21 Mayıs 2014 Çarşamba

T.C. (TAŞERON CUMHURİYETİ)


Soma’da yaşanan iş cinayetleri yüzlerce işçinin ölmesine sebep oldu. Bu ölümler sonrası insanların aklına iş sağlığı ve güvenliği ile taşeronlaşmanın ne olduğu geldi.
Bu yazı için kullanılan isim iddaalı görülebilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kısaltması olan TC neden ve nasıl Taşeron Cumhuriyeti olarak kullanıldı? Bu yazımda biraz ona değinmek istiyorum.
Dünya genelinde kullanılan taşeron işçiliği kavramı işçi tedariki anlamındadır. Tedarik edilen işçiler o işletme için çalışırken taşeronun (alt işverenin) işçileri olarak kabul edilirler. Bu istihdam şeklinin genel hedefi işçi maliyetlerini düşürmektir. Geçmişte istisna olarak kullanılan taşeron çalışma sistemi 1980 sonrası neo-liberal dönemde yaygınlaşmaya başlamıştır.
140 ülkede 700 sendikada 50 milyon işçiyi temsil eden Industrial Global Union (Industrial Küresel Sendikası)’nın raporuna göre tüm dünyada taşeron işçiliği hızla yayılmaktadır.
Çin’de kentlerde çalışan 280 milyon işçinin %20’si taşeron olarak çalışmaktadır. Meksika’da işgücünün %15’i taşeron işçisidir. Rusya’da taşeron işçi oranı toplam işçi istihdamının %40’ı düzeyine yükselmiş bulunmaktadır. İspanya’da bu oran %33, Filipinler’de %15, Hindistan’da %30’dur. Tüm dünyada kentlerde çalışan toplam 1,2 milyar işçinin ortalama %25’i olan 300 milyon işçinin taşeron firmalarda çalıştığı tahmin edilmekte olup bu sayı hızla artmaktadır. Dünyanın pek çok ülkesinde çalışma yasaları hızla değiştirilerek taşeronlaşma önündeki tüm engeller kaldırılmaktadır.
Türkiye’de ise taşeronlaşma AKP iktidarı ile hızla yaygınlaşmıştır. Türkiye’de 10 yılda taşeron çalışan sayısı 387 binden 1 milyon 700 bine çıktı. Bugün 275 kamu kurumu ile 33 bin 788 şirket taşeron işçi çalıştırıyor.
Taşeron olarak çalışan işçiler genel itibari ile iş güvencesinden yoksun, sendikasız, toplu sözleşmesiz ve iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına uygun olmayan şekilde çalıştırılıyor. Asıl işverende çalışan kadrolu çalışanlarla aynı işi yapmalarına rağmen çoğu yerde aldıkları maaşlar kadrolu çalışanların yarısı kadar bile değildir. Türkiye’de yaşanan iş kazalarının (cinayetlerinin) %90’ı taşeron çalıştıran işyerlerinde meydana gelmektedir.

İşçinin yaşamak için emeğini satma zorunluluğunun, her türlü usulsüzlüğün kaynağı haline geldi. Taşeronlaşmada yapılan usulsüz hizmet ihaleleri başlı başına sorgulanması gereken bir konudur. Hem özelde hem de taşeronda sadece yardımcı işler değil esas işler de yasa dışı olarak taşerona veriliyor. İşçilerin anayasal hakkı olan sendikal hakları yok sayılıyor. Mahkeme kararları uygulanmıyor.  Ancak AKP’nin kurduğu sermaye düzeni bununla yetineceğe benzemiyor. TBMM’ne gönderilmek üzere olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hazırlattığı Torba Yasa’yla taşeron tanımının genişletilmesi gündemde.  AKP bir haksızlığı ve usulsüzlüğü daha yasalaştırma çabasına girmiş durumdadır.
Soma madeninde yaşanan olaylardan sonra işçiler sendika başkanının yaptığı konuşmaya tepki göstererek, başkanın konuşmasını engellediler. Türkiye’de sendikalaşma oranı giderek azalırken, taşeron sistemde çalışmak bazı sendikaların taşeron sendikaya dönüşmesine neden olmuştur. Soma madenlerinde örgütlü sendikanın seçimlerinde yaşanan olaylar da bunu doğrulamaktadır.
Soma Holding’in sahibi Alp Gürkan iki yıl önce Hürriyet gazetesinden Vahap Munyar'a verdiği röportajda “Türkiye Kömür İşletmeleri’nin (TKİ) tonunu 130-140 dolara mal ettiği kömürün maliyetini özel sektörün çalışma tarzı’yla 23.8 dolara düşürdüklerini” söylemiştir. Bahsettiği ‘özel sektör mantığı’ işte tam da taşeron işçi çalıştırma mevzuatıdır.
Cumhuriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Utku Çakırözer’in Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’le yaptığı röportajda:
““Biz kendi üzerimize düşen görevde inanın çok titiziz. Denetim zamanında yapılmış mı? Yapılmış. 8 tane programlı teftiş yapılmış. Ayrıca 8 şikâyet üzerine yine inceleme yapmışız ve giderilmiş. Madenler canlı organizma. Teftiş yapıldıktan bir saat sonra durum farklı olabilir. ...Görüntüde taşeron yok ama uygulamada galeriyi vermişler taşerona.” (Cumhuriyet 20.05.2014) diyerek madende yaşanan taşeronlaşmayı itiraf etmiştir.
(Bu yazıda araya bir dip not açarsak bu kadar denetim yapılan yerde bu vahim olay nasıl yaşanmıştır? Aklıma şundan başka cevap gelmemektedir: Denetimi yapan devlet yetkilileri,  özel sektörü siyasal baskılar sonucunda ya da aldıkları rüşvetlerle gerçek olarak denetlememektedir.)
Yukarıda yazılanlardan da anlaşılacağı gibi Türkiye Cumhuriyeti çalışma alanında  hızla Taşeron Cumhuriyeti haline gelmektedir. Taşeronlaşma ile ilgili mücadele etmek emekçi kitlelerin ana görevi olmalıdır. Siyasi partiler, sendikalar, meslek odaları ve tüm demokrasi güçleri taşeronlaşmaya son vermek için biraraya gelmeliler ve konu ile ilgili halkımızı bilgilendirmek için gerekli çalışmaları yapmalılardır. Taşeronlaşmanın yaygınlaşmasına neden olan AK koalisyonu! (AKP ve Sermaye grubu) yönetimden el çektirilmelidir.
Son olarak yapılacak en önemli şey özelleştirmelerin durdurulması ve özelleştirilen bütün kurumların devletleştirilmesidir. Kamucu, toplumcu bir Türkiye’yi kurmak emekçilerin ellerindedir.
Mahmut Aslan
Çankaya Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü

7 Mayıs 2014 Çarşamba

ÜNİVERSİTEM 90 YAŞINDA

ÜNİVERSİTEM 90 YAŞINDA

Mahmut ASLAN

Çankaya Belediyesi Basın Yayın Müdürlüğü
Bir Cumhuriyet öğrencisi ve devrimcisi olarak Cumhuriyet gazetesinin 90. yılını kutlamak için bu satırları yazmam gerektiğini düşündüm.
Benim Cumhuriyet ile tanışmam ortaokulu bitirdiğim yıllara denk geliyor. 1999 yılında Cumhuriyet yazarı Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürüldüğü haberlerini izledikten sonra “Kim bu öldürülen adam? Neden öldürüldü?” soruları aklımı kurcalamaya başladı. Bu merak beni Ahmet Taner Kışlalı’nın kitaplarını okumaya götürdü. Bu kitapları okurken Kışlalı Hoca’nın yazıları ve düşünceleri beni çok etkiledi. Ahmet Taner Kışlalı’nın ölüm haberlerinde dinlediğim de, yazdığı söylenilen Cumhuriyet Gazetesi’ni okuma istediğim de bundan sonra başlamış oldu.

2000’li yıllarıda başında bir CHP Kurultay’ında Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Mustafa Balbay’la tanıştım. Kendisini yazılarından tanıyordum. Orada aramızda güzel bir sohbet oldu. Balbay, mütevazılığı ve bilgisi ile beni çok etkiledi. O günden beri kendisi ile abi kardeş ilişkimiz devam ediyor.
2002 yılında üniversiteyi kazanarak Ankara’dan Konya’ya gittim. Okuduğum kampüste her gün gazeteciye uğrayarak bir Cumhuriyet gazetesi alıyordum. Benim gibi kaç kişi Cumhuriyet okuyor merakı ile gazete bayisine, “Abi günde kaç Cumhuriyet satıyorsun?” diye sordum. “Sadece üç” diye cevap verdi.
Gazete bayisinin cevabına çok üzüldüm. Cumhuriyetin üniversite öğrencileri tarafından daha çok okunması gerektiğini düşünüyordum. Çünkü Cumhuriyet okuyan bir kişi bir üniversite mezunu daha oluyordu. Cumhuriyetin öğrencisi oluyordu. Bilim Teknik, Kitap Eki daha sonraları Strateji eki vb. ekler üniversitede öğrenemeyeceğimiz birçok bilgiyi bize ulaştırıyordu.

Bu gazetenin daha çok kişi tarafından okunması için bir şeyler yapmam gerekliydi. Bu süre içinde sürekli gazete ve kitap okuyor ve bir fırsatını bulup yanımdakilere Cumhuriyet gazetesi okumaları yönünde telkinlerde buluyordum.

Üniversitedeki ikinci yılımda rektörümüz değişti. Eski rektörümüz sağcı bir kafa yapısında olduğundan okulda sol/sosyal demokrat, Atatürkçü gençler rahat edemiyordu. Ahmet Necdet Sezer dönemin de aydın bilim adamları birçok üniversitede rektör oldular. Yeni atanan rektörümüz Prof. Dr. Süleyman Okudan’da onlardan biriydi. Yeni rektörümüzle birlikte üniversitemizde bulanan her görüşten öğrenci, kendi görüşüne uygun olarak öğrenci toplulukları kurmaya başlandı.

Biz de arkadaşlarımızla birlikte Genç Atatürkçüler Topluluğu’nu kurduk. Ben de bu topluluğun kurucu başkanı oldum. Bu topluluk bu yıl onuncu yılını kutluyor ve başarılı çalışmalarına devam ediyor.
Topluluklar üniversiteye canlılık getirmiş her görüşten düşün insanı üniversitemizde konferans vermeye başlamıştı. Bizler de bir şeyler yapmalıydık. Hemen aklıma okumaktan büyük zevk aldığım, çok şey öğrendiğim ve birkaçı ile tanıştığım Cumhuriyet yazarları geldi. Balbay ile diyaloga geçip konferanslar için yardım istedik. Balbay’da dahil bir çok Cumhuriyet yazarı ve cumhuriyetçi aydın üniversitemizde etkinliklerimizde konuştular.

Balbay’ın desteği ile düzenlediğimiz etkinliklerde ücretsiz olarak Cumhuriyet gazetesi dağıttık. Bu gazetelerin parası Cumok’lar tarafından karşılanıyordu.
 
Okulu bitirmeye yakın gazete bayisi ile yine görüştüm. Satış raporlarını aldım. Üç satan gazete 2 yıllık bir çaba ile doksan satmaya başlamıştı.

Bir şeyleri başarma sevinci ile fakültemden mezun oldum.

Bu kısa anımda belirtiğim gibi bana çok şey kazandıran üniversitem Cumhuriyet gazetesi 90 yaşında.
Cumhuriyet gazetesi ülkemizin olmazsa olmazlarındandır.

Bizim için üç Cumhuriyet çok önemlidir: Cumhuriyet, Cumhuriyet Halk Partisi ve Cumhuriyet gazetesi.
Türkiye’nin aydınlık insanları üç cumhuriyetin gelişmesi ve ilelebet yaşaması için çalışmaya devam edeceklerdir.

Nice 90 yaşlara...

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ