25 Mayıs 2022 Çarşamba

Mansur Yavaş’a Açık Mektup

"Herkesi memnun edelim dersek, mümkün olsun, hepsi memnun olsun, ama biz bir maksadı temin etmiş olmayız. İdare-i maslahatçılar esaslı bir inkılap yapamaz. Bugünkü sefalet ve rezalet içinde esasen kimseyi memnun etmeye imkân yoktur. Memleket mamur, millet zengin olduğu zaman herkes memnun olur."

                                                                                                                         Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Sayın Yavaş,
Bu mektubu size verdiğimin oyun takipçisi olmam, vicdani sorumluluğum ve demokratik solculuğumun gereği olarak yazıyorum. Demokratik solculuğum derken bakmayın siz Kemal Bey’in sağ-sol kalmadı demesine mensubu olduğumuz Cumhuriyet Halk Partisi tarihi ortanın solundan, demokratik sola uzanan bir süreç izler. Bu sürecin sonucunda da CHP tüzüğünün ikinci maddesinde bu durum somutlaşmıştır.
Günümüzde pek mektup yazılmıyor ve mektup yazan milletvekillerine Kemal Bey kızıyor ama mektup yazmak güzel bir gelenektir. Tarihe not düşme açısından da yararlıdır.
İKİ YILDIR TATMİN EDİCİ ÇALIŞMA YAPILMADI
Sayın Yavaş, seçilmenizin üzerinden neredeyse iki yıl geçmesine rağmen, az çok belediyecilik bilenleri tatmin edecek bir belediyecilik çalışması yapamadınız. CHP’li belediyelere bu dönem de yapılan baskıların sığınmanız gereksizdir. Çünkü bugün sizlere yapılanların daha fazlası 1970’li yıllarda AP’den belediyeleri alan CHP’li belediyelere yapılmıştır. Ancak o şartlarda yapılan toplumcu belediyecilik tarihe altın harflerle geçmiştir. Bu konuda özellikle dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın anıları okumanızı salık veririm.
Yalçın Küçük’ün dönekler “Ortodoks” olur diye bir tezi vardı. Biz bu sözün doğruluğu AKP kadrolarına geçen birçok siyasal dönekte görmemize rağmen, siz bu tezi çürütüyorsunuz. Çünkü Ankara Anakent Belediyesinde 25 yıldır siyasal İslamcı kadrolara karşı direnen Atatürkçü, yurtsever, demokratik solcu kadroyu görmezden geliyor ve onların emeğini ve direnişini yok sayıyorsunuz. İki yıldır halkın aklında kalacak bir belediyecilik yapamamanızın arkasında liyakatsız, iş bilmeyen Türk İslamcılığının en gerici unsurları olan BBP geleneğinin kadroları ile iş tutmanız bulunuyor. Belki de belediyenin her katında yapılandan eski belediye başkanı İ. Melih Gökçek’in haber alması bu sebepledir. Oturduğunuz koltuk nüfus itibari ile küçük olan Beypazarı Belediyesi koltuğu değil ülkenin Başkent’ini yöneten koltuktur. Bu koltuğu dar kadrolar ile yönetmeye devam ederseniz iş yapamazsınız. Çünkü atadığınız daire başkanlarının bilgi birimi, liyakatı bu kenti yönetmeye ve biz cumhuriyet yurttaşlarını memnun etmeye yetmez.
Mansur Bey,
Yolsuzlukların üstüne gittiğinizi söylüyor ve hatta bazılarını mahkemeye veriyorsunuz. Peki, mahkemeye verdiğiniz bazı isimleri neden hala daire başkanı kadrosunda tutuyorsunuz? İsim istiyorsanız Melih Gökçek döneminde kiralandığı halde çok az kullanılan ve çok fazla bedel ödenen helikopter kiralamasının altında imzası olan Dış İlişkiler Daire Başkanınız Ramazan Kabasakal’a bakabilirsiniz. Kabasakal’ı bir tarikata yakın olduğu için o koltukta tuttuğunuz söylentisi de parti kamuoyu tarafından dinlendirilmeye başlamıştır.
İHALELER ESKİ FİRMALARA VERİLMEYE DEVAM EDİYOR
Evet, yolsuzlukların üstüne gittiğinizi söylüyorsunuz. Buna rağmen eski belediye başkanı zamanında ihaleleri alan firmalar nasıl oluyor da bu dönemde de ihaleleri almaya devam ediyor merak içindeyim. Bu durumu da örnekleyelim isterseniz. Geçtiğimiz günlerde twitter adresinden Önder Algedik’in belgeleri ile açıkladığı “Salgına rağmen 4,5 milyon tonluk rekor asfalt ihalesine çıkan Ankara Büyükşehir Belediyesi işi Söğüt inşaata vermiş.” twit dizisine bakabilirsiniz. Kim bu Söğüt İnşaat diye bakıldığında ODTÜ yolunda binlerce ağacı kesen AKP’ye yakın firma olduğu görülmekte. Şimdi içinizden, “ihaleler açık, en iyi teknik donanım, alt yapı onlarda girip ihaleyi alıyorlar kardeşim” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Çünkü bu ihalelerin neden bu firmalara verildiğini sorsam bu cevabı alıyorum. Bu kafa ile ihaleler verilmeye devam ederse ilerde “sizin gibi dostları” ile iktidar olacağını söyleyen CHP, bugün beşli çete diye kızdığı kişilere merkezi iktidarın bütün ihalelerini vermeye devam eder. Çünkü onlarda bütün ihaleleri alabilecek teknik alt yapıya sahipler diyecektim ki ne göreyim ihaleye giren Söğüt İnşaat 26 firma içinden en iyi teklifi veren 14 şirketmiş. Bu ihale işleri tarafınızca kontrol edilmiyor mu?
Mansur Bey, yaptıklarınıza belki de CHP’nin üst kadrolarından ses gelmiyor. Bu kadrolara Kemal Bey tarafından size karışmama emri de verilmiş olabilir. Ancak Kemal Bey, siz ve diğer CHP’nin üst kadrolarını elinde tutanlar şunu unutmasın ki Cumhuriyet Halk Partisine oy veren seçmen diğer siyasal İslamcı ve ülkücü seçmene benzemez. Yapılanları takip eder ve görmek istediği gibi bir siyaset görmez ise de bunun cezasını sandıkta keser. 1999’daki partinin baraj altında kalması ve Ekmeleddin vakasındaki “sandığa tıpış tıpış” gitmeme de siyasal tarihimizdeki örnekler sayılabilir.
Şimdi bu mektubu yazdığım için çok kızanlar olacaktır. Ama ben ve benim gibi aklını üç beş ihaleye, makam ve mevkiye teslim etmeyenler bunları yazmazsa ilerde hep beraber daha çok üzülebiliriz. Bir 25 yıl daha siyasal İslamcı gerici yönetimlerle yönetilmeye hiçbirimizin tahammülü yok.
Saygılar.
Mahmut Aslan-30 Ocak 2021

CUMHURİYETİN BÜYÜK DEVRİMCİ BAKANI; MUSTAFA ŞEREF ÖZKAN!

Yıllar önce eski Burdur Senatörü Ekrem Kabay ile sohbetimiz sırasında duydum ilk önce adını. Ekrem Kabay, Köy Enstisütü mezunu yoksul bir köy çocuğuydu. Mustafa Şeref Bey ise o yoksul köyün toprak sahibiydi. Topraklarını köylülere nasıl sattığını anlatmıştı sohbetimizde. Köylünün lehine bir satıştı bu. O gün pek değerini bilememiştim ama Ekrem Bey’in saygısından çok büyük bir insan olduğunu hissetmiştim.

Yıllar içinde yaptığım okumalarda Mustafa Şeref Bey ismine Bilsay Kuruç, Zafer Toprak ve Korkut Borotav gibi büyük aydınlarımızın Türkiye ekonomisi ile ilgili yazdıkları eserlerde de rastladım. Böylesine büyük isimlerin eserlerinde isminden sürekli bahsedilen büyük bir devlet adamının geniş halk kesimleri tarafından neden bu kadar az bilindiğine de şaşırıp kaldım.
Ölümden yıllar sonra hakkında Özcan Şabudak tarafından yazılan kitabın adının da “Unutulmuş Bir Devletçi İktisat Vekili Mustafa Şeref Özkan” olması da cumhuriyetçilere utanç belgesi niteliğindedir.

Kimdir bu Mustafa Şeref Özkan?
Mustafa Şeref Özkan Burdur’un Yeşilova kazasının Gençali köyünde 1885 yılında doğmuştur. Burdur’da ilköğrenimini tamamlayarak İzmir İdadisi ve ardından 1909 yılında İstanbul Hukuk Mektebinden birincilikle mezun olmuş. İttihat ve Terakki hükümetinin öğrenim amaçlı yurt dışına gönderdiği ilk öğrencilerdedir. 1909 yılında Paris’te başladığı Hukuk Fakültesindeki eğitimini 1912 yılında başarıyla tamamlayarak yurda dönmüştür.
1913 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi, Hukuk-ı Esasiye ve İdare Kürsüsüne müderris muavini olarak atanmış ve o kürsüde idare hukuku dersleri vermiştir. Aynı yılın sonlarına doğru Konya Hukuk Mektebine müdür olarak atanmıştır.

iTC'NiN TiCARET VE ZiRAAT NAZIRI
1914 yılında Konya mebusu olarak seçilen Özkan, 1917 yılında Talat Paşa Kabinesinin Ticaret ve Ziraat Nazırıdır.
Ticaret ve Ziraat Nazırlığı döneminde, öncelikle “Tarımda Çalışma Yükümlülüğü Yasası” çıkarılmıştır. Özkan, Meclis-i Mebusan’da yaptığı konuşmada, getirilen bu yükümlülük ile tarımda “tüketim” bölgelerinin, “üretim” bölgelerine dönüştürüldüğünü belirtmiştir. Bu konuda, örgütlenmenin ve ücretli çalışanların sorunlarına eğilinmesinin önemi üzerinde durmuş, savaş sonunda yükümlülük kavramı yerine “özendirme” kavramının kullanılacağını vurgulamıştır.
Mustafa Şeref’in sahiplendiği yasalardan biri de “Vurgunculuğun Yasaklanması Yasası”dır (24 Mayıs 1917). 1918 yılında Talat Paşa Kabinesinden istifa ederek yürütmüş olduğu Ticaret ve Ziraat Bakanlığından ayrılmıştır.
1919 yılında sağlık sorunları nedeni ile Berlin’e geçmiştir. Berlin’de bulunduğu sırada Sevr Antlaşması karşısında çalışmalar yapmış ve Türklerin haklılığını savunan broşürler çıkarmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nın başlaması ile birlikte kazanılan Birinci İnönü Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye dönmüş ve her yurtseverin yapacağı gibi Anadolu’daki İstiklal mücadelesi saflarında hizmet vermeye başlamıştır.
Ankara hükümeti tarafından Suriye ile yapılacak gümrük anlaşması için oluşturulan komisyona üye seçilmiştir. Beyrut’ta yapmış olduğu başarılı çalışmalar Ankara’da takdirle karşılanmış olup bu çalışmalarından dolayı Lozan Sulh Heyetinde müşavir olarak görevlendirilmiştir.
Başarılı geçen Lozan görüşmelerinin ardından 1923 yılında yapılan seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisinden Burdur milletvekili seçilmiştir. Üç dönem bu ilden mebus seçilerek Meclisteki çalışmalarını yürütmüştür. Mecliste bulunduğu sırada Ticaret Komisyonu, İktisat Komisyonu Başkanlığı ve Geçici Memur ve Harf Komisyonu üyeliklerinde bulunmuştur.
CUMHURiYETiN “DEVLETÇi iKTiSAT BAKANI
1929 yılında yaşanan buhranda liberal devletlerde yaşanan büyük çöküş, Türkiye’nin ancak devletçi politikalar sayesinde kalkınacağını göstermiştir. Bu politikaların uygulayacak kişi olarak Mustafa Şeref Özkan görüşmüş ve V. İnönü Hükümetince Eylül 1930’da İktisat Bakanı olarak ataması yapılmıştır.
Bilsay Kuruç’a göre; Mustafa Şeref Özkan, sermaye birikimini yaratmak, korumak ve büyütmek için akılda tutulması gereken konular şöyle sıralamıştır:
1. Dış açık vermekten sakınmak,
2. Sanayii, bankacılığın yedeğine takmamak ve ikisini ayrı tutmak,
3. Yerli hammadde kullanmak,
4. Çağdaş bir çalışma düzeni kurmak
Sanırım yukarıda sıralanan bu 4 madde şu sıralar ekonomik krizden geçen ülkemizin yeniden gönenç içinde yaşaması için uygulanması gerek reçete niteliğindedir.
Bakanlığı döneminde, devletçilik, ekonomik ilke olarak ilk kez Cumhuriyet Halk Fırkasının 1931 yılında yapılan Üçüncü Kurultayında parti programına alınmış ve resmi bir iktisat politikası olmuştur.
Metin Kopar; Mustafa Şeref Özkan’ın çalışmaların üç madde halinde şu şekilde özetlemiştir: Birincisi, Sovyetlerden alınan 8 milyon dolarlık kredi 1932 yılı itibariyle kullanılmaya başlamıştır. İkincisi, 1932 yılında, Prof. Orlof başkanlığında bir Sovyet Heyeti ülkeye davet edilerek heyetin yapmış olduğu incelemeler sonucunda bir rapor hazırlayarak 1932 sonbaharında başbakanlığa sunulmuştur. Üçüncüsü ise 1932 Temmuz’unda Mustafa Şeref Özkan öncülüğünde hazırlanan yasa taslakları TBMM’ye sunulmuş ve kabul edilmiştir. Tarihe Temmuz Kararları olarak geçen bu düzenlemeler ile Sanayi ve Maadin Bankası ikiye ayrılarak yerine, Devlet Sanayi Ofisinin yanında Sanayi ve Kredi Bankası kurulmuş ve Sanayi Bakanlığında yeni bir dönem başlamıştır.
Devrimci bakan düzgün bir çalışma yasası olmadan ülkede huzurun olmayacağının da farkındadır. Bu nedenle döneminde iş kanunu ile ilgili ciddi çalışmalar yapmıştır. Şeref Bey Mecliste yaptığı bir konuşmada çalışma kanunun bitmek üzere olduğundan bahsederek, devamında bugünkü iş sağlığı güvenliğini de açıklayan şöyle bir konuşma yapmıştır: “İş kanunu içtimaî sulh ve müsalemetin yasasını kuran bir kanundur. Bu kanunla kadın ve çocuklar gibi zaiflar himaye edilir. Ücretler teminat altına alınır. Çalışırken kazaya uğramış olan amelenin alil olarak sokaklarda kalmasına mani olacak kanunî müeyyideli tedbirler alınır. Onlar için hayatının sonuna kadar irat almak imkânları temin olunur.”
1930-32 yılları arasında İktisat Bakanlığı yapan ve devletçilik uygulamalarını başlatan Mustafa Şeref Özkan bakanlığı döneminde yaptıkları ile geleceğe yönelik kalıcı etkiler bırakmıştır.
M. Şeref Bey, Osmanlı döneminde de Cumhuriyet döneminde de ikişer yıl bakanlık görevlerinde bulunmuş; bu kısa süre içerisinde çok büyük projelere imza atmıştır.
10 Eylül 1938’de öldüğünde, onun ardından yazan Munib Hayri Ürgüplü, şöyle demektedir: “Mustafa Şeref Özkan’ı anlamak bir şeref ve anlatmak bir mazhariyettir (yücelme).”
Mustafa Şeref Bey’den bakanlığı devralan Celal Bayar, günümüzde bayraklaştırılırken, ülke kalkınmasına büyük katkılar sağlayan, çalışma yasasının temellerini atmış bu büyük şahsın unutturulmaya çalışılması da bilinçli bir politikanın ürünü olarak görülmelidir.
Mustafa Şeref ve unutulan devrimcilerin ismi, kütüphanelere, kültür ve araştırma merkezlerine verilmeli, adlarına yüksek lisans, doktora tezleri yazılmalı makale yarışmaları açılmalı, ekonomi ödülleri verilmeli ve bu sayede cumhuriyetçiler kendi köklerine sahip çıkmalıdır. Büyük cumhuriyet devrimcilerine saygıyla…

Not: Yazının kısa hali 25.05.2022 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmıştır.

Muammer Aksoy: Laikliğe çağrı

Muammer Aksoy
Muammer Aksoy, yetkin bir hukukçu olmanın yanı sıra bir eylem ve mücadele adamıydı. Ömrünü tam bağımsızlık ve laiklik gibi Atatürkçü düşüncenin önemli yapıtaşlarını anlatmakla, korumakla ve güçlendirmekle geçirdi. Bu mücadelesinin ne kadar etkili olduğu görüldüğü için 32 yıl önce bugün katledildi.
Günümüzde laiklik savunusu yapması gereken kesimlerin, muhafazakârlardan oy alamama kaygısıyla laikliğe karşı yapılan birçok eyleme ses çıkarmaması, hatta laikliği ilahiyatçılara bırakması karşısında Muammer Hoca, geçmişten günümüze ders vermeye devam ediyor. Muammer Hoca, Atatürk devrimleri içinde neden tam bağımsızlık ve laikliğe önem verdiğini: “Laiklik Devrimi, Atatürk’ün Türk toplumuna yaptığı hizmetlerin -tam bağımsızlık yanında- en büyüğü, hem devlet ve hukuk alanındaki devrimlerinin, hem de sosyal ve kültürel alandaki devrimlerin gerçek çekirdeğidir. ‘Tam Bağımsızlık’ dışında hiçbir Atatürk ilkesi ya da adımı laiklik ilkesi kadar çok yönlü değildir ve yine -tam bağımsızlık ilkesi dışında- hiçbir konuda Atatürk, laiklik ilkesinde olduğu kadar titiz davranmamış, bıkmadan usanmadan aynı konuyu işlememiştir” diye anlatıyordu hem yazılarında hem de yaptığı konuşmalarda.

‘ÖNCÜ SAVAŞI’

Muammer Aksoy, kaleme aldığı “Laikliğe Çağrı” metninde, çok önemli konulara dikkat çekmiştir. Türkiye için irticadan daha büyük hatta ona yakın hiçbir tehlike söz konusu değildir” diye yazmıştır. Bu metinde dikkat çekilen iki konu türban ve Ayasofya’nın ibadete açılmasıdır. Aksoy’un otuz küsur yıl önce dikkat çektiği konulardan türban konusu, günümüzde konuşulması nerdeyse yasaklanmış bir konudur. Aksoy, Türban için verilen mücadeleyi, şeriat devleti doğrultusunda mücadele edenlerin bir öncü savaşı olarak başlattıklarını vurgulamıştır. 

LAİKLİĞE ATILAN TOKAT

Muammer Aksoy, Ayasofya’nın müzeden camiye çevrilmesini de laikliğe atılan bir tokat olarak nitelemiştir; kaleme aldığı metinde ve şöyle demiştir: “Bunun amacı namaz kılacak yer bulmak değildir. Bugün 70 bin camiye (günümüzde 110 bin civarı) sahip olan Türk toplumunun, Bizans’ın yaptırdığı bir kiliseyi camiye dönüştürme zorunluluğuyla karşı karşıya bulunduğunu, aklı başında hiçbir kişi iddia edemez. Bu eylem yalnızca Atatürk’ün kabul ettirdiği ve Türk halkının dünyanın gözünde layık olduğu yere yükselmesine katkısı bulunan uygarca bir tarihsel jeste, dolayısıyla laiklik ilkesine tokat atmak gibi olumsuz bir amaç gütmektedir.”

Laikliğin olmadığı Müslüman bir toplumda demokrasi ve insan hakları kalmayacağını da belirten Muammer Aksoy, ta o günden bugüne yaşanılan tek adam rejimini görmüş gibi şöyle yazmıştır: “Büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, laiklik ilkesi yok edildiği, hatta sadece önemli ölçüde zedelendiği zaman, ne halk egemenliği ve demokrasi ne de insan hakları ve hukuk devleti ayakta kalabilir.”

CESARETE DAVET

Laikliğe karşı eylemlerin odağı olmaktan ceza almış bir partinin 20 yıldır yönettiği ülkemiz, ne yazık ki laiklikten çok ama çok uzağa sürüklenmiştir. Muammer Aksoy ve Atatürkçü aydınları katledenler, siyasal İslamcıların önünü açmışlardır.  Aksoy, Laikliğe Çağrı metninin sonunda halkımızı şu sözlerle örgütlenmeye çağırmıştır: “Uygarlıktan yana olanlar da gerilikten yana olanlar kadar yürekli ve özverili olmadıkça, Türkiye’nin aydın ufuklara doğru gidişi sürdürülemez, hatta ortaçağ karanlığına gömülmesi önlenemez.”

31.01.2022-Cumhuriyet

MAHMUT ASLAN

LAİKLİĞE ÇAĞRI BİRLİKTELİĞİ

YÜRÜTME KURULU ÜYESİ

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ