5 Kasım 2024 Salı

ATATÜRK’ÜN SAMSUN’A GİDİŞİ, VAHDETTİN GERÇEKLERİ

 

Atatürk’ün Samsun’a nasıl gittiği hep bir spekülasyon konusu olarak yıllardır yazılıp çizilmektedir. Geçtiğimiz aylarda Osmanlı Hanedanı! sevicisi Murat Bardakçı’nın daha önce çekilen program kayıtın yeniden dolaşıma sokulmuştur.

Bardakçı’nın “Bir Devlet Operasyonu 19 Mayıs” isimli kitabı da bulunmaktadır.

Bardakçı programda ve yazdığı köşe yazısında şunları söylemektedir: “Mustafa Kemal Paşa’ya verilen görev devletin her kademesinin, Sultan Vahideddin’in, zamanın sadrazamı Damad Ferid Paşa’nın, Genelkurmay’ın, Denizcilik Bakanlığı’nın, daha birçok resmî kuruluşun ve en başta da Mustafa Kemal’in yer aldığı ciddî bir “devlet operasyonu”dur. Ortada padişah tarafından verilmiş “Git, işgale son ver” diye bir talimat yahut kendi başına alınmış bir karar değil, ayrıntıları titizlikle yapılmış ciddî bir hazırlık vardır!”

Üstteki metin çekingen bir Vahdettin övücülüğüdür.  Bardakçı, Kurtuluş savaşını Vahdettin başlattı diyemediğinden böyle dolambaçlı yollara girmektedir.

Bu sözlerin söylediği program çeşitli platformlara yeniden yüklenmiş ve altına da çok sayıda yorum yapılmıştır. Bu yorumlarda ülkenin kurucu kadrolarının yalancı olduğuna dair yazılıp çizilmektedir.  Bu yorumlardan da anlaşılacağı üzerine Atatürk’ün yalancı olduğu ve padişahın ülkeyi kurtarmak için kendini feda ettiği şeklindeki tarih çarpıtması çeşitli dimağlara yerleşmiştir.

İşin aslı çokça yazılıp çizilmiştir ama kara propaganda da boş durmamaktadır. Geçmişte bu yalanı yayan Necip Fazıl ve Fesli Kadir gibi tiplerken,  bugün Murat Bardakçı’dır. Ama yapılmak istenen hep aynıdır. Osmanlı övgüsü Cumhuriyet düşmanlığı!

Yalanlar kısaca bakarsak hepsinin şu iddialara dayandığı görülmektedir:

-           “Vahdettin’in, Mustafa Kemal’i, Kurtuluş Savaşı’nı başlatması için Müfettişlik yetkisini geniş yetkilerle vererek Anadolu’ya göndermiştir.

-          “Vahdettin İngilizleri ürkütmemek için bir tiyatrocu gibi rol yapmış ve operasyonu gizlemiştir.”

-          “Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’ya teşkilat yapması için 40.000 altın vermiştir. Bu paranın önemli kısmı, eskiden beri beslediği değerli yarış atlarını satmak suretiyle elde edilmiştir.”

Peki, nasıl oluyor da Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktıktan 20 gün sonra 8 Haziran 1919’da Saray hükümeti tarafından İstanbul’a geri çağırılıyor. Ayrıca 9 Temmuz 1919’da Vahdettin Mustafa Kemal Paşa’yı 9. Ordu Müfettişliği görevinden alıyor. Görevden alma sonrası Mustafa Kemal askerlikten istifa etmiş ve yoluna devam etmiştir.

Geri çağırma ve görevden alma yetmemiş olacak ki, Anadolu’da bağımsızlık hareketine karşı bizzat Vadettin ve Damat Ferit Paşa tarafından Aznavur ve Kuvayı İnzibatiye gibi iç isyanları çıkarılıyor.

Durun durun bunlarda yetmedi, padişah efendimiz Vahdettin 24 Mayıs 1920 tarihli karar ile Mustafa Kemal Paşa ve bazı arkadaşları hakkında idam kararı vermiştir. Bu kararın asıllarına internetten kolayca ulaşılmaktadır.

Bu nasıl devlet operasyonudur ki, kurtuluş savaşı için gönderdiği Paşa’ya ve arkadaşlarına idam kararı çıkarıyor.

40 bin altın tezi komik olduğu için ayrı parantez açılması gereken bir tezdir. “Vahdettinci yazarların her şeyden önce matematik biliminden ve fizik kurallarından habersiz oldukları anlaşılmaktadır. Bu matematik ve fizik cahili yazarlara Turgut Özakman, "40.000 altının nasıl taşındığını" sormuştur? Bir altın 7.6 gram olduğuna göre 40.000 altın 304 bin gram, yani 304 kilo eder. Doğal olarak altınların sandıklara yerleştirilmesi gerekir. Her sandık 50 kilo olsa, 304 kilo altın 6 sandık eder. "Altı sandık dolusu altın saraydan Şişli'deki eve, Şişli'den Galata rıhtımına, rıhtımdan motora, motordan Bandırma gemisine, gemiden Samsun rıhtımına, oradan Mıntıka Palas oteline, oradan Havza'ya, Amasya'ya, Erzincan'a, Sivas'a, Erzurum'a, Kırşehir'e, Kayseri'ye, Ankara'ya nasıl taşınır? Kimler taşır? Hiç kimsenin ilgi ve merakını çekmez, biri bile 'bunlar nedir' diye sormaz mı? Mesela Refet Paşa, K. Karabekir Paşa, Rauf Bey, bu esrarlı sandıklardan neden hiç söz etmiyorlar? Mustafa Kemal sandıklarda altın olduğunu arkadaşlarına söylediyse neden hiçbiri bugüne kadar bu altınlar konusuna değinmedi? Neden gerektikçe altınları harcamayıp da ona buna muhtaç oldular?" (Özakman, “Vahidettin M. Kemal ve Milli Mücadele.s.276)

Bu konunun meraklısı için Turgut Özakman’nın yazdığı Sedat Simavi Sosyal Bilimler Ödüllü  “Vahidettin M. Kemal ve Milli Mücadele” (Yalanlar, Yanlışlar ve Yutturmacalar) yeterince kapsamlı cevaplar içermektedir.

Vahdettin’in hain olmadığı tezini üretenler, genel olarak kişisel yorum ve değerlendirmelere dayanmaktadırlar. Resmi kaynaklar ve dönemsel raporlarda, Vahdettin'in Anadolu'daki direnişine bizzat destek verdiğini gösteren açık bir kanıtı mevcut değil.  Bunun aksine, tarihçiler, Vahdettin'in Mustafa Kemal’i Samsun’a göndermesindeki asıl amacının Karadeniz bölgelerindeki asayişin çözülmesi ve padişahın İstanbul'daki otoritesini tehdit edecek hareketlerin bastırılması olduğunu açıkça yazmaktadır.

Mustafa Kemal Paşa’ya göre Vahdettin HAİNDİR!

Bu konunun asıl muhatabı Mustafa Kemal Paşadır. Paşa’nın bu konudaki görüşleri de açık ve nettir! Gelin kısaca Paşa bu konu da neler demiş bakalım.

Mustafa Kemal, Ordu Müfettişlik görevinin verilmesi konusunu Nutuk'ta şöyle anlatır: 'Bu geniş yetkiyi, beni İstanbul'dan sürmek ve uzaklaştırmak amacıyla Anadolu'ya gönderenlerin bana nasıl verdiklerine şaşabilirsiniz. Hemen söylemeliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne olursa olsun benim İstanbul'dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe, 'Samsun ve yöresindeki düzen bozukluğunu yerinde görüp önlem almak için Samsun'a kadar gitmek' idi… O günlerde Genelkurmay'da bulunan ve benim amacımı bir ölçüde sezinleyen kişilerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve yetkiyle ilgili yönergeyi de kendim yazdırdım.'

Mustafa Kemal Paşa 25 Eylül 1920 günü Samsun’a çıkışından 16 ay meclisin açışından 5 ay sonra gizli oturumda meclis kürsüsünden şunları söylemektedir:

“Türk milletinin ve onun tek temsilcisi olan yüce Meclis’in, vatanın ve milletin bağımsızlığını, hayatını kurtarmaya çalışırken, hilafet ve saltanatla, halife ve sultanla bu kadar çok meşgul olunması sakıncalıdır. Şimdilik bunlardan hiç söz etmemek yüksek menfaatlerimiz gereğidir. Eğer maksat, bugünkü halife ve padişaha bağlılık ve sadakatten ayrılınmadığını söylemek ve belirtmekse, bu zat haindir. Düşmanların vatan ve millet aleyhinde kullandıkları bir maşadır. Bugün bu makamı işgal eden zat, bu millet ve memleket için hain bir adamdır...” (Alkışlar, bravo sesleri)” (TBMM Gizli Celse Zabıtları, 25 Eylül 1920, Devre 1, Cilt-1, İçtima 1, s.132:139)

Mustafa Kemal 15-20 Ekim 1927 tarihinde,  Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük Kurultayı’nda, altı gün boyunca, toplam 36 saat 33 dakikada  yapmış olduğu konuşmada, “Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta." diyerek 7 yıl önce söylediği hain sözünü bu sefer daha sert bir şekil de dile getirmiştir.

Padişah Vahdettin’in 17 Kasım 1922’de Dolmabahçe açıklarında kendisini bekleyen İngiliz Malaya zırhlısına binerek ülkeden kaçması da hainliğin en büyük belgesi olsa gerek!

Mahmut Aslan 05.11.2024