Son günlerde yaşanan
olaylar üzerine yeniden Nutuk’u okumaya başladım. İlk satırından itibaren kendimi
Cumhuriyet Halk Partisinin 2. Büyük Kurultayında TBMM salonun da hissettim.
Büyük Gazi’yi izliyordum, gözlerimi ondan alamıyordum.
Sarı saçlı, mavi
gözlü dev, yine çok şık giyinmişti o gün ve kendinden emin ve gururlu kürsüye
çıktı. O an bütün her yanı sessizlik sardı. Dışarıda esen yelin, yere düşen
yaprağın sesi salonun içinde yankı yapıyordu.
Mavi gözlü dev
konuşmaya başladı, konuştu da konuştu. Sanki Şehrazat binbir gece masallarını
anlatıyordu. Salondaki herkes pür dikkat kesilmiş dinliyordu.
“1919
senesi Mayıs'ın 19 uncu günü Samsun'a çıktım. Vaziyet ve manzara-ı umumiye:
Osmanlı Devleti'nin dâhil bulunduğu
grup, Harb-i Umumide mağlup olmuş Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları
ağır bir ateşkes antlaşması imzalanmış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında,
millet, yorgun ve fakir bir halde. Millet
ve memleketi Harb-i Umumiye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek,
memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden
Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını koruyabileceğini hayal
ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki
hükümet; aciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız Padişahın iradesine tabi ve onunla
beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı.
Ordu'nun elinden silahları ve
cephanesi alınmış ve alınmakta...” diye başladı söze. 1919’dan 1927 yılına kadar
yaşanılanları, Kurtuluş Savaşını, Türk Devriminin köşe taşlarını anlatıyordu.
Her konuşma bölümünün
başında Efendiler! nidaları ile
inliyordu salon.
Mavi gözlü dev 6 gün,
36,5 saat yaşadıklarını, belgeleri ile anlattı. Bu anlatının adı Nutuk olarak
tarihe geçti.
İHTİMAL
BAZI KAFALAR KESİLECEKTİR!
Saltanatın
kaldırılmasını anlattığı bölümde şöyle sesleniyordu Gazi Paşa,
“Efendiler hâkimiyet
ve saltanat kimse tarafından hiç kimseye ilim icabıdır diye görüşmeyle
tartışmayla verilmez. Hâkimiyet ve
saltanat kuvvetle kudretle zorla alınır. Osman oğulları Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatını zorla el
koymuşlardır. Bu haksız durumu altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi
de Türk milleti bunlara hadlerini bildirerek hâkimiyet ve saltanata isyan
ederek idareyi kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldu bittidir. Konumuz
millete saltanatı bırakmak ya da bırakmamak değildir. Mesele zaten olup bitmiş
bir gerçeği ifade etmekten ibarettir. Bu derhal olacaktır. Burada toplananlar
meclis ve herkes meseleyi olduğu gibi görürse doğru olur. Aksi takdirde gerçek
yine gerektiği şekilde belirtilecektir. Fakat
ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
Fakat ihtimal bazı
kafalar kesilecektir… Bu devrimci söylemi duyan saltan ve hilafet yanlıların
elleri ayakları bağlandı, dut yutmuş bülbüle döndüler bir anda.1 Kasım 1922
tarihinde hâkimiyeti 600 yıl zorla ele geçilmiş Osmanlı saltanatına son
verildi.
17
Kasım 1922 yılında Vahdettin bir İngiliz zırhlısına binerek ülkeden kaçtı.
Bu kaçışı da şöyle
anlattı salondakilere,
“Kamuoyunu gerçek
durumla karşı karşıya bırakmayı tercih ederim. O zaman, Saltanat'ı atadan oğula
geçirmek gibi yanlış bir usulün sonucu olarak, büyük bir makam, tantanalı bir
ünvan kazanabilmiş birsefilin,
gururu çok yüksek asil bir milleti nasıl utanılacak bir duruma düşürebileceği
kendiliğinden anlaşılır. Gerçekten de,
her ne sebeple ve ne şekilde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyetini ve
hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdi bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir milletin başında
olduğunu düşünmek ne hazindir! Şükre değer bir durumdur ki, bu alçak,
mirasına konduğu Saltanat makamından millet tarafından atıldıktan sonra,
alçaklığını sonuna kadar getirmiş oluyor. Türk milletinin bu işte önce
davranması elbette takdire değer.”
Saltanatın
kaldırılışını, cumhuriyetin kuruluşu, Lozan’ı anlatmaya devam ediyordu Gazi
Paşa. Salondakilerde pür dikkat dinlemeye devam ediyordu.
Saltanat kaldırılmış
Egemenlik Kayıtsız Şartsız millete bırakılmıştı ama bir başka sorun daha vardı.
Hilafet…
Emperyalist
İngilizlerin zırhlısı ile ülkeden kaçan Vahdettin’den alınan Hilafet makamı
millet meclisinin aldığı kararlara uyacağını söyleyen Abdülmecit Efendiye
verilmişti. Kazın ayağı öyle olmadı ama Hilafetin lağv edileceği 3 Mart 1924
yılına kadar kendisini saltanatın devamı gören Abdülmecit Efendi, verdiği
sözleri tutmamıştı.
Hilafetin
kaldırılması da zaruri bir hal almıştı. Mecliste Hilafetin kaldırılması için
görüşmeler başladı. Bazı hoca efendiler yine mırın kırın ediyorlardı.
Gazi bu durumu şöyle
anlattı salondakilere,
“Görüşme ve
tartışmalara ben de katıldım. Konuşmalarımın çoğu, ileri sürülen düşüncelere
cevap niteliğinde idi. Söylediklerimin özü şu cümlelerde toplanıyordu: Bu konu
fazlasıyla tartışılıp tahlil edilebilir. Ancak, tartışma ve tahlillerde ne
kadar ileri gidersek, konuyu çözüme bağlamakta da o kadar güçlük ve gecikmelere
uğrarız. Yalnız, şu noktaya hepinizin dikkatini çekerim. Bu Meclis, Türk halkının Meclisidir. Bu Meclis'in sıfat ve yetkileri
yalnız ve ancak Türk halkının ve Türk vatanının varlığı ve kaderi ile ilgili ve
onlar üzerinde etki yapabilir. Meclisimiz, kendi kendine bütün İslâm
dünyasını içine alan bir güç ve kudrete sahip olamaz Efendiler! Türk milleti ve onun temsilcilerinden kurulmuş bulunan
Meclis'imiz kendi varlığını, halife ünvanını taşıyan veya taşıyacak olan bir
zatın eline veremez ve vermeyecektir Efendiler! Bundan dolayı İslâm
dünyasında karışıklık varmış veyahut olacakmış. Bunların hepsi anlamsız ve
yalan sözlerdir. Kim söylemişse yalan söylemiştir, yalan söylüyor."
Bu sözüme itiraz eden bir zata cevap verdim ve
açıkça dedim ki :
-
Sen yalan söyleyebilirsin, yaratılışın buna elverişlidir!
Efendiler, ortalığı
gürültüye vermenin gereği olmadığını açıkladıktan sonra, dedim ki :
"Bizim dünya
gözündeki en büyük güç ve kudretimiz, yeni şekil ve mahiyetimizdir. Hilâfet
makamı esaret altında olabilir. Halife ünvanını taşıyanlar, yabancılara
sığınabilirler. Düşmanlar ve halifeler elele verip her şeyi yapabilecek bir
işbirliğine girişebilirler. Fakat yeni Türkiye'nin rejimini, politikasını ve
kuvvetini hiç bir şekilde sarsamazlar.
“Türk
halkının kayıtsız ve şartsız hâkimiyetine sahip olduğunu bir defa daha ve
kesinlikle tekrar ediyorum. Hâkimiyet, hiçbir anlamda, hiçbir şekilde, hiçbir renk
ve hiçbir kılavuzlukta ortaklık kabul etmez. Ünvanı ister
halife ister başka bir şey olsun, hiç kimse bu milletin kaderine ortak çıkamaz.
Millet buna kesinlikle müsaade edemez. Bunu teklif edecek hiçbir milletvekili
bulunamaz. Bunun içindir ki, kaçmış olan Halife'nin Halifeliğine son verip,
yenisini seçmek ve bu konu ile ilgili bütün işlemlerde belirttiğim görüşler
çerçevesinde hareket etmek zarurîdir. Başka türlüsüne kesinlikle imkân yoktur.”
Hilafet ’de
kaldırıldıktan sonra hızla devrimler tamamlanmaya ve ülke kültürel ve ekonomik
olarak kalkınmaya geçti.
Mavi gözlü dev üçüncü
günün sonunda Nutku’nun sonuna geldiğinde Ey Türk Gençliği sözlerini okuduğu
anda gözyaşlarını tutamadı o anda tüm salon gibi ben de ağlamaya başladım.
HAYIR,
DEMENİN VAKTİDİR!
Kitabı bitirdiğimde
şunları düşünmüştüm. Birinci vazifemiz olan bağımsızlık ve cumhuriyeti
korumanın zamanıdır.
Ülkeden İngiliz zırhlısına binip kaçanların
torunlarının çıkıp konuşmaya başladığı bu günlerde onlara kes sesini demenin
vaktidir.
Egemenliği tek elde
toplamaya çalışanlara karşı hayır
demenin vaktidir..
Yeniden saltanat ve
hilafet mücadelesine girenlere karşı, cumhuriyet, bağımsızlık ve laiklik
mücadelesinin vaktidir.
Muhtaç olduğumuz
kudret tarihimizde, düşüncemizde ve kalbimizdedir!
MAHMUT ASLAN
06.02.2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder