1 Haziran 2016 Çarşamba

Gezinin Ardından…

Bundan tam 3 yıl önce, Gezi Parkı eylemlerini yaşadık.
İstanbul Taksim Gezi Parkı, “Yayalaştırma Projesi” adı altında, imar izni dahi olmadan ağaçlar kesilerek imara açılmak istenmişti.
Bir grup doğaseverin başlattığı karşı duruş, polisin orantısız güç kullanması sonucunda büyümüş ve ülke geneline yayılmıştı.
Tartışma “iki ağaç meselesi” olmaktan çıkmış ülkede yıllardır süren baskıcı rejime karşı bir başkaldırıya dönüşmüştü.
Protestocuların çoğunluğunu o güne kadar “apolitik” olduğu düşünülen 15-25 yaş arası gençler oluşturdu. Liseli, üniversiteli, işsiz ya da son derece düşük ücretle çalışan, gelecek kaygısı taşıyan gençler topluma örnek oldular.
Gençlerin yanı sıra, yaşam tarzlarına müdahale edildiğini düşünen her yaştan yurttaş sokağa döküldü.
Büyük çoğunluğu hayatında ilk kez bir eyleme katılan ve bütünlüklü bir dünya görüşüne de sahip olmayan bu kitle, militan bir duruş sergiledi. Onca gaz bombasına ve baskıya rağmen korkup sinmedi protestolarından biri gerçekleşti.
O dönem AKP iktidarı sarsıldı, bugün daha çok gün yüzüne çıkan ayrışmalarının tohumu o dönem atıldı. Hiçbir şeyden korkmadılar o günlerde ayağa kalkan kitleden korktukları kadar.
Yapılan tüm gösterilerde ağırlıklı olarak mizahi bir protesto anlayışı ortaya konulmuştu.
Gezi parkı eylemlerinin temel özelliği; kitlesel, barışçı ve mizahi olmasıydı.
Gezi parkı eylemleri; süre bakımından da ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Öyle ki bir aya yakın sürmesi nedeniyle, “Haziran Ayaklanması”olarak adlandırmak da mümkün olmuştur.
Haziran Direnişi; kitleselliği, barışçılığı, mizahi yapısı ve süresi ile tüm dünyaya da örnek olmuştur.
Yapılan gösterilere karşı gösterilen zorbalık ve hukuksuzluk hepimizin hafızasındadır. Orantısız güç kullanımı ve kasıtlı hareketler sonucunda, 8 gencimiz yaşamını yitirirken, 8 bini aşan sayıda yurttaş yaralanmıştı.
GEZİ DAVALARI
Öldürülen ve yaralanan gezi direnişçilerinin davaları ise tam bir hukuksuzluk örneğidir. Birgün gazetesi Pazar ekinin 481. sayısında  Orhan Gazi Ertekin ve Av. Anıl Gelberi’nin yargılamaya ilişkin yazısında ki şu uzun paragrafta yargılamalara dair hukuksuzluklar gözler önüne serilmiştir.
“… devlet şiddetinin mağdurlarına yönelik tavrını nasıl bilirsiniz peki? Ali İsmail, Berkin, Mehmet, Abdullah, Ethem ve Ahmet’in ölümlerinin soruşturulması ve yargılamalardan bahsediyoruz. Burada da durum, mahkemelerin sürekli şehir değiştirmesi boyutuyla bile her bir yargılama sürecinden de anlaşılacağı üzere, hakikaten fecaattir. Bu noktada Türkiye yargısı Türk Ceza kanununu, belirli bir politik strateji üzerinden okuyagelmiş ve uygulamasını da bu ideolojik merkezden yönetmeye devam etmiştir. Kamu görevlilerinin suç fiilleri yönünden kayırıcı yorumlar devreye sokularak TCK 87/4 ve 89. maddeleri olağanüstü bir yaygınlık ile uygulanagelmiştir. Ali İsmail’in davası işte bu politik-ideolojik stratejinin uygulandığı bir yargılama sahasıdır. Karara göre Ali İsmail sadece “yaralanmış”tır. Yani Ali İsmail Korkmaz, Savcılığa ve Mahkemelere göre “ölmemiş”tir. “Ölüm” yargı için sonradan “duyulan” bir “durum”dur. Böylece kamu görevlisi veya diğer faillerin eylemleri, yaralama fiilinin içinde kalmakta, meydana gelen ölüm ise eylemin dışındaki bir “kader”e dönüştürülmektedir. TCK’nın devletin içinden politik stratejik okumasını ele veren olağanüstü tarafgir bir yorum biçimidir bu. Türk Ceza kanunununun 77. maddesindeki politik ayrımcılıkla şiddet uygulanması ve 94 maddesinde ise “işkence suçu” tarifiyle kamu görevlilerinin şiddet ve aşağılama fiilleri büyük bir açıklıkla tanımlandığı halde bu maddelerin uygulanmasına hemen hiç rastlanmamıştır. Dolayısıyla Gezi’nin mağdurlarının takip ettiği davalar da adil bir yargılamanın şartları bir türlü oluşmamıştır…”
Bu davaların izlenmesi ve adaletle sonlandırılması hukuktan yana olan, vicdanı olan herkesin görevidir.
Başta siyasiler olmak üzere bu hukuksuzluklara yol açanların adalet önünde hesap vermesini beklemek de demokrasinin gereğidir.
GEZİ RUHU İLE DİRENİŞE DEVAM…
Gezi dayanışma, kardeşlik, barış ve laiklik mücadelesiydi. Bu mücadele belki o gün için son bulmadı ama insanların yüreğindeki korkuyu yenmesi açısında büyük bir adımdı.
Ülke son dönemde gezi sürecinin yaşadığı günlerden daha kötü bir döneme girmiş durumda;
Ülkenin Güneydoğusunda yaşanan bir iç savaş…
Dinci eğitim ve imam hatipleşme ile din devletine hızlı adımlarla ilerleyen hatta dönüşmüş bir ülke…
Ülke genelinde patlayan bombalar sonucu kitlesel katliamlar…
Emeğe yönelik çıkarılan yasalarla kurulan kölelik düzeni…
Tüm hızı ile devam tek adam diktatörlüğü vb. onlarca olay…
Toplumsal olaylar tarihi yükseliş ve alçalışlarla geçmektedir. Gezi de bizim için yükseliş dönemiydi. Gezinin ardından yaşanan seçimlerde istenilen sonuçların alınamaması toplumsal direniş hattının geriye çekilmesine neden olmuştur. Ama yukarıda sayılan nedenler geziden daha ileri ve örgütlü bir halk ayaklanmasının yaşanması gerekliliğini ortaya koymaktadır.
O nedenle umudu kaybetmeden gelecek güzel günleri kurmak için gezi ruhu ile mücadeleye devam.

Mahmut Aslan- 1 Haziran 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ