26 Temmuz 2016 Salı

KEDİ VE ÖLÜM- ERHAN BENER

Son zamanlarda teknolojiye biraz daha fazla zaman ayırıyor olsam da hala iyi bir kitap okuru sayılırım.Kitaplar birçok derdin ilacıdır. Bizi hiçbir zaman sıkmayacak dostlarımızdır.

Her türlü kitabı okumak en sevdiğim özelliklerimden biridir. Belki sistematik okumalar daha yararlıdır. Ama ben karışık okumayı tercih ederim. Roman, şiir, hikaye, biyografi, deneme vb…

Romanların yeri ise ayrıdır bende. İçim sıkıntıya düştüğünde iyi bir romandan başka bir yol yoktur o sıkıntıdan kurtulmak için. Başka dünyalara dalmak, üstünde düşündüğünüz bir konu hakkında roman karakterlerinin konuşması sonrası başka bir fikrin sizi aydınlatması hep romanların içindedir.   

Roman okumayı severim dedim ya Türk yazarların romanlarını okumayı daha çok severim. Biraz daha bizden olduklarındandır sanırım. Köylü Memed Ağa ile işçi Ahmet’i görüp çevremizdekilerle kıyaslayabilirsiniz.

Bir yazarı sevdiysem bütün kitaplarını okumaya çalışmak gibi bir huyum var. Bu nedenle daha az sayıda yazarı okuyabiliyorum.

Bu yazıda size yeni ve geç tandığım bir yazarımızdan ve kitabından bahsedeceğim. Erhan Bener ismini duyanlarınız vardır içinizde ama ben bu ismi yeni duymanın üzüntüsü içindeyim. Onlarca kitap kaleme almış ve çok ödül almış bir yazarımız Erhan Bener. Ödülleri içinde Yunus Nadi, Orhan Kemal Roman Ödülü ve hatta Fransız-Türk Kültür Cemiyeti Roman Ödülü bile bulunmaktadır.

Erhan Bener 1929 yılında Kıbrıs'ta doğan, 1950 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olduktan sonra girdiği Maliye Bakanlığı'nın çeşitli kademelerinde çalışmış, 1975 yılında Emekli Sandığı Genel Müdürü iken kendi isteğiyle emekliye ayrılıp kendini tamamen edebiyata adamıştır.

Erhan Bener uzun yazarlık serüvenine 1953 yılında yayımlanan Acemiler kitabıyla başlamıştır. Bener'in 1953 yılında Acemiler'in yayımlanmasıyla başlayan ve Yalnızlar, Loş Ayna, Kedi ve Ölüm ve Baharla Gelen'in izlediği verimli ilk edebi döneminin ardından on yıllık bir edebi suskunluk, maliye kitapları yazdığı yoğun mesleki çalışmalar dönemi vardır.

Bener'in ilk dönem romanlarında (Acemiler, Yalnızlar, Loş Ayna, Kedi ve Ölüm ve Baharla Gelen) birey- toplum çatışmalarının kaynağına içten bir bakış vardır. Roman kişileri, kendilerini çatışma noktasına getiren nedenleri yine kendileri irdeler.

Kedi ve Ölüm, yaşlı bir ressam olan Zahit İloğlu’nun üç ay kadar bir ömrünün kaldığını öğrenmesiyle başlar. Bu, ona büyük bir sarsıntı yaşatır. Yaşadığı hayatın muhasebesini yapar.


 Bir Anadolu kasabasında geçen yoksul çocukluk döneminden sonra resim yeteneğinin keşfedilmesi sayesinde önce İstanbul’da, sonra gençlik döneminde Belçika’da aldığı resim eğitimini, bu eğitim sırasında yaşadıklarını, ilişkilerini hatırlar. Aynı şekilde yurda dönüşünden sonraki hayatının da değerlendirmesini yapar. Resim öğretmenliği yapan ve sergiler açan Zahit İloğlu’nun ilk evliliğinden iki çocuğu olur. Kızı beş yaşında ölür. Eşini de kaybeden Zahit İloğlu, ikinci kez ve kendisinden oldukça genç bir kadınla evlenir. Bu evlilik, tıpkı kendisinin olduğu gibi ikinci eşinin de ikinci evliliğidir. O da ilk eşini kaybetmiştir. Zahit İloğlu’nun yaptığı bu ikinci evlilik, evde yetişkin bir oğlu olması nedeniyle bazı sakıncalı durumları düşünmesi yönünde bir nitelik arz eder. Doktordan üç ay sonra öleceği haberini aldığı gün, uzaktan eşini ve oğlunu birlikte yürüyor halde görmesi, evlenmeden önce arkadaşlarının kendisine yaptığı uyarıları hatırlatır. İlk eşinden dünyaya gelen oğluyla ikinci eşinin arasında bir ilişki bulunması ihtimali, ölümüne kadar Zahit İloğlu’nun zihnini meşgul edecek ve onlara yönelik olumsuz düşüncelerini önemli ölçüde geliştirecektir.

Zahit İloğlu’nun hayatındaki başka bir gerilim konusu ise sanat kariyeri ile ilgilidir. Bir ressam olarak ortalamayı aşan bir şöhrete sahip olamaz ve kendisini ölümsüzlüğe ulaştıracağını düşündüğü büyük eseri ortaya koyamaz. Romanda, Zahit İloğlu’nun, geçmişe yönelik değerlendirmelerinin yanı sıra, giderek ağırlaşan hastalığının belirlediği günlük yaşam içindeki durumu da ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır.

Kitabın kabaca bir özeti bu şekildeyken, okurken altını çizdiğim ayrıntıları sizlere aktarıp bir alıntı ile son verelim.

Ressam kısa süre içinde öleceğini öğrendiği zaman yaşamla ilgili şu değerlendirmede bulunuyor:

“Şurada sıcaktan yumuşamış, eriyip birbirine kaynaşmış bir yığın halinde önünden geçen insanlar içinde bugün, yarın, üç ay, üç yıl ya da elli yıl sonra ölecekler var. Hiçbiri ne zaman öleceğini bilmiyor. Daha doğrusu hiçbiri birgün öleceğine inanmıyor. Oysa geçen kendi altmış yıllık ömrü gibi, her birinin böyle yaşanmış ömrü, bir gün elbet sonuna gelecek. İşte o zaman, önemli olanın üç ay, üç yıl, ya da otuz yıl değil, sınırlandırılmış bir süre içinde yaşamak olduğu anlaşılacaktır.

Zahit İloğlu roman boyunca çirkinliğinden yakınması ve onun çirkinliği tanımlaması da kitabı okurken ilgi çekici geldi bana:   

“ Cama vuran yansımını seyrederken, yaşlı ve çirkin oluşundan utanır gibiydi. Korkuyordu belki de. Gerçi korkunç bir yüz değildi bu. Ama, kaç kez bu şiş ve ablak surat, bu yamrı yumru gövde yüzünden kendini ezilmiş, ilk adımda yenik düşmüş hissederek umutsuzluğa kapılmıştı.
… Güzellik ve çirkinlik birtakım canlı odacıkların yağ ve kasların yığışmadaki dengenin sonucuydu. Doğruydu bu. Ama bu dengenin nasıl bir etkisi vardı insan hayatı üstünde?
… Çirkindi, çirkin olmasına ama hiç değilse değişik bir ilgi çekici yanı olsaydı…” (s. 20-21)

Kitapta kedi ise ressam Zahit’in boğazına oturan soluğunu kesen bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır.

          “«Kedi», dedi birden. «Göğsümün üstünde bir kedi var.» Elini uzattı, tüylerinden yakaladı. Kocaman bir kediydi bu. Karanlıkta gözleri kızıl kızıl parlıyordu. Derisinin altında yılan gibi kıvranıyordu gövdesi, ısırmağa, tırmalamağa yeltenmiyordu.” (s.39)
“Durakladı. Şimdi yeniden terlemeye başlamıştı, Anlıyordu yavaş yavaş, ölümdü bu gelen, göğsüne çöreklenmiş, boğazına yapışmış, canını almaya çalışan Azrail’in ta kendisiydi. Nasıl da tanımamıştı o çılgın kıp kızıl yanan gözlerinden” (s.44)

Yazımıza Fethi Naci’nin aşağıdaki saptaması ile son verelim:

"Erhan Bener’in başarısı, öyle sanıyorum, asli görevinin ne olduğunu iyi bilmesinden kaynaklanıyor: Bireyleri anlatmak."


Okuyakalın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ