Son zamanlarda teknolojiye biraz daha fazla zaman ayırıyor olsam da hala
iyi bir kitap okuru sayılırım.Kitaplar birçok derdin ilacıdır. Bizi hiçbir
zaman sıkmayacak dostlarımızdır.
Her türlü kitabı okumak en sevdiğim özelliklerimden
biridir. Belki sistematik okumalar daha yararlıdır. Ama ben karışık okumayı
tercih ederim. Roman, şiir, hikaye, biyografi, deneme vb…
Romanların yeri ise ayrıdır bende. İçim
sıkıntıya düştüğünde iyi bir romandan başka bir yol yoktur o sıkıntıdan
kurtulmak için. Başka dünyalara dalmak, üstünde düşündüğünüz bir konu hakkında
roman karakterlerinin konuşması sonrası başka bir fikrin sizi aydınlatması hep
romanların içindedir.
Roman okumayı severim dedim ya Türk
yazarların romanlarını okumayı daha çok severim. Biraz daha bizden
olduklarındandır sanırım. Köylü Memed Ağa ile işçi Ahmet’i görüp çevremizdekilerle
kıyaslayabilirsiniz.
Bir yazarı sevdiysem bütün kitaplarını
okumaya çalışmak gibi bir huyum var. Bu nedenle daha az sayıda yazarı okuyabiliyorum.
Bu yazıda size yeni ve geç tandığım bir
yazarımızdan ve kitabından bahsedeceğim. Erhan Bener ismini duyanlarınız vardır
içinizde ama ben bu ismi yeni duymanın üzüntüsü içindeyim. Onlarca kitap kaleme
almış ve çok ödül almış bir yazarımız Erhan Bener. Ödülleri içinde Yunus Nadi,
Orhan Kemal Roman Ödülü ve hatta Fransız-Türk Kültür Cemiyeti Roman Ödülü bile
bulunmaktadır.
Erhan Bener 1929 yılında Kıbrıs'ta doğan,
1950 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olduktan sonra
girdiği Maliye Bakanlığı'nın çeşitli kademelerinde çalışmış, 1975 yılında
Emekli Sandığı Genel Müdürü iken kendi isteğiyle emekliye ayrılıp kendini
tamamen edebiyata adamıştır.
Erhan Bener uzun yazarlık serüvenine 1953
yılında yayımlanan Acemiler kitabıyla başlamıştır. Bener'in 1953 yılında
Acemiler'in yayımlanmasıyla başlayan ve Yalnızlar, Loş Ayna, Kedi ve Ölüm ve
Baharla Gelen'in izlediği verimli ilk edebi döneminin ardından on yıllık bir
edebi suskunluk, maliye kitapları yazdığı yoğun mesleki çalışmalar dönemi
vardır.
Bener'in ilk dönem romanlarında (Acemiler,
Yalnızlar, Loş Ayna, Kedi ve Ölüm ve Baharla Gelen) birey- toplum
çatışmalarının kaynağına içten bir bakış vardır. Roman kişileri, kendilerini
çatışma noktasına getiren nedenleri yine kendileri irdeler.
Kedi ve Ölüm, yaşlı bir ressam olan Zahit
İloğlu’nun üç ay kadar bir ömrünün kaldığını öğrenmesiyle başlar. Bu, ona büyük
bir sarsıntı yaşatır. Yaşadığı hayatın muhasebesini yapar.
Bir
Anadolu kasabasında geçen yoksul çocukluk döneminden sonra resim yeteneğinin
keşfedilmesi sayesinde önce İstanbul’da, sonra gençlik döneminde Belçika’da
aldığı resim eğitimini, bu eğitim sırasında yaşadıklarını, ilişkilerini
hatırlar. Aynı şekilde yurda dönüşünden sonraki hayatının da değerlendirmesini
yapar. Resim öğretmenliği yapan ve sergiler açan Zahit İloğlu’nun ilk
evliliğinden iki çocuğu olur. Kızı beş yaşında ölür. Eşini de kaybeden Zahit
İloğlu, ikinci kez ve kendisinden oldukça genç bir kadınla evlenir. Bu evlilik,
tıpkı kendisinin olduğu gibi ikinci eşinin de ikinci evliliğidir. O da ilk
eşini kaybetmiştir. Zahit İloğlu’nun yaptığı bu ikinci evlilik, evde yetişkin
bir oğlu olması nedeniyle bazı sakıncalı durumları düşünmesi yönünde bir
nitelik arz eder. Doktordan üç ay sonra öleceği haberini aldığı gün, uzaktan
eşini ve oğlunu birlikte yürüyor halde görmesi, evlenmeden önce arkadaşlarının
kendisine yaptığı uyarıları hatırlatır. İlk eşinden dünyaya gelen oğluyla
ikinci eşinin arasında bir ilişki bulunması ihtimali, ölümüne kadar Zahit
İloğlu’nun zihnini meşgul edecek ve onlara yönelik olumsuz düşüncelerini önemli
ölçüde geliştirecektir.
Zahit İloğlu’nun hayatındaki başka bir
gerilim konusu ise sanat kariyeri ile ilgilidir. Bir ressam olarak ortalamayı
aşan bir şöhrete sahip olamaz ve kendisini ölümsüzlüğe ulaştıracağını düşündüğü
büyük eseri ortaya koyamaz. Romanda, Zahit İloğlu’nun, geçmişe yönelik
değerlendirmelerinin yanı sıra, giderek ağırlaşan hastalığının belirlediği
günlük yaşam içindeki durumu da ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır.
Kitabın kabaca bir özeti bu şekildeyken, okurken
altını çizdiğim ayrıntıları sizlere aktarıp bir alıntı ile son verelim.
Ressam kısa süre içinde öleceğini öğrendiği
zaman yaşamla ilgili şu değerlendirmede bulunuyor:
“Şurada sıcaktan yumuşamış, eriyip
birbirine kaynaşmış bir yığın halinde önünden geçen insanlar içinde bugün,
yarın, üç ay, üç yıl ya da elli yıl sonra ölecekler var. Hiçbiri ne zaman
öleceğini bilmiyor. Daha doğrusu hiçbiri birgün öleceğine inanmıyor”. Oysa geçen kendi altmış yıllık ömrü gibi, her
birinin böyle yaşanmış ömrü, bir gün elbet sonuna gelecek. İşte o zaman, önemli
olanın üç ay, üç yıl, ya da otuz yıl değil, sınırlandırılmış bir süre içinde
yaşamak olduğu anlaşılacaktır.
Zahit İloğlu roman boyunca çirkinliğinden yakınması ve onun çirkinliği tanımlaması da kitabı
okurken ilgi çekici geldi bana:
“ Cama vuran yansımını seyrederken, yaşlı
ve çirkin oluşundan utanır gibiydi. Korkuyordu belki de. Gerçi korkunç bir yüz
değildi bu. Ama, kaç kez bu şiş ve ablak surat, bu yamrı yumru gövde yüzünden
kendini ezilmiş, ilk adımda yenik düşmüş hissederek umutsuzluğa kapılmıştı.
… Güzellik ve çirkinlik birtakım canlı
odacıkların yağ ve kasların yığışmadaki dengenin sonucuydu. Doğruydu bu. Ama bu
dengenin nasıl bir etkisi vardı insan hayatı üstünde?
… Çirkindi, çirkin olmasına ama hiç değilse
değişik bir ilgi çekici yanı olsaydı…” (s. 20-21)
Kitapta kedi ise ressam Zahit’in boğazına
oturan soluğunu kesen bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır.
“«Kedi»,
dedi birden. «Göğsümün üstünde bir kedi var.» Elini uzattı, tüylerinden
yakaladı. Kocaman bir kediydi bu. Karanlıkta gözleri kızıl kızıl parlıyordu.
Derisinin altında yılan gibi kıvranıyordu gövdesi, ısırmağa, tırmalamağa
yeltenmiyordu.” (s.39)
“Durakladı. Şimdi yeniden terlemeye
başlamıştı, Anlıyordu yavaş yavaş, ölümdü bu gelen, göğsüne çöreklenmiş,
boğazına yapışmış, canını almaya çalışan Azrail’in ta kendisiydi. Nasıl da
tanımamıştı o çılgın kıp kızıl yanan gözlerinden” (s.44)
Yazımıza Fethi Naci’nin aşağıdaki saptaması
ile son verelim:
"Erhan Bener’in başarısı, öyle
sanıyorum, asli görevinin ne olduğunu iyi bilmesinden kaynaklanıyor: Bireyleri
anlatmak."
Okuyakalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder