20 Mayıs 2015 Çarşamba

BENJAMİN DAR GEÇİTTEKİ AYDIN KİTABI HAKKINDA





Ülkemizde öyle pek de kitap okunmaz. Güzelim romanların, öykülerin ve araştırma kitaplarının baskı sayısı beş yüz ile iki bin arasındadır. Onu da okuyan pek çıkmadığından kelepire düşeni pek çok olur.

 
Uzun zamandır bu kelepirlerden kitapları topluyorum içinden öyle güzel kitaplar bulup aldım. Yıllar önce aldığım bir kitabı şimdi okumaya başladım ve kitabın sürükleyiciliğine kendimi bıraktım. Şimdi size o kitaptan bahsetmek istiyorum.

Kitabın ismi “Benjamin Dar Geçitteki Aydın” yazarı Jay PARINI. Yayınevi Ayrıntı. Basım yılı 2002. Günümüzden 13 yıl önce iki bin basılmış. Ben ise kelepirden 2009 yılında almışım. Bugünler de kitabı okumamın sebebi ise felsefeye ilgi duymaya başlamam.

Konuyu fazla dağıtmadan kitaba dönelim.

Walter Benjamin’i bilir misiniz? Biraz felsefe ile uğraştıysanız adını duymuşsunuzdur. Duymadıysanız kurduğu okulu bir makalede okumuşsunuzdur. Benjamin,  Adorno ile Frankfurt Okulu’nun kurucularındandır. 20. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biridir.

Köken olarak Alman Yahudisidir ve yaşayabileceği en kötü zaman diliminde Almanya’da yaşamıştır.

Kitap Benjamin’in doğumundan ikinci dünya savaşında intihar etmesine kadar geçen süredeki bütün yaşamını Benjamin’inin eserlerinden ve mektuplarından alıntılarla anlatıyor.
 
Benjamin kendisini beğenmiş, kendi dünyasında yaşayan çok okuyan çok yazan bir tip. Roman yazarı onu şöyle anlatıyor: “Dostluk hayatında kitap ve seksten sonra üçüncül bir önem taşırdı.”

Benjamin kendisini bir Aydınlanma savaşçısı olarak görüyor ve günlüğüne şu notu düşerek: “Şimdiye kadar çılgınlıktan başka bir şeyin yetişmediği tarlaları temizlemeyi, sağa sola bakmadan aklın keskin baltası ile ileri atılmayı böylelikle çılgınlığın ilkel çağrısından korunma” telkininde bulunur kendine ve devam eder, Tüm toprakların arada sıra da mantıkla çapalanması, mitlerin çılgınlığın ve hayallerin dal budak sarmış çalılardan arındırılması, ekilebilir hala getirilmesi gerekir.” .(s:79)

Yukarıda da belirttiğim gibi Benjamin intihar ederek hayatına son veriyor. Onun aklına intihar 1914’de arkadaşı Christoph Friedrich Heinle’nin intihar etmesiyle giriyordu. Bu intihar olayı Benjamin’i büyük bir şoka sokmuş. Heinle sevgilisi ile beraber 1. Dünya Savaşını protesto etmek için kendi hayatlarına son veriyorlar. Bu durumdan önce savaşa katılmaktan yana tutum takılan Benjamin’in düşüncelerinin değişmesine neden oluyor.

Kitabı okurken aklıma savaş sırasında cepheden uzak halkın yaşamının nasıl olduğuna dair sorular takıldı. Bu konu ilgili de araştırmalar ilginç olacak.

Faşizmi söyle tanımlar dar geçitlerden geçen Benjamin:  “Faşizm, yaratılan yeni kitleleri temeldeki mülkiyet yapısını bozmadan düzene sokmaya çalışır… Faşizm, kurtuluşunu, bu kitlelere haklarını değil, kendilerini ifade etme fırsatını vermekte görür. Kitlelerin mülkiyet ilişkilerini değiştirme hakları vardır ama faşizm onlara konuşma hakkı verirken mülkiyeti korur. Faşizmin doğal sonucu siyasal yaşama estetiğin sokulmasıdır.Siyaseti estetik hale getirmeye yönelik olarak sarf edilen çabaların tümü tek bir noktada sonuçlanır: Savaş.”(s.99)

Savaşın insan doğasını nasıl değiştirdiğini de kitap okurken izleyebiliyorsun. 1933’te nasyonal sosyalistlerin baskısıyla Almanya’yı terk ederek Paris’e yerleşen romanımızın kahramanımız siyasal körlüğü nedeniyle zamanında Amerika’ya kaçamıyor. Paris’te uzun süre yaşadığı için Fransızların kendisine sahip çıkacağını düşünürken Fransızların Almanları koyduğu bir toplama kampında buluveriyor kendini. Kampta da boş durmuyor kampta yaşayanlara felsefe dersleri veriyor.

Bazı dostlarının yardımı ile kamptan kurtulduktan sona  Fransa’nın güneyindeki Portbou kentine kaçıyor burada polis tarafından Gestapo’ya teslim edileceğini öğrenince aşırı derecede morfin alarak intihar ediyor.


Ölümünden sonra Benjamin’in bıraktıkları, sosyologların ve toplum bilimcilerin başvurduğu önemli bir kaynak olarak hâlâ tazeliğini korumaktadır


Benjamin'in gezginliği üzerinde yoğunlaşan Dar Geçitteki Aydın onu umulmadık derecede ete kemiğe büründürerek adeta canlandırıyor. Jay Parini, onu gündelik hayatındaki yapıp ettikleriyle izlemekle kalmayıp, iç dünyasına da dalıyor. Benjamin'in intiharını kötü bir talih, büyük bir aydına yapılan haksızlık veya umutsuz bir yalnızlığın getirdiği korkunç bir son olarak anlayanlara bir cevap. Çizilen portrenin berraklığı, çarpıcılığı, aykırılığı, kimi zaman rahatsız edici bir kışkırtmaya kimi zaman da Benjamin'i gerçekten anlamak isteyenlerin kaçamayacağı bir hesaplaşmaya dönüşüyor. Jay Parini'nin rahat ve yekpare anlatımı, Benjamin'in yakın çevresinin inandırıcı tanıklığı romanın değerini artıran diğer öğeler...(Kitabın tanıtım yazısından)

Sürükleyici bir dille yazılmış bu romanla 20 yüzyılın en büyük düşünürlerinden birini yakından tanıma fırsatı bulacaksınız.

MAHMUT ASLAN- 20.05.2015

13 Mayıs 2015 Çarşamba

KENAN EVREN’İN ARDINDAN


Bundan 35 yıl önce Kenan Evren isimli bir Genelkurmay Başkanı ve komuta kademesi darbe yaparak yönetime el koydu. İşte bu yönetime el koyan paşa 3 gün önce hayata gözlerini yumdu. Ölümü öyle kolay da olmadı hani yıllardır hastane köşelerinde can çekişip durdu. Öldüğüne sevinecek değiliz elbette hesap vererek ölseydi o zaman gerçekten sevinebilirdik.
Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı döneminde hayata gözlerimi açtım. Çocukluk döneminde bu adamı hiç hatırlamıyorum. 12 Eylül yıldönümünde garip bir Türkçe ile yönetime el koyduklarını anlattığı TRT görüntülerini televizyondan görüyordum. Kimdi bu adam?  Bunun dışında hiç zihnimde yer etmemişti. Âmâ sonrasında okuduklarımdan ve araştırmalarımdan ülkenin bugünlere nasıl geldiğini öğrendim.
Kenan Evren’in liderliğindeki askeri darbe ile neler olmuştu önce onu incelemek lazım:
12 Eylül 1980 günü ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanı Paul Henze‘nin, dönemin ABD Başkanı’na dediği gibi “Bizim çocuklar başarmışlardı.” Böylece ülkemiz; faili meçhullerin, işkencelerin, idamların, yüzbinlerce gözaltı ve tutuklamaların olduğu karanlık bir döneme girmiş:1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 650 bin kişi gözaltına alınmış, 98 bin kişi örgüt üyeliğinden tutuklanmış, yüzlerce kişi çeşitli şekillerde öldürülmüş ve 50 kişi de idam edilmişti.
Hukuk, adalet ve bilim yok edildi.
1960 Anayasası ile tanınan tüm kazanımlar ve haklar ortadan kaldırıldı.
Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Halkevleri gibi Atatürk’ten Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalan kurumlar kapatıldı.
YÖK kurularak üniversitelerin özerkliğine son verildi.
Ortaöğretim müfredatına zorunlu din dersleri konuldu
Toplumsal yaşamdaki tüm alanlarda özgürlükleri kısıtlayan 1982 Anayasası uygulamaya konuldu.
Ülkemiz üzerinde toplum ve siyaset mühendisliği uygulanarak tüm siyasi dengeler alt - üst edildi. 
Siyasi partiler kapatılarak, yetişmiş ve birikimli siyaset kadrosu yok edildi.
12 Eylül’ün; siyasal, sosyal ve ekonomik hedefleri vardı.
Siyasal hedefi; tüm sol, sosyalist ve ilerici güçleri dağıtmak ve onları güçsüz hale getirmek. 
 Ekonomik hedefi; 24 Ocak ekonomik kararlarını uygulamaya sokmak, karma ekonomik sistemden liberal sisteme geçmek ve sosyal devleti ortadan kaldırmak.
Sosyal hedefi; Türkiye’yi sola açık, çağdaş demokrasi değerlerinden uzaklaştırmak ve ülkemizi yeşil kuşak teorisine uygun olarak bir Ortadoğu ülkesi haline getirmekti.
Günümüz Türkiye’sine baktığımızda bu hedeflerinin hepsinin birer birer gerçekleştiğini görüyoruz.
Bu hedeflerin son aşaması olan ülkemizi çağdaş dünyadan kopararak Ortadoğululaştırma projesi de günümüzde AKP eliyle yaşama geçirilmektedir. AKP’nin kökleri 12 Eylül darbesinden beslenmiştir.
Şimdi AKP’lilerin televizyon ekranlarına çıkıp cenaze törenine katılmayacağız demelerine aldanmayın, hepsinin ağa babasıdır Evren. İçten içe ağıtlar yakıyorlardır.
Evren’in kızı dün bir programda “Onun için söylenenleri kabul etmemiz mümkün değil. Onun için biz Meclis’te tören istemedik. Gerek görmedik. Hiç bunları hak etmediğini düşünüyorum. O günden bu güne aynı anayasayla görev yapılıyor. Tek başına iktidar olan bir hükümet bir anayasayı değiştiremez miydi? İşlerine gelince anayasa değiştirilsin, işlerine gelmeyince... Olmaz öyle şey.”
Diyerek de yukarıda yazdıklarımızı doğrulamaktadır.
Konuşmasına söyle devam etmiş Evren’in kızı: “Babam mı astırdı onları? Asın mı dedi? Olaylar o günün şartları içinde saptırılıyor. Her şey saptırılıyor. Medya o kadar güzel yönlendiriyor ki. Bazı öyle profesörleri televizyonda görüyorum. Şaşıp kalıyorum. Toplumu da yanlış yönlendiriyor. Babamın Yargıtay’da devam eden dosyası vardı. Evet. Haksızlık olduğunu düşünüyorum. Babam er olarak vefat etseydi herkes bayram mı edecekti? Medya, toplum bunu mu istiyor? Hayır... İnanın 70 milyonun 60 milyonu Evren Paşa diye takdirle anıyor. Geri kalan 10 milyon da öyle ansın bizim için hiçbir önemi yok.” diyor.
Evet, hanımefendi babanız astırdı o gençleri, işkence tezgâhlarından o geçirdi. Fiili olarak cellatlık yapmamış olabilir ama onun emirleriyle oldu 12 Eylül sürecinde yaşananlar. Sizin dediğiniz gibi de 70 milyonun 60 milyonu babanızı sevmiyor tam tersine nefretle anıyor.
Bir atasözümüz vardır “Kel Ölür Sırma Saçlı Olur, Kör Ölür Badem Gözlü Olur” diye ama bu ölü ne sırma saçlı olacak ne de badem gözlü. Çünkü diktatörler iyi anılmazlar. Şimdi kendini büyük görenler her şeyi yapabilirim diye düşünenler de bu durumu görerek ibret alsınlar ve bir an önce akıllarını başlarına alsınlar.

MAHMUT ASLAN
12.05.2015-ANKARA

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ