Celal Şengör ve İlber Ortaylı ikilisi ülkenin popüler bilim
insanlarıdır. Ne hikmetse birçok konu da ahkâm kesmekte hatta birçok kişiyi cahil
olmakla nitelemektedirler.
Yazar Taylan Kara’nın 2018 yılında yazdığı gibi: “Cumhuriyetçi,
Atatürkçü, Kemalist kitlelerin düşünsel önderleri Uğur Mumcu, Ahmet Taner
Kışlalı, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu gibi yazarlar sırayla katledildi. Bu
bir dönüştürmedir. Bugün, sağdan sola siyasal yelpazenin değişik yerlerinde
duran A. T. Kışlalı, U. Mumcu, B. Üçok, Türkan Saylan, N. Hablemitoğlu gibi
aydınların boşalttığı yerlere Celal Şengör ve İlber Ortaylı gibi yazarlar
konumlanmıştır. Cumhuriyetçi, Atatürkçü ve Kemalist kitleler artık bu kişilerin
düşüncelerini dikkate almaktadır.” (Bu önemli yazının linkini meraklısı için
kaynakça bölümüne bırakıyorum.)
Gerçekte bu isimler bu kadar değeri hak ediyor mu ve bu
ikiliye aydın denilebilir mi?
Öncelikle
Aydınlanma ve aydın tanımları birbiri ile ilişkilidir. Anlatıya buradan
başlamak lazım…
Batı toplumu Ortaçağ gibi bir karanlıkta yaşarken nasıl
olmuştur da bugün “Batı medeniyeti” dediğimiz, gelişmiş bir medeniyete
ulaşabilmiştir? Bu süreç kolay olmamış, bu medeniyet, üç yüzyıl boyu süren bir
çatışma sonucunda oluşmuştur. “Batı toplumu vaktiyle akılcı yaşamdan uzak ve
karanlıklar içinde bocalarken, ‘insan sevgisi’ duyguları ile dolu aydınlar
sayesinde bu karanlıktan kurtulup hümanizmaya ve Akıl Çağı’na ulaşmış ve
uygarlaşmıştır” der Prof. Dr. İlhan Arsel (Arsel, 1993, s. 3).
Bu süreç 14. yüzyılda Rönesans ile başlamış ve 17.-18.
yüzyıllarda aklın üstünlüğü fikrinin egemen olması ile Akıl Çağı’nın yerleşmesi
şekline dönüşmüştür. “Aydınlanma” ise 18. yüzyılda gerçekleşen ve sonuçları
itibarıyla Avrupa’nın her tarafında etkili olan, geleneksel olarak 1688’deki
İngiliz Devrimi’yle başlatılıp 1789’daki Fransız Devrimi’yle bitirilen felsefi
bir hareket ve daha da önemlisi, bu hareketin sonuçlarıyla belirginlik kazanan
toplumsal ve siyasal bir süreçtir (Çiğdem, 2015, s. 13-14).
Aydınlanma; aklın kullanımıyla, geçmişe ait inanç, pratik,
kurum ve düşünce sistemlerine yöneltilen eleştirinin, bireyciliğin, ilerleme
fikrinin ve bilime olan inancın hâkim olduğu bir felsefedir. Aydın da işte bu
aydınlanma mücadelesinin ve felsefesinin ortaya çıkardığı insandır. İlhan
Arsel, bizlerin aydın kavramından bihaber olduğumuzdan bahseder (Arsel, 1993,
s. 11). Yine aynı şekilde Yazar Sadık Usta da OdaTV’de “Aslında kime ‘aydın’
denir?” başlıklı yazısında, Türkiye’de birbirinin yerine kullanılan aydın ve
entelektüel kelimelerinin aslında farklı anlamlar taşıdığını detaylı bir
şekilde anlatır. Her entelektüel aydın sayılabilir mi? Aydın olmak için ne
yapmak gereklidir? Batılı yazarlar aydını “sorgulayan, itiraz eden, görüş ve
fikir üreten, mevcut düzenden farklı düşünen kişi” olarak tarif eder; hatta
Jean-Paul Sartre, “eylemde bulunan”ı da ekler bu niteliklere. Sonra da şunu
yazar: “Entelektüel (aydın) kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan
insandır” (Sartre, 2000).
Server Tanilli’nin belirttiği gibi “Aydınlanma, diğer Batılı
ülkelerde olduğu gibi III. Selim’den günümüze, doğaya, tarihe, topluma ve
insana, ilerici ve durumuna göre devrimci bir yoğrulma ile başlamıştır. Akla,
bilime ve ilerlemeye inanmak, despotluğa, bilgisizliğe ve bağnazlığa karşı
çıkmak; eski düzenin köhnemişliklerinin yerine değişen çağın dayattığı yeni
fikir ve kurumları geçirmek, aydınların başta gelen kaygıları olmuştur. O
tarihlerden başlayıp 20. yüzyılı da içine alacak biçimde yaklaşık 200 yıllık
serüven, sarsıp silkeleyen gelgitleriyle ve insafsız bir tarih ortamında,
gitgide mevzi kazanan bir demokratikleşmenin ve laikleşmenin damgasını taşır”
(Tanilli, 2006, s. 7).
Bu tanımların ışığında hiçbir toplumsal destopluğa karşı
çıkmayan; hatta yüzbinlerce insanın hayatını karartan darbeci Kenan Evren’i
göklere çıkaran Şengör ve nabza göre şerbet vererek geçmişte FETÖ okullarını
öven Ortaylı aydın sayılmaz.
Bir bilim
dalında kariyer yapmanız, hatta o dalda dünyada sayılı bilim insanlarından
olmanız sizin her konu da doğru bilgiye sahip olduğunuz anlamına gelmemektedir.
FRANSIZ DEVRİMİ AKLI ÖLDÜRDÜ MÜ?
Celal
Şengör’ün geçtiğimiz gün Fransız Devrim’i ve sonuçları ile ilgili yaptığı
açıklama ise tam bir cehalet örneğidir. Fatih Altaylı’nın “Teketek Bilim”
programında Şengör ana hatları ile şunları söylemiştir:
“Fransız ihtilali insanlık için bir felaket olmuştur. Bakın İngilitre aydınlanmayı yaşadı ama
birbirlerini yemediler. 17. Yüzyılda kralın kafasını ketiler çok kısa sürede
anladılar ki bu iş olmuyor. Onun için II. Charles çağırıp davet ettiler, lütfen
gel kralımız ol diyerek… Aydınlanma aklı öne çıkarıyor. Fransız ihtilali
aklı öldürmüştür. Her cephesi ile öldürmüştür. Akademiyi kapatıyor, büyük
ekolleri kapatıyor. Sorbonne kapatmaya kalkıyor yahu. Ayak takımına iktidarı verirsen işte bu günkü dünya olur.”
Bu açıklamanın neresini tutsanız elinizde kalır.
İngiltere'de yaşanan anayasal monarşi
Cromwell liderliğindeki monarşiye karşı olan Parlamento yanlısı güçlerin
yükselmesi ve İngiliz İç Savaşı'nda elde ettiği zaferlerle bağlantılıdır. Bu
süreç Fransız Devrimi kadar kanlı olmuştur.
II. Charles'ın tahttan indirilmesi ve
ardından gelen Commonwealth ve Protectorate dönemi, monarşinin gücünün geçici
olarak ortadan kaldırılmasına neden oldu. Kısacası İngilteredeki monarşi II.
Charles’ın tahtan indirilmesi sonrası gücünü kaybetmiştir.
Fransız Devrimi akılcılığın bir ürünü
müdür? diye ChatCPT’ye sorduğumda şu cevabı aldım:
- Aydınlanma
Düşüncesi: Fransız Devrimi'nin öncesinde, Aydınlanma
Dönemi'nde filozoflar, bilim insanları ve yazarlar, akıl, özgürlük,
eşitlik ve adalet gibi temel kavramları vurgulayan düşünceleri ön plana
çıkarmışlardır. Aydınlanma düşüncesi, despotizme ve ayrıcalıklı sınıfların
hâkimiyetine karşı çıkan bir eleştiri sunmuştur.
- İnsan
Hakları Bildirisi: Fransız Devrimi'nin ilk aşamalarında, 1789'da
kabul edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi (Déclaration des Droits de
l'Homme et du Citoyen), akılcılığın etkisi altında kaleme alınmıştır. Bu
bildiri, evrensel hakları ve özgürlükleri vurgulayarak, insanların
doğuştan gelen haklarına saygı gösterilmesi gerektiğini savunmuştur.
- Laikleşme
Politikaları: Fransız Devrimi sırasında, kilise ile devlet
arasındaki güç ilişkilerinde akılcılık etkili oldu. Kilisenin siyasi ve
ekonomik ayrıcalıkları sınırlandı ve devlet, laikleşme politikalarını
benimseyerek kilisenin etkisini azalttı.
- Medeni
Kanun ve Hukuk Reformları: Napolyon Bonaparte döneminde (1804), Fransız
Devrimi'nin getirdiği akılcı düşüncelerle uyumlu olarak Medeni Kanun (Code
Civil) oluşturuldu. Bu hukuk reformu, eşitlik, özgürlük ve mülkiyet
haklarına dayanarak modern bir hukuk sistemini temsil etti.
- Eğitim
Reformları: Fransız Devrimi sırasında eğitim sistemi
üzerinde yapılan reformlar, akılcılığın etkisiyle şekillendi. Eğitim,
laikleştirildi ve halkın eğitimine daha fazla önem verildi.
Bu örnekler, Fransız Devrimi'nin
akılcılığın etkisi altında gerçekleşen bir dönem olduğunu göstermektedir.
Her yerde sulu gözlerle Atatürk’ü takip edin diyerek ağlayan bu zatın
Atatürk’ün Fransız Devrim’inin bir ürünü olduğunu bilmemesi de ayrı bir ayıptır.
Bu noktada Şengör’e Zafer Toprak’ın “Atatürk ve Kurucu Felsefenin Evrimi” kitabını
öneririm.
Server Tanilli’nin “Dünya’yı Değiştiren 10 Yıl” kitabının önsözünde
değindiği gibi “Fransız Devrimi insan hakları, eşitlik, akılcılık ve laiklik
adına yapılmıştır. Bastille’i yıkanlar önceklikle bunun için yıkmıştır. Fransız
Devrimi çağımıza açılan büyük kapıdır, Veyl bu kapıdan girmeyenlere!
Kaynakça:
Arsel, İ. (1993). Aydın ve Aydın.
İstanbul: İnkılap
Çiğdem, A. (2015). Aydınlanma
Düşüncesi. İstanbul: İletişim.
Sartre, J. P. (2000). Aydın Üzerine.
İstanbul: Can
Tanilli, S. (2006). Türkiye’de
Aydınlanma Hareketi. İstanbul: Alkım Yayınları.
Tanilli, S. (2007). Dünyayı Değiştiren
10 Yıl. İstanbul: Alkım Yayınları.
https://www.taylankara.com/post/o-makale-yeniden-g%C3%BCndemde-i%CC%87lber-ortayl%C4%B1-ayd%C4%B1n-m%C4%B1