14 Ocak 2016 Perşembe

Anamuhalefet partisine… TÜRKİYE’DE BİR ŞEYLER OLUYOR FARKINDA MISINIZ?

Anamuhalefet partisine… TÜRKİYE’DE BİR ŞEYLER OLUYOR FARKINDA MISINIZ?
2016 Yılının ilk Başbakanlık genelgesi cuma namazı ile ilgili oldu. Genelge şu şekilde resmi gazetede yayınlandı:
“Anayasa ve ilgili mevzuatta güvence altına alınan dini inanç hürriyetinin bir gereği olarak; Cuma Namazı saatinin mesai saatine denk gelmesi halinde, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlardan isteyenlere mesai kaybına neden olmaksızın izin verilir”
Yayınlanan bu genelge kimse beğenmese de yürürlükte olan Anayasanın ruhuna, hem de 4. 10. 14. ve 24 maddelerine aykırıdır. Yani yayınlanan bu genelge suçtur.
Genelgenin yayınlanmasından sonra Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Eğitim ve Kültür Vakfı’nın çağrısı ile cumartesi günü Ankara’da bulunan bazı Alevi kurumları, sendikalar, yöre dernekleri ve kişilerden oluşan bir grup toplanıp bu konuyu tartıştı.
Türkiye adım adım şeriat devletine giderken sessiz kalınamayacağına ve laikliğin sonuna kadar savunulmasına karar vererek bir dizi eylemlilik kararı alındı.
İlk iş olarak Başbakanlık genelgesini yayınlayan Başbakan Ahmet Davutoğlu hakkında ANAYASAL DÜZENİ DEĞİŞTİRMEK’ ten suç duyurusunda bulunundu.
LAİKLİK PLATFORMU KURULUYOR
Suç duyurusunda okunan metin ilginç tespitler ve bir de çağrı ile son buluyor.
“Laiklik, toplumsal birliğimizin harcı, inançlarımızın ve farklılıklarımızın güvencesi, çağdaş geleceğimizin dayanağıdır. Diğer İslam ülkelerinden en değerli farkımız ve kazanımımızdır. AKP Hükumetlerinin bunca ‘gayretine’ ve bunca kışkırtmalarına karşın halen bir mezhep kavgası çıkmamasını bu farkımıza borçluyuz.
Toplantımızda da tespit edildiği üzere muhalefet partileri farkında olmasa da, laikliği sahiplenen, en radikal soldan-en liberal bireylere kadar anti laik saldırıları endişeyle izleyen çok geniş bir kamuoyu mevcuttur. Ve bu endişeli farkındalık toplumun çoğunluğudur. İfade edilen kamuoyu gelişmeleri sessiz ve şaşkın bir biçimde izliyor ve sadece izleme noktasında bekliyorsa bu durum, endişeli kesimin tepkisizliğiyle değil, tepkiyi örgütlemesi gereken sivil örgütlerin sorumsuzluklarıyla açıklanabilir.
Bu nedenle bizler sorumluluğumuza sahip çıkıyor ve laik duyarlılığı derleyecek bir platform kuruyoruz. Söz edilen genelge ve laikliğe karşı eylemlerin odağı olmaktan sabıkalı olan AKP Hükümet’inin laiklik karşıtı tavrından rahatsız olan ve herhangi bir partiyle eş güdüm içinde olmayan tüm bağımsız kurumları, birlik ve sendikaları, düşünür ve akademisyenleri platforma davet ediyoruz.”
Bu davete Türkiye’nin her yerinden cevap geleceğini biliyorum.
Metinin içinde de yer alan şu nokta çok önemlidir. Muhalefet partileri farkında olmasa da, laikliği sahiplenen, en radikal soldan-en liberal bireylere kadar anti laik saldırıları endişeyle izleyen çok geniş bir kamuoyu mevcuttur.
Bu nedenle aşağıdaki satırları yazma zorunluluğunu kendimde buluyorum.
ANA MUHALEFET PARTİSİNE AÇIK ÇAĞRI
Sayın Genel Başkan ve Sayın Milletvekilleri,
Türkiye’de bir şeyler oluyor farkında mısınız?
Belki Meclis kulislerinden çıkmadığınızdan, yukarıda söylenenler size ulaşmıyor olabilir.
Ya da mecliste AKP yasalarının geçmesini izlemeyi büyük bir iş saydığınızdan başka şeylerle uğraşmaya vaktiniz olmuyor olabilir.
Hele siz Sayın Genel Başkan, aylardır salı günleri suya sabuna dokunmayan açıklamalar yapıyorsunuz ve uzun bir süredir kamuoyunda pek görünmüyorsunuz. Genel Merkez’de koltuğunuz koruyacak büyük planlar içindesiniz sanırım.
Hele son açıklamalarınız yüreğimi acıtmadı desem yalan olur.
“Neden özür diliyorsun, sen de yürek yok mu?” deyi verdiniz komedyen Beyaz’a. Sanki ülke gündeminde başka büyük sorunlar yokmuş gibi böyle bir açıklamanın yeri miydi? Siz o konuşmayı yapınca ülke güllük gülistanlık mı oldu?
Ülkenin bir bölgesinde aylardır sokaklarda insanlar ölüyor ve tv’lerden bu insanlar için hemen terörist yaftası yapıştırılıyor. 8-10 yaşındaki bebeler, 60-70 yaşındaki dedeler ve nineneler terörist olur mu? Bunları yüksek sesle konuşun mesela, kamuoyunda bu konuda ses getirecek eylemleri yapın. Hem devlet terörüne, hem PKK terörüne karşı kapı gibi duruş sergileyin mesela.
Parti Tüzüğü’nün 2. ve 3. maddelerine açıkça yer alan LAİK’liği savunun mesela ve kamuoyunda başlayan bu konudaki tepkinin ana örgütleyicisi olun.
Kamuoyunun sizlerden beklediği budur.

Mahmut Aslan/14.01.2015/ telgrafhane.org

ALEVİLER CEMEVİNE GİDİYORSA SİZE NE?

ALEVİLER CEMEVİNE GİDİYORSA SİZE NE? 
Alevilerin genel talepleri, taleplere dair AİHM kararları ve AKP’nin “İrfan Mektepleri” hakkında Telgrafhane’de yazdığım yazımla aynı gün Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Milliyet Gazetesi’nde, “Cemevlerinin caminin alternatifi, başka bir inancın mabedi gibi gösterilmesi, kırmızı çizgimizdir” deyiverdi.
Diyanet İşleri Başkanı bu sözü ile, hem AİHM kararlarını, hem de Yargıtay’ın Cemevi kararını tanımamaktadır. Yargıtay’ın Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkında, tüzüğünde Cemevi yaptırmak için girişimlerde bulunulacağı yazdığı için açılan kapatma davasında verdiği karar, görmeyen gözleri aydınlatacak nitelikte nettir:
“Cemevi, Alevi-İslam inanışına sahip yurttaşlarımızın öteden beri cem ibadetini yaptıkları mekânın adıdır. Cem kelimesi, Arapça’da ‘toplanma’ anlamına gelmekte ve dini, törensel ve ritüel uygulamalarının tümünü kapsamaktadır. Öncelikle, bir mekânın ibadet yeri sayılıp sayılmamasının münhasıran o inanca tabi insanların takdirinde bulunmalıdır.”
Görmez’in bu açıklamasının ardından Diyanet'in internet sitesinin ‘Fetvalar' bölümünde "Alevi olan kişi ile evlilik caiz midir?" sorusuna, "Müslüman olanla evlenilir, olmayanla evlenilmez" yanıtının verildiği kamuoyunun gündemine geldi.
Şimdi bu sözlerin üstüne ülkede yaşayan milyonlarca Alevi’den biri olduğunuzu düşünün. Sizin verdiğiniz vergilerle haksız yere maaş alan bir kurum ve bu kurumun başkanı sizinle ilgili nefret sözcükleri etsin, ne düşünürüz?
Aleviler Camiye değil, Cemevine gidiyorsa, size ne?
Kimin kiminle evleneceği sizin işiniz mi?
Görmez Efendi, kırmızı çizgi lafları genelde savaş bürokrasisinin tanımıdır. Siz bir savaş bürokratı mısınız, yoksa din adamı mısınız?
Bulunduğumuz coğrafyada, mezhep savaşlarının yaşandığı bir dönemde, “Alevilerle evlenilmez” türü açıklamalar, ülkede inanç grupları arasındaki önyargıları derinleştirebilecek kışkırtıcı bir tavırdır. Din adamlarının görevi inançlar ve mezhepler arasında kışkırtma, ayrımcılık ve dinsel ırkçılık çıkarmak değildir. Bu tür açıklamalar suçtur, açıklama sahipleri hesap vermelidir.
GÖRMEZ SUUD’A MI ÖZENİYOR?
Yapılan açıklamalar aklımıza şunu getirmektedir. Diyanet, Şeyhülislamlığa, Görmez de Ebu Suud’luğa özenmektedir.
Ebu Suud da Alevilerle ilgili şöyle fetvada bulunmuştur:
“Kızılbaşların öldürülmeleri, diğer kâfirlerin yok edilmelerinden daha önemlidir. Örneğin Medine çevresinde kâfir çokken ve Şam henüz ele geçirilmemişken, Ebu Bekir kâfirlere saldırmayı değil, yalancı müseyleme’ye bağlı bu döneklere saldırmayı yeğlemiştir. Hazreti Ali zamanında haricilerin kırılması da böyle olmuştur. Bu kesimin kötülükleri çok büyüktür. Bunların kötülüklerini yeryüzünden silmek için çok çaba harcamak, ne gerekirse yapmak lazımdır.”
Bu fetvaya dayanarak binlerce Kızılbaş/Alevi katledilmiştir.

GÖRMEZ’İN LAİKLİKLE İLGİLİ AÇIKLAMASI

Görmez‘in Cemevleri açıklamasından önce 15 Aralık 2014 tarihinde yaptığı laiklikle ilgili açıklama ise tam bir düşünsel sefalet örneğidir. Görmez açıklaması ile dünyanın topyekun savaşlar içerisine girmesinin suçlusunu “laiklik olarak nitelemektedir.
“Fransız İhtilali’yle birlikte insanlık başka bir arayış içine girdi. İnsanlık dinlerin dışında daha seküler bir dünya kurmayı tasarladı. Fakat sekülerizm dinlerden kaynaklanan şiddeti de geride bırakarak dünyayı topyekun bir savaşın içine soktu. İnsanlar da bilimsel keşiflerle atom bombasını düşünebildi. Kimyasal silahları üretti ve tarihteki savaşlarda ölen bütün insanların birkaç katını modern zamanlardaki savaşlarda kaybettik. İki büyük dünya savaşı yaşandı ve şimdi üçüncü dünya savaşından söz ediliyor ve sayın Papa’nın ağzından bile böyle bir cümle dökülebiliyor.”
Anayasamızın 2. maddesinde,  Türkiye’nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu tanımlanmışken bir devlet kurumu başkanı hangi cüretle böyle bir sözü söylemektedir?
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI KAPATILMALIDIR!

Demokratik ve laik bir ülkede böyle açıklamalar yapan bir kurumun başkanı görevden alınırdı. Ama ülkeyi 14 yıldır Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmaktan “sabıkalı” bir partinin yönettiği gerçeği apaçık dururken böyle bir şeyi beklemek, aymazlık olur.
Diyanet İşleri Başkanlığı'na 2015’de ayrılan 5,7 milyar liralık bütçe yetmemiş ve 700 milyon lira ek ödenek istenerek, 6,4 milyarlık bütçe ile 11 bakanlıktan fazla bütçesi olan bir yapıya dönüşmüştür. Böyle bir bütçenin dini bir kuruma ayrılması yerine, sağlık, eğitim ve bilime ayrılması gerekmektedir.
Diyanet İşleri, devlet eliyle dini düzenleyen bir kurumdur. Aslında gerçek anlamda laik bir ülkede böyle bir kurum olmaz. Laik bir devlette insanların kendi dini inançlarını, devletin ve başka toplulukların baskısı olmadan yaşamaları esastır.
Laiklik anlayışı sakat bir başkanla yönetilen ve gereksiz yere milyarca lira harcanılan Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılmalıdır. Bu istek, laiklik mücadelesi veren bütün dernek, kurum, kuruluş ve partilerin ana düsturu olmalıdır.

Mahmut Aslan/ 08.01.2016/ telgrafhane.org

8 Ocak 2016 Cuma

AKP “İRFAN MERKEZİ” LAFIYLA ALEVİLERİ OYALIYOR

Cumhuriyet Alevilere birçok hak tanımasına rağmen, gideremediği eksikleri de az değil. Aleviler bu eksikliklere rağmen cumhuriyete ve Atatürk düşüncesine bağlıdırlar. Evlerinde ve Cemevlerinde Atatürk portreleri aslıdır. Çünkü laikliğin önemini kavramışlardır ve aydınlanma onlar için Hünkâr Hace Bektaşi Veli’nin “İlimden Gidilmeyen Yolun Sonu Karanlıktır” sözüdür.
Laiklik sadece basit tanımıyla ilkokulda öğretilen din ve devlet işlerinin bir birinden ayrılması değil din ve vicdan hürriyetidir de.
Din ve vicdan hürriyeti İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 24. maddesinde koruma altına alınmıştır.

Ancak Türkiye’de birçok şey gibi yazılı kanunlarda sadece yazıda kalmakta, uygulama  da işlememektedir. Aleviler 90 yılların başında başlayan kitlesel örgütlenmeleri ile bu uygulama da yapılan eşitsizliklerin giderilmesi için mücadele vermektedir.
Bu mücadele şu başlıklar altında toplanmaktadır:

*Eşit yurttaşlık sağlanmalı ve devlette atamalarda liyakata önem verilerek. Alevilerin dışlanmaması. Şu an bir tane Alevi; vali, general, genel müdür vb. devlet kadrolarında  bulunmamaktadır.
* Cemevleri, Alevi inancının ibadet mekânlarıdır. Cemevlerinin inançsal statüsü tanınmalı, diğer ibadethanelerin yararlandıkları tüm haklardan yararlanmalı.

* Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri zorunlu olmaktan çıkartılıp seçmeli hale gelmeli, velisinin talebi doğrultusunda çocuğa istediği din ve inançla ilgili eğitim verilmeli.

* Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasal kurum olmaktan çıkartılmalı; özerk Din İşleri Kurumu haline getirilmeli, inanç gruplarının eşit temsiliyeti sağlanmalıdır. İnanç gruplarının oluşturacağı birimler, kendi inanç mensuplarına hizmet vermeli, bunun sağlanması için her inanç grubu, inanç bütçesinden pay almalı.(Bazı kurumlar tarafından Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması da talep edilmektedir.)

* Alevi köylerine cami yaptırma girişimi ve imam atamaları durdurulmalı, atanan imamlar da geri çağrılmalıdır.

*Sivas Madımak Otel’inin Utanç Müzesi haline getirilmelidir.

Bu ana başlıklarda yapılan mücadele, iç hukuk yolları tüketildikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürülmüştür.

AİHM Türkiye'deki Alevilerin başvuruları üzerine bir ay içinde iki önemli karar açıkladı.

1.Karar: AİHM, eğitimde zorunlu din ve ahlak kültürü derslerine karşı Ankara’dan davacı olan 14 Türk vatandaşının 2011’de açtığı davada oy birliği ile Türk hükümetinden “zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu din ve ahlak kültürü derslerinden muaf tutulmalarını da sağlayacak yeni bir sisteme geçmesini” istedi. Kararda, Türkiye’de din ve ahlak kültürü kitaplarının içeriğinde yapılan son değişikliklerin “yetersiz” olduğu belirtilip devletin dini konularla ilgili düzenlemelerde “yansız ve tarafsız olma yükümlülüğü” hatırlatıldı.

2.Karar: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı (Cem Vakfı) tarafından 2010 yılında yapılan başvuru ile ilgili olarak Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ''ayırımcılığın yasaklanması'' ile ilgili 14. maddesini ihlal ettiğine hükmetti. Bu kararlara bugüne kadar uyulmadı.
AKP iktidarlarında Alevi çalıştayları da düzeldi. Bu çalıştaylarda Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Vakfı Başkanı Murtaza Demir’in söylediği gibi Alevilik ve Alevilerin talepleri hakkında her şey konuşuldu.
 Ancak 64. hükümet programında Alevi taleplerine değinilmeyerek, şu satırlara yer verildi:
“Bu bağlamda; geleneksel irfan merkezleri ve Alevi vatandaşlarımızın inanç ve kültür temelli talepleri karşılanacaktır. Cemevleri, eğitim sisteminde bilgilendirme, üniversitelerde araştırma ve uygulama merkezleri oluşturma gibi çeşitli konularda Alevi kanaat önderleri ile diyalog içinde demokratik uzlaşı temelinde gerekli adımları atacağız. Geleneksel irfan merkezleri ve Cemevlerinde hukuki statü tanıyacağız.”
İrfan merkezleri kavramı Alevi dili ve terminolojisinde bugüne kadar hiç kullanılmayan bir terimdir. Bu merkezlerin ne olduğunu hiçbir alevi kurum yöneticisi de bilmemektedir. AKP Alevilerin genel talebi olan Cemevlerinde hukuksal statü tanımayı kılıf olarak kullanarak tekke ve zaviyeleri yeniden açma niyetindedir. Aleviler bu oyuna gelmeyecek kadar bilinçlidir.
Alevilerin talepleri yukarıda özetlediğimiz ve AİHM kararları ile de tescillendiği şekliyle de nettir. Bu taleplerin dışındaki işler laf-ı güzaftır.

Mahmut Aslan
telgrafhane.org

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ