6 Şubat 2017 Pazartesi

NEYİN SALTANATI, YÜRÜ GİT İŞİNE…

Son günlerde yaşanan olaylar üzerine yeniden Nutuk’u okumaya başladım. İlk satırından itibaren kendimi Cumhuriyet Halk Partisinin 2. Büyük Kurultayında TBMM salonun da hissettim. Büyük Gazi’yi izliyordum, gözlerimi ondan alamıyordum.
Sarı saçlı, mavi gözlü dev, yine çok şık giyinmişti o gün ve kendinden emin ve gururlu kürsüye çıktı. O an bütün her yanı sessizlik sardı. Dışarıda esen yelin, yere düşen yaprağın sesi salonun içinde yankı yapıyordu.
Mavi gözlü dev konuşmaya başladı, konuştu da konuştu. Sanki Şehrazat binbir gece masallarını anlatıyordu. Salondaki herkes pür dikkat kesilmiş dinliyordu.
“1919 senesi Mayıs'ın 19 uncu günü Samsun'a çıktım. Vaziyet ve manzara-ı umumiye:
            Osmanlı Devleti'nin dâhil bulunduğu grup, Harb-i Umumide mağlup olmuş Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes antlaşması imzalanmış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet, yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harb-i Umumiye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki hükümet; aciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız Padişahın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı.
            Ordu'nun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...” diye başladı söze. 1919’dan 1927 yılına kadar yaşanılanları, Kurtuluş Savaşını, Türk Devriminin köşe taşlarını anlatıyordu.
Her konuşma bölümünün başında Efendiler! nidaları ile inliyordu salon.
Mavi gözlü dev 6 gün, 36,5 saat yaşadıklarını, belgeleri ile anlattı. Bu anlatının adı Nutuk olarak tarihe geçti.

İHTİMAL BAZI KAFALAR KESİLECEKTİR!

Saltanatın kaldırılmasını anlattığı bölümde şöyle sesleniyordu Gazi Paşa,
“Efendiler hâkimiyet ve saltanat kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye görüşmeyle tartışmayla verilmez. Hâkimiyet ve saltanat kuvvetle kudretle zorla alınır. Osman oğulları Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatını zorla el koymuşlardır. Bu haksız durumu altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti bunlara hadlerini bildirerek hâkimiyet ve saltanata isyan ederek idareyi kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldu bittidir. Konumuz millete saltanatı bırakmak ya da bırakmamak değildir. Mesele zaten olup bitmiş bir gerçeği ifade etmekten ibarettir. Bu derhal olacaktır. Burada toplananlar meclis ve herkes meseleyi olduğu gibi görürse doğru olur. Aksi takdirde gerçek yine gerektiği şekilde belirtilecektir. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.” 
Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir… Bu devrimci söylemi duyan saltan ve hilafet yanlıların elleri ayakları bağlandı, dut yutmuş bülbüle döndüler bir anda.1 Kasım 1922 tarihinde hâkimiyeti 600 yıl zorla ele geçilmiş Osmanlı saltanatına son verildi.
17 Kasım 1922 yılında Vahdettin bir İngiliz zırhlısına binerek ülkeden kaçtı.
Bu kaçışı da şöyle anlattı salondakilere,
“Kamuoyunu gerçek durumla karşı karşıya bırakmayı tercih ederim. O zaman, Saltanat'ı atadan oğula geçirmek gibi yanlış bir usulün sonucu olarak, büyük bir makam, tantanalı bir ünvan kazanabilmiş birsefilin, gururu çok yüksek asil bir milleti nasıl utanılacak bir duruma düşürebileceği kendiliğinden anlaşılır. Gerçekten de, her ne sebeple ve ne şekilde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyetini ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdi bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir milletin başında olduğunu düşünmek ne hazindir! Şükre değer bir durumdur ki, bu alçak, mirasına konduğu Saltanat makamından millet tarafından atıldıktan sonra, alçaklığını sonuna kadar getirmiş oluyor. Türk milletinin bu işte önce davranması elbette takdire değer.”
Saltanatın kaldırılışını, cumhuriyetin kuruluşu, Lozan’ı anlatmaya devam ediyordu Gazi Paşa. Salondakilerde pür dikkat dinlemeye devam ediyordu.
Saltanat kaldırılmış Egemenlik Kayıtsız Şartsız millete bırakılmıştı ama bir başka sorun daha vardı. Hilafet…
Emperyalist İngilizlerin zırhlısı ile ülkeden kaçan Vahdettin’den alınan Hilafet makamı millet meclisinin aldığı kararlara uyacağını söyleyen Abdülmecit Efendiye verilmişti. Kazın ayağı öyle olmadı ama Hilafetin lağv edileceği 3 Mart 1924 yılına kadar kendisini saltanatın devamı gören Abdülmecit Efendi, verdiği sözleri tutmamıştı.
Hilafetin kaldırılması da zaruri bir hal almıştı. Mecliste Hilafetin kaldırılması için görüşmeler başladı. Bazı hoca efendiler yine mırın kırın ediyorlardı.
Gazi bu durumu şöyle anlattı salondakilere,
“Görüşme ve tartışmalara ben de katıldım. Konuşmalarımın çoğu, ileri sürülen düşüncelere cevap niteliğinde idi. Söylediklerimin özü şu cümlelerde toplanıyordu: Bu konu fazlasıyla tartışılıp tahlil edilebilir. Ancak, tartışma ve tahlillerde ne kadar ileri gidersek, konuyu çözüme bağlamakta da o kadar güçlük ve gecikmelere uğrarız. Yalnız, şu noktaya hepinizin dikkatini çekerim. Bu Meclis, Türk halkının Meclisidir. Bu Meclis'in sıfat ve yetkileri yalnız ve ancak Türk halkının ve Türk vatanının varlığı ve kaderi ile ilgili ve onlar üzerinde etki yapabilir. Meclisimiz, kendi kendine bütün İslâm dünyasını içine alan bir güç ve kudrete sahip olamaz Efendiler! Türk milleti ve onun temsilcilerinden kurulmuş bulunan Meclis'imiz kendi varlığını, halife ünvanını taşıyan veya taşıyacak olan bir zatın eline veremez ve vermeyecektir Efendiler! Bundan dolayı İslâm dünyasında karışıklık varmış veyahut olacakmış. Bunların hepsi anlamsız ve yalan sözlerdir. Kim söylemişse yalan söylemiştir, yalan söylüyor."
 Bu sözüme itiraz eden bir zata cevap verdim ve açıkça dedim ki :
- Sen yalan söyleyebilirsin, yaratılışın buna elverişlidir!
Efendiler, ortalığı gürültüye vermenin gereği olmadığını açıkladıktan sonra, dedim ki :
"Bizim dünya gözündeki en büyük güç ve kudretimiz, yeni şekil ve mahiyetimizdir. Hilâfet makamı esaret altında olabilir. Halife ünvanını taşıyanlar, yabancılara sığınabilirler. Düşmanlar ve halifeler elele verip her şeyi yapabilecek bir işbirliğine girişebilirler. Fakat yeni Türkiye'nin rejimini, politikasını ve kuvvetini hiç bir şekilde sarsamazlar.
“Türk halkının kayıtsız ve şartsız hâkimiyetine sahip olduğunu bir defa daha ve kesinlikle tekrar ediyorum. Hâkimiyet, hiçbir anlamda, hiçbir şekilde, hiçbir renk ve hiçbir kılavuzlukta ortaklık kabul etmez. Ünvanı ister halife ister başka bir şey olsun, hiç kimse bu milletin kaderine ortak çıkamaz. Millet buna kesinlikle müsaade edemez. Bunu teklif edecek hiçbir milletvekili bulunamaz. Bunun içindir ki, kaçmış olan Halife'nin Halifeliğine son verip, yenisini seçmek ve bu konu ile ilgili bütün işlemlerde belirttiğim görüşler çerçevesinde hareket etmek zarurîdir. Başka türlüsüne kesinlikle imkân yoktur.”
Hilafet ’de kaldırıldıktan sonra hızla devrimler tamamlanmaya ve ülke kültürel ve ekonomik olarak kalkınmaya geçti.
Mavi gözlü dev üçüncü günün sonunda Nutku’nun sonuna geldiğinde Ey Türk Gençliği sözlerini okuduğu anda gözyaşlarını tutamadı o anda tüm salon gibi ben de ağlamaya başladım.

HAYIR, DEMENİN VAKTİDİR!

Kitabı bitirdiğimde şunları düşünmüştüm. Birinci vazifemiz olan bağımsızlık ve cumhuriyeti korumanın zamanıdır.
 Ülkeden İngiliz zırhlısına binip kaçanların torunlarının çıkıp konuşmaya başladığı bu günlerde onlara kes sesini demenin vaktidir.
Egemenliği tek elde toplamaya çalışanlara karşı  hayır demenin vaktidir..
Yeniden saltanat ve hilafet mücadelesine girenlere karşı, cumhuriyet, bağımsızlık ve laiklik mücadelesinin vaktidir.
Muhtaç olduğumuz kudret tarihimizde, düşüncemizde ve kalbimizdedir!

MAHMUT ASLAN
06.02.2017



CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ