28 Aralık 2015 Pazartesi

10. YILINDA EĞİTİM-İŞ

AKP’nin emek dünyasına yoğun saldırıları yıllardır sürüyor ve sendikalar içine düştüğü sefaletten uzun bir süredir kurtulamıyor. 
Sefalet içindeki sendikacılık dünyası içinde birkaç istisnai sendika var. Bunlardan birinin, Eğitim-İş'in 10. kuruluş yıl dönümü yapıldı katıldım bu hafta sonu. 
Eğitim-İş, Niyazi Altunya önderliğinde 12 Eylül’ün memura getirdiği sendika yasağını delerek Mayıs 1990’da kurulmuştu. 1995 yılında Eğit-Sen’le birleşerek Eğitim-Sen ismini almıştı. Eğitim-Sen içinde 10 yıl boyunca çeşitli tartışmalar yaşamış. Eğitim-Sen yönetiminin öğretmenlerin çalışma hayatını önceleyen politikalardan çok Kürt siyasal hareketinin istekleri doğrultusunda politikalar uygulaması karşısında daha fazla bir arada yaşama fırsatı bulmadığından ayrılarak 2005 yılında “Gericiliğe, Bölücülüğe, Irkçılığa karşı Sendika “sloganı ile emek dünyasına yeniden adım atmıştı.
YURTSEVER MİRAS
Etkinlik sendikanın hazırladığı öğretmen sendikacılığı tarihini anlatan ve Eğitim-İş’in neden yeniden kurulduğunu açıklayan bir sunumla başladı.
Sunumdan sonra konuşan Eğitim-İş Genel Başkanı Veli Demir dayandıkları kökeni açıklayarak şöyle konuştu:
“Eğitim-İş’in 10. Kuruluş yıldönümünü kutluyoruz ama 1908 devriminden sonra kurulan Encümen-i Muallimin ve 1965’te Fakir Baykurt tarafından kurulan TÖS de Eğitim-İş’in ta kendisidir. Eğer TÖS’ü kabul edersek 50. yılımızı, 1971’de TÖS’ün devamı olarak kurulan TÖB-DER’i kabul edersek 44. yılımızı, Mayıs 1990’da kurulan ilk Eğitim-İş’i kabul edersek 25. yılımızı kutluyoruz.  Demek ki, Eğitim-İş 100 yıllık devrimci, ilerici, yurtsever bir mirasa sahiptir. Biz aslında Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip ve Hasan Ali Yücel’iz. Biz eğitmenleriz. Biz Köy Enstitüleri, Halk Evleri, Fakir Baykurtlarız. Biz Türkiye’yiz, aslında biz hepsini içinde barındıran Mustafa Kemal’iz. Mustafa Kemal isek onun gibi düşünmek, onun gibi çalışmak, onun gibi kararlar almak zorundayız.”
Ülkemizde bir öğretmen sendikasının tarihsel olarak sahiplenmesi ve üstüne bir şeyler koyması gereken anlayış hiç kuşkusuz Başöğretmen Mustafa Kemal’in ışıklı yoludur.
Ülkemizin gericiliğin ve çatışmanın batağına düştüğü bugünlerde daha fazla aydınlanma demek, daha fazla laiklik demek, daha fazla direniş demenin zamanıdır.
90 ÖĞRETMEN YARGILANMAKTADIR
Direniş derken geçen yıl Eğitim-İş’in yaptığı eylemde, öğretmenlere karşı güvenlik güçlerinin uyguladığı orantısız güç görüntülerini televizyonlardan ve gazetelerden görmüştük. İşte bu eylem sonucunda da suçlu dayak yiyen 90 öğretmenimiz olmuş ve haklarında dava açılmış.
Konuşmasında bu olaya değinen Veli Demir, bu yargılamanın onlar için onur olduğunu ve verilecek cezadan korkmadıklarını söyleyerek bu süreçten sonra mücadeleyi güçlendirerek devam edeceklerini ifade etti.
“Eğitim-İş, Mustafa Kemal’in özgürlük ve bağımsızlık bayrağını dalgalandıran örgüttür. Eğitim-İş, Bolu Beyi’ne karşı Köroğlu, Hızır Paşa’ya karşı Pir Sultan Abdal, Derviş Mehmet’e karşı Kubilay, emperyalizme karşı Ortadoğu’daki mazlum ulusların da önderi olan Mustafa Kemal olacaktır.” diyerek sözlerine son verdi.
Etkinliğe eski TÖS yöneticisi ve Burdur Senatörü Ekrem KABAY’ın gönderdiği mesaj da günümüz Türkiye’sinde öğretmenlere bir ders niteliğindeydi.
“Türkiye öğretmenlerinin isteği çocuklarımız için bilimsel eğitimdir. Kalkınmış ülkelerinde izlediği yol budur. Öğretmenlerimiz ülke sorunlarını görmezden gelen adamlar değil, Aziz Sancar gibi yurtsever ve insanlık sever insanlar yetiştirmek zorundadır. Bu ülkeyi akılsızlığa ve bilgisizliğe teslim etmeyelim.”
Akıl ve bilimden giden Eğitim-İş’e mücadele ve kazanım dolu nice 10 yıllara diyelim.

Mahmut Aslan
telgrafhane.org

SENDİKALARIN SEFALETİ

Dünyada işçi sınıfının 25-30 yıllık dönemde sürekli kan yitiminden Türkiye de etkilenmiş durumda. 
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2015 Temmuz verilerine göre 12 milyon 744 bin 685 işçinin sadece ve sadece 1 milyon 429 bin 56 ( yüzde 11.21 ) işçimiz sendikalı. Bu sayının da çok az bir kısmı toplu sözleşme yapma yetkisine sahip. Taşeronlaşma ve esnek çalışma almış başını gitmiş. İçler acısı yani!

Yıllardır sendikacılar, bu durum için "Hükümet sendika üyeliği önündeki engelleri kaldırsın bizler de üye sayılarımızı artıralım" yönünde açıklamalar yaparlar. Bu açıklamalarda doğruluk payı var, ama sendikacıların çuvaldızı kendilerine de batırmaları gerekiyor.

Sendikaların örgütlenme eksikliğini yaratan koşulları gözden geçirirsek ortaya çıkan tablo şöyle özetlenebilir: 
BÜROKRATİK VE OLİGARŞİK SENDİKACILIK

Sendikaların yönetim yapılarına bakıldığı zaman istinasız bütün sendikalarda profesyonel sendikacılık zenginleşme aracı olarak kullanılıyor. Sendika üyelerinden toplanan aidatlar,  sendikaların örgütlenme faaliyetlerinde, eğitim çalışmalarında kullanılmak yerine genellikle profesyonel sendikacılara yüksek maaşlar ödenmesine, lüks araçlar tahsis edilmesine, sınırsız ağırlama giderlerine kullanılıyor.

Asgari ücretin 900 lira olduğu ülkemizde ortalama 10-15 bin lira aylık alan profesyonel sendikacılar sınıftan kopuyor ve sınıf çıkarları yerine, kendi lüks yaşamlarını korumak adına patronlarla anlaşıyorlar.

İnternet arama motorlarına “sendikalarda yolsuzluk” başlığı ile arama yaparsanız bu konuda birçok habere rastlamak olası.



PARTİLERE DAYALI SENDİKACILIK

İşçi memur ayrımı yapılmaksızın bütün sendikalar, her ne kadar bağımsız olduklarını iddia etseler de, örgütlenme adına bir partiye sırtını dayayarak üye kazanıyorlar. Böyle bir örgütlenme modelinde, yine çalışanların çıkarı yerine yaslandıkları siyasi partinin çıkarı ön planda tutuluyor. Eğitim-Bir-Sen‘in imzaladığı 2013 tarihli toplu sözleşme, bunun en güzel örneğidir.

Vatan gazetesinden Gülümhan Gülten'in haberine göre, hükümetle tek başına toplu sözleşme imzalayan Memur-Sen’in attığı imzadan 1.5 milyon memur için büyük bir skandal çıktı. İmzalanan toplu sözleşmeyle 1.5 milyon memur, hükümetin vermek istediği yüzde 3+3 zam oranından bile daha düşük maaş artışı aldı.



ANTİ DEMOKRATİK SENDİKACILIK
Yine sendikaların hemen hemen tamamında göstermelik bir demokrasi uygulanıyor. Sendika tüzükleri ve yönetmelikleri genellikle antidemokratik. Sendika temsilcilik seçimlerinde işçinin hakkı için çalışacak temsilciler yerine, patronun ve bürokratik-oligarşik sendikacılar destekleniyor. İstemedikleri sendika temsilcilerinin seçilmesi durumunda ise anti demokratik tüzük ve yönetmeliklerle seçilen temsilciler görevlerinden alınıyor.

Bu olumsuzlukları yaşayan işçiler kimi zaman sendika üyeliğinden istifa ediyor ya da hiç üye olmamayı seçiyorlar. 


ÇIKIŞ

Koşullar, emekçi sınıflar açısından DİSK’in kuruluş yıllarına benziyor. Çalışan sınıfların devrimci sendikacılık için çaba harcamalı ve eskimiş sendikal anlayışı ve sendikacıları tarihin çöp sepetine atmasının zamanının geldiği kanısındayım. 

Bunun için tarihsel olarak DİSK’in ve TÖS ’ün devamı sendikaların genel kurulunda sendikacıların maaşları ülke standartlarına indirilmeli, anti demokratik tüzük ve yönetmeliklerin değiştirilmesi için tüzük kurultayları bir an önce toplanarak örgütlenmek seferberliğine geçilmelidir.
Mahmut Aslan
telgrafhane.org

11 Aralık 2015 Cuma

AKP’nin EMEK DÜNYASINA BAKIŞI

AKP’nin EMEK DÜNYASINA BAKIŞI
MAHMUT ASLAN
Türkiye’de taşeronlaşma AKP iktidarı ile hızla yaygınlaşmıştı. Türkiye’de 10 yılda taşeron çalışan sayısı 387 binden 1 milyon 700 bine çıktı. Bugün 275 kamu kurumu ile 33 bin 788 şirket taşeron işçi çalıştırıyor.
Taşeron olarak çalışan işçiler genel itibari ile iş güvencesinden yoksun, sendikasız, toplu sözleşmesiz ve iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına uygun olmayan şekilde çalıştırılıyor. Asıl işverende çalışan kadrolu çalışanlarla aynı işi yapmalarına rağmen çoğu yerde aldıkları maaşlar kadrolu çalışanların yarısı kadar bile değildir. Türkiye’de yaşanan iş kazalarının (cinayetlerinin) %90’ı taşeron çalıştıran işyerlerinde meydana gelmektedir.
Yani taşeronlaşma konusu yaklaşık taşeron çalışanlar ve aileleri ile 5 milyona geçkin insanımızı ilgilendirmektedir.
Bu kadar büyük bir kitlenin seçim vaatleri arasına girmemesini düşünemezdi. Öyle de oldu iktidarı da muhalefeti de bu konuda vaatlerde bulundu. Bütün vaatlerin taşeron işçilerin asıl iş yapmaları nedeniyle çalıştıkları kamu kurumlarında kadroya geçirilmesi yönündeydi.
25 Kasım 2015 tarihinde 64. Hükümetin programı açıklandı.
Bizde hükümetin seçim öncesi en önemli vaatlerinden biri olan Taşeron işçilerin kadroya alınıp alınacağı konusunda ne var diye baktık.
Açıklanan vaatler bakılınca AKP işçi düşmanlığı devam ettirdiği görülmektedir. Taşeronlaşma konusu ile ilgili tek bir satır bu programda yer almamaktadır.
Hükümet programı dışında ise konuyla ilgili hükümet yetkililerince iki açıklama yapılmıştır. Bu açıklamalardan ilki eski Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in tarafından yapılmıştır, açıklamaya göre:
Hangi sözleşmelilerin kadroya alınacağına ilişkin listenin yeni Bakanlar Kurulu tarafından 6 ay içinde ilan edileceğini, Kamudaki 750 bin civarında taşeron işçinin, taşeron kadrolarını ‘asıl işçi’ ve ‘yardımcı işçi’ ayrımına göre yapılacağını söylemişti.
Konuyla ilgili ikinci açıklama Başbakan Yardımcısı Cevdet Yılmazdan gelmiştir. Onun açıklamasını da aynen aktarıyorum: “Konuyla ilgili bakanlıklar, sendikalar ve tüm taraflarla birlikte çalışma yürütüyor. Bu işçilerimizden asli işlerde çalışanların bir listesini oluşturacak, bir sınıflandırma yapacaklar ve bu kardeşlerimiz kamuda istihdam edilmiş olacak. Olmayanlarla ilgili de iyileştirici adımlar devam edecek. En kısa sürede inşallah Maliye Bakanlığımız bu çalışmayı bitirdiğinde hepimiz bu net tabloyu görmüş olacağız” şeklinde konuşmuştu.
Yani iktidar sahipleri ve yakınlarının zenginleşme yolu olan taşeronlaşmayı “asıl iş”, “yardımcı iş” ayrımı yaparak sürdürmek istiyor.
Hükümetin işçi ve emekçi sınıfına yönelik saldırıları sadece taşeronlaşmayla sınırlı kalmayarak kıdem tazminatının ortadan kaldırılması ve memurun iş güvencesinin ortadan kaldırılması gibi önemli konularda da olacak.
KIDEM TAZMİNATI YİNE GÜNDEMDE
OECD’nin 2006 Türkiye İnceleme Raporu’nda “Türkiye’de kıdem tazminatı kaldırılarak işsizlik sigortası ön plana çıkarılmalıdır.” OECD’nin 2010 Türkiye İnceleme Raporu’nda: “İşgücü piyasası düzenlemelerinin, işverenin kıdem tazminatı yü künün, mümkünse kurulacak kıdem tazminatı fonu ile azaltılması… amacıyla reforme edilmesi…” hükümete tavsiye edilmişti. AKP ise bu tavsiyelere uyarak kıdem tazminatını fona dönüştürmeye çalışmış ama kamuoyundan ve işçi sendikalarından gelen yoğun baskılar sonucunda bu kararını ertelemek zorunda kalmıştı.
Kıdem tazminatı 64. Hükümet programına yine girmiş görünüyor. “Programda Kıdem tazminatı sisteminde yaşanan sorunların çözümü amacıyla sosyal taraflarla diyalog içinde gerekli düzenlemeleri yapacağız.” şeklinde ifade edilen şey kıdem tazminatının kaldırılarak işverenin üstündeki yükün kaldırılması ve işçilerin daha kolay işten atılmasının sağlanmasıdır.
657 SAYILI YASA DEĞİŞTİRİLEREK MEMURUN İŞ GÜVENCESİ ELİNDEN ALINACAK
Hükümete yakın Sabah Gazetesi'nin haberine göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'paralel yapı' ile mücadele kapsamında "Bu paralel yapı ülkemizde devletin içerisinde sızmış bir virüs gibi. İstihbaratta da var, emniyet teşkilatı, silahlı kuvvetlerimiz bütün bu yerlerin hepsinde bunlar var ve ciddi iletişim sağlamaya çalışıyorlar. 657 değiştirilmediği sürece bu iş çözülmez" dediği ve bunun üzerine Devlet Personel Başkanlığı, Maliye Bakanlığı ve diğer kamu kurumu temsilcilerinden oluşturulan komisyonun üzerinde çalıştığı düzenlemelerle 657 Sayılı Devlet Memurları Yasası'nda da değişikliğe gidileceği yazıldı.
Bu haberden de anlaşılacağı üzere paralel yapı ile mücadele adı altında memurun iş güvencesi elinden alınacak ve işten çıkarılması kolaylaşacak.
AKP’nin 1 Kasım sonrası iktidarında çalışanları çok zor bir süreç bekliyor. Emekçilerin bu süreçte geçmiş kazanımlarını koruması ve yeni kazanımlar elde etmesinin yolu herkesin hakkını arayarak örgütlü mücadeleye dâhil olmasından geçiyor.

http://www.telgrafhane.org/10-yilda-taseron-iscisi-387-binden-1-milyon-700-bine-cikti-mahmut-aslan-yazdi/