26 Mayıs 2016 Perşembe

ÇİVİSİ ÇIKMIŞ ÜLKE

ÇİVİSİ ÇIKMIŞ ÜLKE
Yurdumuz öyle bir ülke haline geldi ki her gün bir başka gariplik yaşanıyor.
Bu gariplikler usta yazar Amin Maalouf’un, “Çivisi Çıkmış Dünya” adlı deneme kitabını aklıma getirdi. Ne güzel bir başlık atmış kitabına değil mi? Dünya çılgınlıklar dünyası haline geldi ve bu çılgınlıklar ülkemize de yansıyor. Belki de biraz fazlasıyla yaşanıyor bu çılgınlıklar…
Doğa katliamlarının, hırsızlıkların, tacizlerin ve cinayetlerin ülkesi haline gelmedik mi?
Kitap “yaşamın devamlılığının olmazsa olmazı olarak gördüğü hoşgörü çığlığını yeniden duymaya davet ediyor insanlığı...”
Hoşgörüye çağrısı kulağa ne kadar güzel geliyor. Ülkemizde de herkesin dilinde bir hoşgörü çağrısı var ama uygulamaya gelince herkes bir savaş makinesi…
Gitgide gariplikler ülkesi olduk. Yürürlükte bir anayasa olmasına rağmen “de facto” bir yönetim anlayışı ile yönetiliyoruz. Kimseden tık yok.
Düşünsenize bir gecede %50 oy almış bir başbakan görevden alınıyor. İktidar partisinin kurultayında okunan bir mesajı bütün parti yöneticileri ve delegeleri ayakta dinliyor. Tam bir faşist parti kongresi izliyor herkes ve bu durum hala büyük bir kitleye normal geliyor.
Her gün gelen şehit haberleri sadece o şehitlerin yakın çevresi için bir şey ifade ediyor. Diğerleri içinse sıradan bir haber haline gelmiş durumda…
Kölelik yasası bir gecede meclisten geçti, sendikalar ve işçiler sessiz…
Ülkede bu gidişe son verecek muhalefet partileri iç çekişmelerini bırakarak halka dönemiyor.
Umutsuzluğa kapılan ve adalet sistemine inanmayan büyük bir halk kitlesi…
Tam da çivisi çıkmış bir ülke olduk yani.
BİR GARİP OLAY
Çivisi çıkan ülkemiz ahlaksal olarak da tam bir çöküntü içine girmiş durumda…
Ensar Vakfı, din kültürü öğretmenleri ve cami hocası tacizleri günlük yaşantımızın normal birer parçası haline geldi.
Her gün bir kadın cinayeti haberi izliyoruz ana haber bültenlerinde…
Son olarak dün Metro turizmde yaşanan olay düştü haber sitelerine. Yaşanan olayı haberlerden okuyalım.
“Metro Turizm'in dün akşam (25.25.2016) saat 19.15'te Muğla'dan kalkarak İstanbul'a giden 483465 sefer sayılı otobüsünde skandal bir olay yaşandı. Otobüsün muavini, bu sabah saat 05.40'da Yalova feribotundayken mastürbasyon yaptı ve daha sonra uyuyan bir kadın üniversite öğrencisi yolcunun üstüne boşaldı. Kadının uyanarak çığlık atması üzerine, muavin “su döküldü” dedi.
Kadın yolcunun şikayeti üzerine olay yerine gelen polis, otobüste inceleme yaptı. Gözaltına alınan muavinin, ifadesinin ardından serbest bırakıldığı belirtildi. “
Yaşanan olaya mı yanarsın, sapığın serbest bırakılmasına mı?
Olay basit bir sapıklık olmanın çok ötesinde toplumun zıvanadan çıktığının görüntüsü…
Birçok yazımda yaptığım gibi bu yazımı da mücadele çağrısı ile sonlandırayım.
Çivi’yi yeniden yerine çakmak için her yerde örgütlü mücadeleye… AKP karanlığını devirmeye…
Mahmut Aslan-26.05.2016

HAKKIMI HELAL ETMİYORUM

4 Mayıs günü ülkenin Başbakanı bir darbe ile görevden alınmıştır. Davutoğlu’na yapılan bu darbe ve TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın laiklik ile ilgili konuşması ülkemizin defacto bir durumla yönetildiğinin en somut göstergesidir. Anayasa askıya alınmıştır.
Bu duruma yönelik ise muhalefetin üstüne ölü toprağı serpilmiş gibidir. Yine Salı günü hiçbir işe yaramayan grup toplantısı görünümlü basın açıklamaları ile gündem geçiştirilmektedir.
Ülkenin bu gidişatına son vermek ana muhalefet partisinin en büyük sorumluluğudur ama…
Hükümete yapılan darbe sonucu basın açıklaması yapan Davutoğlu “Tertemiz oylarınız dolayısıyla sizlere hem teşekkür ediyorum hem de haklarınızı helal etmenizi istiyorum.” sözü üstüne, Kemal Kılıçdaroğlu’nun hemen “hakkımı helal ediyorum” sözlerini kullanması hem parti içi kamuoyunda hem yurttaşlar düzeyinde hayretle karşılanmıştır.
KILIÇDAROĞLU NEYİ HELAL ETTİĞİNİN FARKINDA MI?
Davutoğlu RTE’nin saraya çıkması sonrası ülkenin başbakanı olmuş ve son 2 yıldır ülkeyi yöneten kişidir.
2 yıllık yönetimi döneminde ülkenin en kanlı dönemlerinden biri yaşanmıştır. Gelin hep beraber hemen ilk aklımıza gelen olaylara bir bakalım:
·        Davutoğlu’nun Başbakanlık koltuğuna oturmasının 6’ncı ayında hortlayan terör; asker, polis, korucu, memur, sivil yüzlerce insanın canına mal oldu. 7 Haziran 2015’ten beri yurt genelinde 283’ü asker, 174’ü polis, 9’u köy korucusu olmak üzere 466 güvenlik görevlisi şehit oldu.
·         Haziran 2015 günü Diyarbakır’daki HDP mitingine yapılan saldırıda 4 kişi öldü 402 kişi de yaralandı.
·        20 Temmuz 2015’te saat 12:00 civarında Şanlıurfa ilinin Suruç ilçesinde düzenlenen bombalı intihar saldırısında 34 kişi öldü, 100’den fazla kişi de yaralandı.
·        10 Ekim 2015’te saat 10:04 civarında Ankara ilinin Altındağ ilçesinin Ulus semtindeki Ankara Garı kavşağında düzenlenen ve kayıtlara Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ölümcül bombalı saldırısı olarak geçen saldırıda ise 109 kişi yaşamını yitirdi 500’den fazla kişi de yaralandı.
·        2 Ocak 2016’da Sultanahmet’teki canlı bomba saldırısında tamamı turist 13 kişi hayatını kaybetti.
·        17 Şubat 2016’da Ankara’nın Çankaya ilçesinde, Genelkurmay Başkanlığının, asker lojmanlarının ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının bulunduğu bölgede Türk Silahlı Kuvvetlerine ait askeri servis aracının geçişi sırasında meydana gelen saldırıda 29 kişi öldü.
·        13 Mart 2016’da saat 18:45’te Güvenpark, Kızılay, Ankara’da otobüs duraklarına yakın bir mesafede gerçekleşen bombalı saldırıda 38 kişi hayatını kaybetti. 125 kişi de yaralandı.
·        19 Mart 2016’da saat 10:55’te Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde bir canlı bombanın üzerindeki patlayıcıyı patlaması sonucu meydana gelen bombalı intihar saldırısında 3’ü Amerikan-İsrail vatandaşı, 1’i İran vatandaşı ve 1’i saldırgan olmak üzere 5 kişi hayatını kaybetti, 36 kişi yaralandı.
·        27 Nisan’da Bursa’daki canlı bomba saldırısında ise canlı bomba ölürken 16 vatandaş da yaralandı.
·        IŞİD terör örgütünün Kilis’e attığı füzeler sonucu ise şu ana kadar 20 kişi yaşamını yitirdi.[1]
Bu kadar kişinin ölümünde siyasi sorumluluğu olan bir kişiye hakkını helal eden ana muhalefet lideri neyi helal ettiğinin farkında mı?
Hem Davutoğlu’na hem de ona hakkını helal eden ana muhalefet liderine hakkımı helal etmiyorum.
Muhalefetin tez zamanda aklını başına alarak biran önce ülkenin umudu olacak şekilde lider değişimini gerçekleştirerek zıvanadan çıkan ülke yönetimine el koyması gerekmektedir. Siz kendinize çeki düzen vermediğiniz sürece birileri köpeksiz köyde değneksiz gezmeye devam edecek?

 


Mahmut Aslan

telgrafhane.org/13 Mayıs 2016

4 Mayıs 2016 Çarşamba

LAİKLİKTEN İLK TAVİZ NE ZAMAN VERİLDİ?

Geçtiğimiz hafta TBMM Başkanı İsmail Kahraman'ın 'Laiklik kaldırılmalıdır. Anayasada dindarlıktan da kaçınılmamalıdır' sözleri, Cumhuriyeti yıkma hedefinin ilanıdır.

Bu açıklamadan sonra bir grup duyarlı insan, Laikliğe Çağrı Birlikteliği’nin ve Birleşik Haziran Hareketi’nin çağrısı ile Meclis önünde toplandı. Anayasamızın 2. Maddesinde açıkça yazılmış olan Laik Türkiye’yi savunan bir avuç insan, orada, o anayasa bağlı kalmaya yemin eden kişilerin emri ile tartaklanmış ve gözaltına alınmıştır.

Bu olaylardan sonra, Türkiye’nin her yerinden laiklik konusunda duyarlı davranışlar sergilenmiştir. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş tribünleri “Türkiye Laiktir Laik Kalacak” sloganları ile inlemiş, 1 Mayıs kutlamalarının ana konularından biri laiklik olmuştur.

Türkiye toplumunda laiklikle ilgili böyle bir refleksin olması geleceğe dönük olarak, umudumuzu artırmıştır.

Peki, ülkemiz bu duruma hangi süreçten gelmiştir.
Bu yazıyla amaçlanan, laiklikten ilk tavizlerin verildiği 2. Dünya savaşı sonrası Sovyetleri çevreleme politikasının sonucu olarak, ülkede ve dönemin iktidar partisi CHP’de yaşanan değişimi gözler önüne sermektir.

Ünlü sarı öküz hikâyesindeki gibi, sarı öküzü ilk ne zaman verdik, onu görmektir.

Tarihi bilmeden, geçmişte yaptığımız hataları görmeden, günümüzü yorumlamak zordur. O nedenle gelin biraz geçmişe göz atalım.

CHP partinin ambleminde yer alan, programında tanımladığı altı oku, ilk kez, 10-17 Mayıs 1931 yılında yapılan kurultayda, toplu olarak bir araya getirmiş ve sistemleştirmiştir.

Bu ilkeler; CHP’nin  1931 tarihli programında, partinin ana vasıfları olarak kabul edilmiştir. 1935 tarihli programda ise devletin de esasları olarak belirlenmiş, başta Devletçilik ilkesi olmak üzere, ilkelere daha katı ve kapsayıcı bir özellik kazandırılmıştır.
Haziran 1943’te toplanan kurultaya kadar, ilkelerle ilgili olarak herhangi bir yeni düzenleme yapılmamıştır.
1943 kurultayında ise Devletçilik, Milliyetçilik ve Laiklik ilkeleri yeniden yorumlanarak, Devletçilik ilkesinde özel girişim lehine bir yumuşamaya gidilirken, Milliyetçilik ve Laiklik         ilkelerine de yeni paragraflar eklenmiştir.[1]
Bu durum, partinin 1947 kurultayında da devam etmiş ve ilkelerden bazıları yeniden yorumlanmıştır.

CHP’NİN 7. BÜYÜK KURULTAYI
Çok partili hayata geçiş döneminde “12 Temmuz Beyannamesi’nden ve Recep Peker’in istifasından sonra, CHP’nin 7. Büyük Kurultayı, önemli bir aşamaya işaret eder.
Bu Kurultay’da birçok yeniliğe karar verilmiştir: “Cumhuriyet” ilkesi ile “demokrasi” kavramı aynı doğrultuda tanımlanarak, parti içi liberalleşme eğilimi başlatılmıştır. Parti içinde seçim ve tabanın rolü ön plana çıkarılmış; genel başkanlık ile devlet başkanlığı birbirinden ayrılmasa da Genel Başkan’ın bütün yetkilerini Kurultay tarafından seçilecek bir Genel Başkanvekili’nin kullanması esası benimsenmiş; Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu konusunda geri adım atılmasına karar verilmiş; Devletçilik ılımlılaştırılmış; Laiklik konusunda İslam karşıtlığı görüntüsünden uzaklaşma ile dinde liberalleşmenin sağlanması hedeflenmiştir. Böylece CHP, DP’ye yaklaşmaya başlamış ve aralarındaki ayrım noktaları neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır”.[2]       

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1947 yılında gerçekleştirilen kurultayında, vatandaşları din konusunda bilinçli hale getirmek için girişimlerde bulunulması öngörülmüştür. Konunun önde gelen savunucularından Hamdullah Suphi Tanrıöver, bu süreçte, dini; “komünizme karşı mücadelede birleştirici unsur” olarak nitelendirmiştir.[3]

İlk olarak, 27 Ocak 1947’de okullar dışında din eğitimi kabul edilmiş, 1948’de imam hatip kursları açılmış, hacca gitmek isteyenlere ilk kez döviz verilmiş, 25 Kasım 1949’da isteğe bağlı olarak okullarda din eğitimi alınmasına karar verilmiştir.[4]
Bu tarihten sonra da, Türk yöneticilerinin kişisel tutumlarının da etkisiyle dine karşı, oy kaygısıyla, “laiklik” ilkesinden taviz verilecek şekilde tolerans gösterilmeye başlanmış, din; siyasete karıştırılmıştır.

Görüldüğü gibi CHP, bu kurultaydan sonra, Cumhuriyet kazanımlarının en büyük ilkesi olan laiklikten ödün vermeye başlamıştır. Laiklikten uzaklaşma CHP’nin dönüşümünün en önemli ayağı olmuştur. O gün yaşanan değişimler günümüzü hala etkilemektedir.



[1] Suna Kili, 1960-1975 Döneminde Cumhuriyet Halk Partisinde Gelişmeler (Siyaset Bilimi Açısından  Bir İnceleme), Boğaziçi Üni.Yay., İstanbul, 1976, s. .98-100.
[2]Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 11.Baskı, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2004 S.343; [2]Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980, (Çev. Ahmet Fethi), İkinci Baskı, İstanbul, Hil Yayınları, 1996, s. 39.
[3]Altan Öymen, Değişim Yılları, Doğan Kitapçılık ,7. Baskı, İstanbul, s. 277-278,
[4] Nurşen Mazıcı, Tek Parti Dönemi Seçilmiş Makaleler, Pozitif Yay., İstanbul, 2001, ss.253-255

Mahmut Aslan
telgrafhane.org-03.05.2016

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ