17 Haziran 2020 Çarşamba

Yeniden Toplumcu Belediyecilik

Bütünlükçü bir yerel yönetim anlayışı yeniden ortaya konulmalı ve bu bakış açısı doğrultusunda projeler belediyelerde uygulanmalıdır. Çok zor bir şey gibi görünebilir ama imkânsız değil.
31 Mart 2019 tarihinde yerel seçimler yapıldı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu’na mazbatasının gecikmeli olarak 17 Nisan 2019 tarihinde verilmesi ile seçimler son bulmuş görünüyor.
Bu seçimler sonuçları itibari ile tarihe geçecek niteliktedir. 1994 yılında birçok Büyükşehir’in yönetimini siyasal İslamcılara kaptıran CHP, 25 yıl sonra 3 büyük ili ve birçok büyükşehir belediyesini yeniden kazandı.
Tarihe not düşmek adına konumuza geçmeden ve şunu da belirtmeden geçmeyelim; Yüksek Seçim Kurulu’nun HDP’li belediye başkanlarına KHK nedeni ile mazbatalarını vermemesi demokrasi adına kara bir lekedir. ‘Bu adayların seçilme yeterliliği yoksa neden aday olmasına izin verdiniz diye çok basit bir soru soralım ve bu kararı veren üyeleri kendi vicdanları ile baş başa bırakalım.
İlkesel yönetim anlayışı
Gelelim konumuza; evet CHP birçok belediye yönetimini kazandı ama bu yerel yönetimlere sunduğu gerçekçi bir yerel yönetim politikası var mı? Yerel yönetimlerde bugüne kadar yaptığı gibi seçilen belediye başkanlarının vizyonuna mı bırakılacak bu politikayı uygulamak. Ankara’da başka, İstanbul’da başka, Adana’da başka bir belediyecilik anlayışı ileride yapılacak cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde bir başarı getirmez. Çünkü ilkesel bir yönetim anlayışı olmayan ve politik bir birliktelik göstermeyen partiye halk ülkenin yönetimini temsil etmek için güven duymaz.
Peki, yapılması gereken nedir? Yeniden bütünlükçü bir yerel yönetim anlayışı ortaya konulmalı ve bu bakış açısı doğrultusunda projeler belediyelerde uygulanmalıdır. Çok zor bir şey gibi görünebilir ama imkânsız değil. Geçmişte bunun örneğini bulmak mümkün, 1973’te CHP 3 büyük ilin belediye seçimlerini ilk kez kazanmıştı. İstanbul Belediyesini yüzde 64 oyla Ahmet İsvan, Ankara Belediyesi’ni yüzde 65 oyla Vedat Dalokay, İzmir Belediyesini yüzde 49.6 oyla İhsan Alyanak kazanmıştı. Bu belediye başkanları ve diğer CHP’li belediye başkanlarının uygulamaya koydukları “Toplumcu Belediye” anlayışı tarihe geçmiştir. Örneğin seçim öncesi hükümetin yeni bir şey gibi uygulamaya koyduğu “tanzim satış” uygulaması o günlerden kalma bir uygulamadır.
Nedir toplumcu belediyecilik?
Prof. Dr. İlhan Tekeli birçok yazısında bu belediyecilik anlayışını 5 madde altında toplamış ve bunları şöyle açıklamıştır.
1- Demokratik belediye: Halk kitlelerinin yönetime katılımını sağlayarak ve bu sayede merkezi yönetiminin engellemesinin önüne geçilmesini sağlamak.
2- Üreteci belediye: Kaynakları kıt olan belediyelerin tasarruf edici uygulamalar yapması, kendi üretebilecekleri hizmetleri kendisini üretmesi.
3- Tüketim düzeyini belirleyen belediye: Halkın yaşamının ucuzlatılması için aracıların gücünün kırılmasını ve tüketicinin aracısız olarak ürüne ulaşımın sağlanması, tanzim satış, halk ekmek, halk süt vb. uygulamalar.
4- Birlikçi ve bütünlükçü belediye: Belediye birlikleri kurarak, belediyeler arası dayanışmayı artırmak. İzmit Belediye Başkanı Erol Köse önderliğindeki Marmara ve Boğazlar Belediye Birliği deneyimi.
5- Kaynak yaratıcı belediye: Belediyelerin gelir kaynaklarının demokratik belediye anlayışı çerçevesinde emekçi kitlelerinin ve geniş halk yığınlarının çıkarına doğru fiyatlandırılmasıdır.
Bu politikaları uygulayan belediyeler bütün yokluklar içinde büyük başarılara imza atmıştır.
Çalıştay Acilen Yapılmalı
CHP Genel Merkezi bir an önce “Yeniden Toplumcu Belediyecilik” çalıştayı yapmalı ve geçmişin deneyimlerine dayanarak günümüzde belediyelerin ortak uygulayacağı politikaları acilen belirlemelidir.
Çünkü iktidar CHP’li belediyeler başarı göstermesin diye birçok hamle yapabilir. Geçmişte CHP’li belediyeler bu tür baskılarla baş başa kaldılar. Dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan anılarında bu konuda şunları yazmaktadır: “Belediyece alınacak her karar değişikliği bakanlıkların müdahalesine tabi ve iznine bağlıydı. Ayrıca belediyemiz inanılmaz ölçüde parasız bırakılıyordu, hükümetin verileceği yardımlara devamlı muhtaç tutuluyordu.”
Bu zorlukları dayanışma ile aştılar. Bununla ilgili Bülent Ecevit şöyle demektedir: “CHP’li belediye başkanları biraz da biz hükümette değilken devletçe yalnız bırakılmış olma nedeniyle, yer yer kendi aralarında dayanışma ve yardımlaşma düzeni kurmaya başladılar. Bu bizim zorlamamıza, itelememize gerek olmadan, yerel ve doğal ihtiyaçların sonucu olarak kendiliğinden oluşmaya başladı.”
Yıllardır yerel yönetimlerde kurulan siyasal İslamcı yönetim anlayışına bir nokta koyan ve seçimde büyük başarı kazanan bütün belediye başkanlarını tebrik ederim. Ankara, İstanbul ve İzmir, Adana, Antalya, Mersin ve diğer belediye başkanlarımıza toplumcu belediyeciliğin efsane ismi Ahmet İsvan’ın “Başkent’in Gölgesinde İstanbul” isimli anı kitabını okumalarını öneririm.
Mahmut Aslan
Not: Bu yazı 02 Mayıs 2019 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmıştır.

100. Yıl Böyle Kutlanmamalıydı!

Gazi, Büyük Nutku’na “1919 yılı Mayısının 19 uncu günü Samsun’a çıktım” diye başlar. O gün bağımsızlık savaşının başladığı gündür.

Ulusumuzun verdiği bağımsızlık savaşı sadece bizim için değil bütün mazlum milletler için de önemli ve anlamlıdır. Gandi’nin “Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar, Tanrı’yı da İngiliz zannediyordum” sözü ve Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda ölen askerlerin cebinden Mustafa Kemal fotoğrafı çıkması buna genel örnek olarak verilmektedir.
O günden bugüne insanlık tarihi için kısa, insan ömrü için uzun 100 koca yıl geçti. Onlu yılların kutlanması insanların doğum günü, evlilik günü kutlamalarında olduğu gibi, toplumsal olayların kutlanmasında da her zaman önemlidir.
Cumhuriyetin kuruluşunun 10. Yıl kutlamalarını düşünün, o dönem o kıt kaynaklarla nasıl gösterişli bir kutlama yapılmıştır. 1933 yılı başlarında onuncu yıl programını hazırlamak üzere Cumhuriyet Halk Fırkası idaresi çalışmalarına başlamış ve bu çalışmaların sonucunda Cumhuriyet İlanının 10. yıldönümü kutlama kanunu (2305 sayılı kanun) 11.6.1933 tarihinde 12 maddelik kabul edilmiştir. Bu maddelerde neler yok ki; dış ülkelerden temsilcilerin daveti, üç günlük tatil, gece alayları, ücretsiz tiyatrolar, filmler, temsiller…
Onuncu yıl kutlamalarının ülke genelinde, köylere varıncaya kadar kutlanması hedeflenmiştir. Bu amaçla işi merkezde yürütecek olan başbakanlığa bağlı olmak üzere Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF, daha sonra CHP) Umumi Katibi Kütahya Milletvekili Recep (Peker) Bey’in başkanlığında, CHF Umumi katibi Erzurum Milletvekili Nafi Atuf ile Milli Müdafaa, Dahiliye ve Maarif Vekilleri Müsteşarlarından oluşan “Kutlama Yüksek Komisyonu” kurulmuş ve 15 Temmuz 1933 tarihinde ilk toplantısını yapmıştır.
Kutlamaları düzenlemek için kurulan komisyonun başkanı Recep Peker valiliklere şöyle bir genelge gönderilmiştir:
“Yapılacak işler Türkiye’de on yıl önce doğan Cumhuriyet güneşinin sıcaklığı ile bütün memleketi ısıtacak ve on yıllık Cumhuriyet devrinin vatana getirdiği ve getireceği en yüksek saadetin heyecanını herkese duyuracak bir şekil ve kıymette olmalıdır. Bunun için yapılacak işler büyük hacimde sesli, hareketli, renkli, fikirli, manalı ve hesaplı olmak elzemdir”
10. yıl kutlamalarına Sovyetler Birliği, Macaristan, Almanya ve Bulgaristan gibi ülkelerden heyetler gelmiştir. Hatta Atatürk’ün bu törenlerde okuduğu 10. Yıl Nutku’nun video kayıtları da bir Sovyet yönetmen olan Sergei Yutkeviç tarafından çekilmiş ve hepimize anı kalmıştır. Bu çekimin ilginç de bir hikâyesi vardır. Konuyu merak edenler yönetmenin ismi ile google’da arama yaparsa bu olayın hikâyesini okuyabilirler.
Cumhuriyet’in 10.yılı kutlama programı çerçevesinde 20000 civarındaki köye CHF tarafından Türk bayrağı ve altı oklu CHF bayrağı gönderilmiştir.
Bu kutlamaların en ilginç yanlarından biri de kent merkezlerine halk kürsülerinin kurulmasıdır. 18 yaşını doldurmuş kadın ve erkek her yurttaş halk kürsüsünde söz alma hakkına sahiptir ve inkılâbın, Cumhuriyetin ve istiklalin kıymeti, üstünlüğü, ehemmiyeti konularında istediklerini söyleyebilmektedir. Günümüzde böyle bir kürsüyü meydanlara koyun bakın neler oluyor.
10. Yılı için böylesine düşünülmüş ve hazırlanmış bir kutlamayı planlayan bir ulus yaklaşık 90 yıl sonra bağımsızlık savaşının başlangıcının 100. Yılını layığı ile kutlayamamıştır. Günü birlik konserler ve yürüyüşlerle bu anlamlı gün geçiştirilmiştir.
Bu yıla ait sempozyumlar, konferanslar, belgeseller, filmler hazırlanmamış, kitaplar ve dergiler yayınlanamamıştır.
100. yıl kutlamasını Atatürk ve Cumhuriyet rejimi ile hesaplaşma anlayışı ile Cumhuriyet kurumlarını yok edenlerin düzgün yapmayacağı, geçmiş icraatlarından bilinmektedir. Bu kutlamaları hazırlaması gerekenler Atatürk’ün kurduğu CHP olmak üzere Atatürkçü kimlikleri ön planda olan ADD, ÇYDD, Birleşik Kamu İş ve Cumhuriyet Gazetesi gibi kurum ve kuruluşlardı. Bu konu da bütün bu cumhuriyetçi kurumlar sınıfta kalmıştır. Umarım Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılı için bu sene yapılan hatalardan ders alınarak düzgün bir kutlama yapılabilir.
NOT: Yazı da Yasemin DOĞANER’in CUMHURİYET’İN ONUNCU YIL KUTLAMALARI başlıklı bilimsel makalesinden ve çeşitli araştırmalardan yararlanılmıştır.
Bu yazı 31 Mayıs 2019 tarihinde www.telgrafhane.org adresinde yayınlanmıştır.

DİSK’in Yapması Gerekenler


DİSK’in 16. Genel kurulu tamamlandı. Genel Kurulun bir gün öncesi (13 Şubat) DİSK’in 53. kuruluş yıldönümü nedeniyle 45 ülkeden gelen konuklar, ülkelerinde yaşanan sendikal süreçlerle ilişkin konuştu. Konuklar, ağırlıklı olarak kapitalizmin açtığı eşitsizliğe karşı her zeminde mücadele edildiğini, örgütlenmenin önüne engeller çıkarıldığını ve kapitalizmin kâr hırsı nedeniyle doğamızı yok ettiğini vurguladı.
Konuşmalar sonrasında ise DİSK’in 50 yılı aşkın mücadelesini ve deneyimini orijinal kaynaklardan nesnel biçimde anlatmayı amaçlayan “DİSK Tarihi” kitabının ilk cildi tanıtıldı.
Güçlü yönetim
Burada getireceğim öneriler, genel kurulda seçilen güçlü yönetim tarafından umarım dikkate alınarak uygulamaya konulur. Güçlü yönetim diyorum, çünkü seçilen bütün yönetim kurulu üyeleri DİSK’e bağlı en güçlü sendikaların genel başkanlarından oluşuyor. Bu da DİSK’in bundan sonraki eylemliliğinde bütünlüğünü sağlayarak daha güçlü ses çıkarmasını, varlık göstermesini sağlayabilir.
Yeni döneme dair önerilerimi şöyle sıralayabilirim:
Yapılan birçok konuşmadan çıkardığım, örgütlenme önünde yasal engellerin çok fazla olduğudur. Bu bilinenin ilanıydı. DİSK’in en güçlü olduğu dönemde, örgütlenmesinin arka planında 1961 Anayasası olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle DİSK yeni dönemde en çok örgütlenme ve grev hakkının önündeki engelleri kaldırmak için 12 Eylül darbe artığı anayasasının yerine yeni demokratik anayasanın yapılmasını sağlamak için mücadele etmelidir. Bunun olabilmesi içinde güçlü bir parlamenter sisteme dönülmesine ihtiyaç vardır.
Emeklinin hakları
Bugünün çalışan işçileri yarının emeklileridir. Emeklilik sistemimiz ise çökmüş durumda. Çok sayıda emekli açlık sınırının altında aylık almaktadır. DİSK’in en büyük mücadele alanlarından biri de, çökmüş emeklilik sistemini çöpe atarak tüm emekçilerin gönenç içinde yaşayacakları emeklilik hakkını alması mücadelesi olmalıdır.
Asgari ücret sahte enflasyon hesapları ile açlık ücreti konumundadır. Asgari ücret sadece onunla geçinenlerin değil ona bağlı olarak ücret düzenlemesi yapılan milyonların da büyük sorunudur. Bu soruna yönelik DİSK daha çok ses çıkarmalı, meydanlarda milyonların katılacağı mitinglerin öncüsü olmalıdır.
Gelir vergisi dilimlerindeki adaletsizlik nedeniyle düşük ücretler yılsonuna doğru giderek daha da azalmaktadır. İşçi sınıfının refahını artırmak için vergide adalet mücadelesi çok önemlidir.
DİSK eylemleri, talepleri ve istekleri birkaç gazetenin dışında ses bulamadığından kamuoyunu bilgilendirme konusunda eksiklikler yaşanmaktadır. DİSK kendi sesini daha fazla duyurabilmek için yeni iletişim teknolojilerini daha iyi kullanmalı ve 184 bin üyesini bu konuda bilgilendirmelidir. Twitter’da DİSK’in Sesi sayfasının takipçi sayısının 83 bin olduğu görülmektedir. DİSK önce kendi üyelerini bu konuda harekete geçirmeli daha sonra kamuoyunun bütün kesimlerinin takip ettiği sosyal ağları oluşturmalıdır. Ayrıca DİSK’in Sesi dergisi ise şubelerde kalmakta ve işçilere ulaşmamaktadır. Derginin işçilere ulaşması için eve postalanması ya da mobil uygulamasının bir an önce kurulması gerekmektedir.
Hedef 1 milyon olmalı
DİSK’e bağlı 22 sendikadan sadece beşi; Genel-İş, Lastik-iş, Birleşik Metal-İş, Güvenlik-Sen ve Tekstil toplusözleşme yapabilir durumdadır. DİSK dayanışması içinde diğer sendikaların da barajı aşabilmesi için örgütlenme seferberliğine gidilmelidir. Hedef ise 1 milyon üyelik olmalıdır.
Çocuk işçilik, göçmen işçiliği (Suriyeliler, Afganlar), esnek ve ucuz çalıştırma ve işsizlik konusunda araştırmalar yapılmalı, kamuoyu bu konuda doğru bilgilendirilmeli ve bu konularla mücadele edilmelidir. Kısaca nerede bir işçi sorunu, bir hak gaspı varsa DİSK orada olmalıdır.
Mahmut Aslan- DİSK Delegesi 
Bu yazı 21 Şubat 2020 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmıştır.

Kıdem Tazminatı Kırmızı Çizgi!

AKP iktidarında emekçilerin gelirleri günden güne erimektedir, emekçilerin çoğu yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Buna rağmen AKP iktidarı ne zaman parasız kalsa gözünü emekçilerin birikimlerine dikmiştir.
Kıdem tazminatı işçinin güvencesi olduğu için işçi sendikaları kamuoyuna açık ve net olarak kıdem tazminatının fonuna karşı olduklarını genellikle açıklamaktan imtina etmişlerdir.
AKP İKTİDARI KIDEM TAZMİNATI FONU İLE NELER GETİRMEK İSTİYOR?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan istihdam paketi adında yeni bir çalışmaya başladıklarını belirten bir açıklama yaptı. Tamamlayıcı Emeklilik” adı altında Kıdem Tazminatı Fonu ile entegre edilmiş zorunlu bireysel emekliliğin yeni versiyonunu gündeme getirdi. Kısacası bu değişiklik ile emekçilerin emeklilik güvencesinde yara açılacak.
İşçilerin her bir yıl çalışmasına karşılık 30 günlük ücreti (bu ücret toplu iş sözleşmesi ile artırılabilmektedir) işveren tarafından işten haksız çıkarılması, işçinin haklı fesih sebebi ile işten ayrılması ve 1475 sayılı İş Kanunun, 14. maddesinde yazan diğer hallerde işçiye ödenmektedir. Yeni getirilmesi düşünülen fon ile bu uygulama tamamen ortadan kaldırılacaktır.
Gündemdeki birinci formülde 30 günlük kıdem tazminatının 19 gününün mevcut sistemdeki gibi devam etmesi, 11 günün ise Kıdem Tazminatı Fonu’na devredilmesi öngörülüyor. Bu formül için 11 günlük brüt ücret üzerinden kıdem tazminatı fonuna prim kesilecek. İşçinin her bir yıllık hizmete karşılık alacağı 30 günlük Kıdem Tazminatının 19 günü mevcut sistemdeki kurallar çerçevesinde ödenecek, 11 günü ise kıdem tazminatı Fonu’nda birikecek.
İkinci formülde ise Kıdem Tazminatı fonu için yüzde 6 oranında prim kesilecek. Bunun 4 puanı işveren, 0.5 puanı işçi priminden oluşacak. Devlet 1 puan katkıda bulunacak. Vergi indirimi yoluyla da 0.5 puanlık ilave prim katkısı yapılacak. Böylece toplam prim tutarı yüzde 6 olacak.
30 günlük ücret üzerinden ödenen mevcut kıdem tazminatı aylık yüzde 8.33'e karşılık gelmektedir. Fona yüzde 6 oranında prim kesilmesi, 21.6 günlük kıdem tazminatına karşılık geldiğinden. Yeni sisteme geçilirse her yıl için işçi 8.4 günlük tazminatını alamayacaktır.
Cumhuriyet gazetesinden muhabir Mustafa Çakır’ın haberine konunun biraz daha anlaşılması için burada göz atmakta fayda var: “İşçi 75 yaşına kadar toplu para alamayacak. 60 yaşında ancak kıdem tazminatının yüzde 25’ini alabilecektir.”
sacası Saray İktidarının düzenlemesinin arkasında yatan ana amaç; kamusal emeklilik sistemi parçalayarak, iş güvencesi olan kıdem tazminatı, fona dönüştürmek ve böylelikle işçilerin işverenler tarafından kolayca kapının önüne konulmasını sağlamaktır.
İŞSİZLİK SİGORTA FONU’NDA YAPILAN USULSÜZLÜKLER
İşçiler kıdem tazminatının fona dönüştürülmesine neden karşıdır?
İki uygulamayı hatırlamakta fayda var.
Birincisi Konut Edindirme Yardımı (KEY), bu yardım için emekçilerden toplanan paralar uzun yıllar sonra halk deyimi ile pul edilip emekçilere verilmiştir.
İkinci olarak hatırlanması gereken şey, İşsizlik Sigortası Fonu’dur.
Kanuna göre, İşsizlik Sigortası Fonu’ndaki para işgücünün istihdam edilebilirliğini artırmak, çalışanların vasıflarını yükselterek işsizlik riskini azaltmak ve teknolojik gelişmeler nedeniyle işsiz kalması beklenenlerin başka alanlara yönlendirilmesini sağlamak, istihdamı artırıcı ve koruyucu tedbirler almak ve uygulamak, işe yerleştirme ve danışmanlık hizmetleri temin etmek, işgücü piyasası araştırma ve planlama çalışmaları yapmak amacıyla” kullanılması gerekmektedir.
Bu paranın nerelere harcandığını geçmişte gazetelerde çıkan bir iki habere göz atarak işçilerin neden yeni bir fon sistemine güvenmediğini ve güvenmemesi gerektiğini görebiliriz. Bu konuda hafızamızı tazelemekte fayda var.
12 Ekim 2015 tarihinde basında yer alan habere bir göz atalım:
Mart 2002 tarihinden, 31 Ağustos 2015 tarihine kadar işsizlere sadece 10 milyar 60 milyon lira ödeme yapılırken, Fon'dan GAP'a yapılan ödemenin 12 milyar lirayı aşması dikkat çekti.”
4 Ekim 2018 yılında basında yer alan haberlere göre İşsizlik Sigorta Fonu’ndan 11 Milyar TL kanunsuz olarak kamu bankalarına aktarıldığı iddia edilmiştir. Bu haberlerle ilgili açıklama yapan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın“Geçen sene de birtakım kaydırmalar yapılmıştı” diyerek iddialarının doğru olduğunu kabul etmiştir.
İşçilerin emekli olduktan sonra kurduğu ev ya da araba alma hayali olan kıdem tazminatı kıdem tazminatı uygulaması işçiler için hayati önemdedir ve bu nedenle de sendikaların kırmızı çizgisidir.
NE YAPILMALI?
Peki, ya kıdem tazminatı ile ilgili ne yapılmalıdır?
Genel-İş Sendikamızın konuyla ilgili açıkladığı 4 madde çok önemlidir:
1. Kıdem tazminatı tüm işçiler için, çalışma yılı şartı olmaksızın kullanılabilen bir hak olmalıdır.
2. Kıdem tazminatı, her türlü işten ayrılma durumunda işverenler tarafından ödenen ve ödenmemesi durumunda devlet tarafından güvence altına alınan bir hak olarak yeniden düzenlenmelidir.
3. İşyerinin iflas etmesi ve icra durumunda işçi alacakları öncelikli olmalıdır.
4. İşveren için bir koruma olan kıdem tazminatı tavan uygulaması kaldırılmalıdır. Kıdem tazminatı işçilerin aylık kazançları üzerinden hesaplanmalıdır.
MAHMUT ASLAN
DİSK GENEL-İŞ SENDİKASI ÜYESİ
17.06.2020 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmıştır.