22 Kasım 2023 Çarşamba

Laik eğitim için top yekün mücadele!

 İslam coğrafyası içinde akıl, bilim ve aydınlanma yoluna tam olarak girebilmiş; çağın gereğine uyarak hukuk düzenini, eğitimi ve devleti laikleştirme cesaretini gösterebilmiş tek ülke Türkiye’dir. Bunu Atatürk’e ve yaptığı devrimlere borçluyuz ve yapılan devrimlerin önemi günümüzde daha çok anlaşılmıştır. Cumhuriyetin 100. Yılı kutlamalarında ve Atatürk’ün ölüm yıl dönümü olan 10 Kasım’da milyonların kendiliğinden Anıtkabir’e gitmesi de bundandır.

Laik devletten ve laik hukuktan uzaklaşmak ülkemizi bir uçuruma sürüklemektedir.
Cumhuriyet döneminde 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla başlayan eğitimde lâikleşme süreci 1929-1931 yılları arasında kademeli olarak okullarda din derslerinin müfredat programlarından çıkartılmasıyla tamamlanmıştır.
Ne yazık ki ikinci dünya savaşı sonrası dönemde erken çok partili hayata geçiş ile karşı devrimin hızlanmasını sağlamış, kurucu parti laik eğitimden taviz vermesine rağmen seçimleri kazanamamıştır. Bu durum Orhan Veli’ye şu satırları yazdırmıştır:
“Seçimler bitti.
Demokrat Parti, Halk Partisi’ni korkunç bir bozguna uğrattı. Oysaki Halk Partisi, halkın kazanacağını umarak, fikirleriyle prensiplerinden son zamanlarda ne fedakârlıklar etmişti. Bütün yayınlarına göz yumulan din dergileri, okullara konan din dersleri, yeniden açılan ilahiyat fakülteleri, imam hatip kursları, türbeler, şahsi sermayeye sağlanan imtiyazlar, her türlü irticaa tanınan haklar… Hiçbiri kâr etmedi.
Zavallı Halk Partisi.”
EĞİTİMDE DİNSELLEŞME HIZLA SÜRÜYOR
1946’da başlayan karşı devrim süreci her alanda olduğu gibi eğitim alanında hızla sürüyor ve buna karşı toplumsal muhalefetin yeterli mücadele vermediği de somut bir gerçek.
2012-2013 Eğitim döneminde kesintisiz sekiz yıllık eğitimin kaldırılması sonrası 4+4+4 şeklinde formülize edilen 12 yıllık kesintili eğitim ile eğitimde dinselleşme ve piyasalaşma hızlanmıştır. Bu yasa ile çok sayıda kız çocuğu eğitimden uzaklaşmış ve çocuk işçilikte artmıştır.
4+4+4 ile başlayan süreçte laik ve bilimsel eğitimde olmaması gereken “zorunlu din dersi” uygulamasına ek olarak seçmeli ders adı altında çok sayıda dini içerikli zorunlu din dersi eklenmiştir.
Eğitimde dinselleşmenin bir başka boyutunu da ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) projesi oluşturmaktadır. Proje kapsamında “manevi danışman” olarak görevlendirilen imam, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve Kur’an kursu hocaları, MEB okullarındaki öğrencilere “değerler eğitimi” veriyor. MEB bütçesini kullanan DİB, 4-6 yaş kuran kursları için Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesinden de milyonlarca lira teşvik almaktadır.
Geçtiğimiz günlerde bir gurup aydın tarafından kurulan Laiklik Meclisi’nin yayınladığı “Laiklik Meclisi’nin Eğitimde Gerici Müdahalelere Karşı Tavrı Açıktır” başlıklı açıklamada çok çarpıcı noktalara değinilmektedir. Açıklamada yer alan verilere göre 2023 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açılan yaz kuran kurslarına giden öğrenci sayısı üç milyona ulaşmıştır. Bunlara bir de tarikatların kaçak kuran kursu öğrencilerini ekleyin bu sayı çok daha fazla olacaktır.
ÇEDES ile okullara giren din görevlileri, tarikat ve cemaat yurtlarında sıkça rastlanılan cinsel istismarı okullara da taşımıştır. Şanlıurfa Akçakale müftüsü ÇEDES protokolü kapsamında sözde değer eğitimi için gittiği bir okulda cinsel istismar iddiasıyla tutuklanmıştır. Çocuklar için güvenli bir yer olması gereken okullar görüldüğü gibi çocuklarımız için tehlike oluşturan bir yer olmuştur.
ÇEDES uygulaması, 4+4+4 ucube eğitim sistemi, zorunlu ve seçmeli (zorunlu) din dersleri Anayasamızın 2’nci, 24’üncü ve 42’nci maddelerine ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na da aykırıdır.
Bugünden itibaren ana muhalefet partisinin, toplumsal muhalefetin ve velilerin laik ve bilimsel eğitim mücadelesine daha fazla katılması ve bu dinci, gerici kuşatmaya karşı çocuklarının hakkını savunması gerekmektedir.
Mahmut Aslan 23.11.2023

15 Kasım 2023 Çarşamba

Cuma genelgesi, Bahriye Üçok ve unutulan laiklik

 Diyanet İşleri Başkanlığı 4 Ağustos tarihli cuma hutbesinde, “İşyerlerimizdeki mesai saatlerini, okullarımızdaki ders programlarını cuma namazının vaktine göre düzenleyelim” diyerek kuruluş amaçlarının dışına çıkmıştır. Bu hutbeyle devlet yönetiminin ve hukuk sisteminin, dini kurallarla belirlenmesi açıkça istenmektedir.

Cuma günleri öğle tatilinin ibadet hürriyetini engellemeyecek şekilde kullanılabilmesine olanak sağlamak amacıyla “cuma izni ile ilgili 2016/1 sayılı başbakanlık genelgesi” dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun imzası ile yayımlandı. Bu genelge yürürlükteki anayasaya aykırıydı. O dönemde bir grup aydın ve demokratik kitle örgütünün oluşturduğu “Laikliğe Çağrı” birlikteliği, cuma namazına göre mesai düzenlemesinin iptali için Danıştay’a başvurdu. Dilekçede bu yetkinin başbakanlıkta değil, 657 sayılı kanunun 100. maddesi gereği bakanlar kurulunda olduğu vurgulanırken “Amaç inanç özgürlüğü adı altında, laik hukuk sisteminin delinmesidir. Gelecekte ramazan ayı için de günlük çalışma saatlerinin kaydırılarak kullanılması gündeme taşınacaktır” denilmişti. Bu konuda hem Danıştay hem de Anayasa Mahkemesi’nden ret alındı ve konu AİHM’ye taşındı.

Laiklik ilkesini amblemine kazıyan CHP yönetimi ise “aman bize dinsiz derler” kaygısıyla bu konuda sessizliğe bürünmüş ve genelgenin iptali için hiçbir adım atmamıştır.

Ders niteliğinde makale

Biz aydınlarımızı genelde ölüm ya da doğum günlerinde anmayı seven bir toplumuz. Oysaki Bahriye Üçok, Turan Dursun, İlhan Arsel gibi Cumhuriyet aydınları bugün yaşananlara ilişkin konuyla ilgili alınması gereken tutumları o günden yazmış ve yol gösterici uyarılar yapmışlardır.

Bahriye Üçok, 28 Haziran 1974’te Milliyet gazetesinde “İslam Dini Cuma Günü İçin Ne Buyurur” başlıklı bir yazı yayımlamıştır. Makale, Meclis’te verilen cuma günleri tatil olsun önerisi üzerine yazılmıştır. Makalenin başında bu önergenin 1961 Anayasası’nın laiklik ilkesi ile ilgili maddelerine açıkça aykırı olduğundan bahsedildikten sonra İslam dininde de bir hafta tatili olmadığından bahsedilmiştir.

Medreselerin tatil günü salı

Üçok’un, makalesindeki bir bölüm ise oldukça şaşırtıcı bilgiler içeriyor:

...Osmanlı İmparatorluğu’nda resmi daireler çarşamba günü tatil edilirdi; sonradan bu çarşamba perşembeye alınmış, bu da 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına kadar sürmüştür. Bu tarihten sonradır ki cuma günü, yalnız resmi daireler için tatil günü olarak kabul edilmiştir. Dairelerde önceleri çarşamba sonraları perşembeleri tatil yapıldığı halde medreselerde asıl tatil günü ayrı bir güne salı gününe konulmuştur. Cuma gününün yalnız resmi daireler için değil bütün halk için genel bir tatil olarak kabul edilmesi Cumhuriyetten sonra çıkarılan 2 Ocak 1924 tarih ve 394 sayılı “Hafta Tatili Kanunu” ile olmuştur. Ancak cuma günü tatil olarak sürdürülmesi 2739 sayılı ve 1 Haziran 1935 tarihli “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun”un gerekçesinde bildiren kayıplara sebep olduğundan hafta tatil pazar gününe alınmıştır.

Dönemin CHP senatörü Üçok, yazılarında ve senato kürsüsünde canı pahasına; laiklik karşıtı faaliyetler üzerinde partisi adına tepki koyabilmektedir. Günümüzde ise bu tür eylemlere güçlü bir tepki verilmemesi; laiklik karşıtlarının güç bularak laikliğe karşı her türlü eylem ve etkinliği yapmalarına zemin hazırlamaktadır. Bu durum bizi umutsuzluğa sürüklememelidir. Çünkü Üçok gibi aydınların izinde milyonlar var. Yapılması gereken laikliği savunacak güçlü örgütlü bir iradenin çıkması için uğraş verirken CHP yönetimine unuttuğu laikliği yeniden hatırlatmak olacaktır.

Mahmut Aslan - Cumhuriyet Gazetesi- 15 Ağustos 2023

7 Kasım 2023 Salı

CHP’de DEMOKRATİK DEĞİŞİM! (2)



14 ve 28 Mayıs seçimlerinde yaşanan yenilgiler, dinci, gerici partilere verilen 39 milletvekili vb. olaylar sonrasında değişim talepleri yüksek sesle söylenmeye başlamıştı.


Aylardır süren bu tartışmaların sonucunda CHP’nin 38. Kurultayı bu hafta sonu Ankara’da yapıldı. Kurultay sonucunda da 13 yıllık Genel Başkanlık koltuğunda oturan Kemal Kılıçdaroğlu, koltuğu Özgür Özel’e bıraktı.


KURULTAY SALONUNDAN İZLENİMLER


Sabahın ilk saatlerinden itibaren Kemal Bey taraftarlarınca salon doldurulmuştu. Özellikle Adana ve Mersin’den getirilen amigolar salonu domine etmişti. Bu gerçeği bildiği için konuşma serancamı bozulan Özgür Özel, Adana Belediye Başkanı Zeydan Karalara dönerek, o kitlenin susturulmasını istedi.

İmamoğlu’nun kurultaydaki en etkili isim olduğu salona girdiği andan itibaren aldığı alkıştan belli olmuştu. Her iki Genel Başkan adayından da fazla ilgi gördü.

Salondaki pankartlardan, anonslara her şey mevcut genel başkanın lehineydi yani antidemokratikti. Bu durumun bir sonraki kurultaylarda yaşanmamasının sağlanması gerekiyor.

Konuşmalar sırasında delegelerin alkışlarından ve tutumlarından yarışın ortada olduğu görülüyordu.

İmza sayıları açıklandığı an etrafımdakilere dönüp Özgür Özel seçimi kazandı dedim. Mevcut genel başkan fazla imza almasına rağmen seçimi Özgür Bey’in kazanacağını şundan dolayı söylemiştim. Daha önceki kurultaylarda az imza alan muhalefet adayı sandıktan çok daha fazla oy almıştı. Mevcut yönetimin gücü ve baskısı ile imza veren kurultay delegeleri her dönem sandığa gidince iradesine ipotek koyanlara karşı tepkisini göstermişti. Seçim sonucu da aynı durumun devam ettiğinin en büyük göstergesi oldu.

Kemal Kılıçdaroğlu haftalık grup toplantındaki konuşmalarına benzer bir konuşma yaptı. Demokratik yarışta karşısına çıkanlar için kullandığı “sırtımdan hançerlendim” sözleri ise salonun belli bir bölümünden alkış alsa da tepki sessiz kitlenin tepkisini almıştı.

Seçim sonrasında ‘değişim isteyenler değişmeyenlerdi’ sözleri haklıydı ama unuttuğu bir şey vardı o değişmeyenleri oralarda tutan kendisiydi ve delegede bunun bilincindeydi.

Kendisine gelen sağa kayma eleştirilerine karşı verdiği solu hayırseverliğe indirgeyen örnekler ise solu bilmediğinin göstergesiydi. 

Özgür Özel’in konuşması çok ateşli olmasa da “danışmanlar “ meselesi çokça alkışlandı. Onun dışında ön seçim, bütün üyelerle elektronik anketlerin yapılması, meslek kotası, Devlet yardımından örgüte verilen pay iyileştirilmesi gibi vaatleri önemliydi.


SEÇİM SONUCU


Özgür Özel 682, Kılıçdaroğlu ise 664 oy aldı. Birinci turda tüm delegenin yarısından bir fazla, salt çoğunluk olan 685 oy sağlanamadığı için seçimler ikinci tura kaldı. Seçim ikinci tura kaldığı andan itibaren Kılıçdaroğlu çekilmeliydi. Seçimlerini kaybetmesine sebep olan danışmanların ve başkan yardımcılarının baskısı sonucunda çekilmeyerek büyük bir hata daha yaptı ve aradaki oy farkı açıldı.  İkinci turda Özgür Özel, 812 oyla CHP genel başkanı seçildi. 

CHP’de Özgür Özel’in seçilmesi ile sonuçlanan demokratik değişim Baykal ve Kılıçdaroğlu dönemlerinde genel başkanların kurultaylarla değişmeyeceği algısını yıktığı içinde önemlidir.

Özgür Özel’in,  verdiği sözlerin ne kadarını yapıp yapmadığını ve neleri değiştirip değiştiremeyeceğini, zaman içerisinde hep birlikte göreceğiz.


Mahmut Aslan

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ