büyük belgesi olsa
gerek!
Mahmut
Aslan 05.11.2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder