31 Ekim 2016 Pazartesi

Laik ve Bilimsel Eğitim İçin Direnin!

AKP iktidara geldiği ilk günden bu yana uyguladığı politikalarla eğitimi bir yazboz tahtasına çevirdi. Her yeni Milli Eğitim Bakanı ile yeni bir politika belirledi. Hâlbuki gelişmiş ülkeler eğitim politikalarını yıllardır oturtmuştur ve bizdeki gibi her yeni bakanla yeni bir politika belirlememektedir.
2002 yılında iktidara gelen AKP ilk iş olarak eğitimin omurgası olan müfredatı değiştirmekle işe başladı. Müfredat evrensellik adına değiştirildi. Ancak yapılan değişimlerde ulusal değerler bay-pas edilmiş, Atatürk, bilim, felsefe ve sanat müfredattan uzaklaştırılmıştır.
Eğitim-İş önceki Genel Başkanı Veli Demir Odatv’de çıkan bir yazısında eğitimin gericileştirilmesini anlatırken 2011 yılında Milli Eğitim Bakanlığının 652 sayılı kanun hükmünde kararname ile Milli Eğitim Bakanlığı teşkilat yasasının değiştirdiğine dikkat çekerek yeni teşkilat yasasından, eski yasa da olan şu hükümlerin çıkarıldığını belirtiyor: “Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki ve manevi, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaş olarak yetiştirmek.”
Görüldüğü gibi yeni teşkilat yasası ile laiklik ve bilimsellikten uzaklaşma adına bir adım daha atılıyor.
Bu yasa değişikliklerinden sonra kamuoyunun 4+4+4 olarak bildiği 30 Mart 2012’de çıkarılan 6287 sayılı “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ”la eğitimde piyasalaşmanın ve dinselleşmenin yolu sonuna kadar açılmış oluyor. Birçok okul zorunlu olarak imam hatip ortaokuluna ve lisesine dönüştürüyor ve gizli milli eğitim bakanı Bilal Erdoğan’ın ‘5 yılda 1 milyon imam hatipli’ hedefine, sadece bir yılda ulaşılması sağlandı.
PROJE OKULLARI VE DİRENEN LİSELİLER
Milyonlarca imam hatip mezunu yetmemiş olacak ki günümüzde yeni bir proje ile ülkenin yüz akı olan kurumsallaşmış okullara el atma gerekliliği duydular.
Peki, proje okulları ile ne oluyor? Günlerdir haberlerde okuduğumuz öğrenci ve veli direnişleri neden oluyor?
2014 yılında başlayan proje okul uygulamasında proje okul seçilen liselerin yönetici ve öğretmen atama yetkileri Milli Eğitim Bakanlığı’nda toplandı. Aralarında İstanbul’daki çok sayıda köklü lisenin de olduğu proje okullarda görev yapan ve görev süresi 8 yılı aşan çok sayıda öğretmen 15 Temmuz darbe girişiminin ardından çıkarılan KHK ile norm fazlası ilan edildi. Bakanlık norm fazlası ilan edilen öğretmenlerin öğretmen açığı bulunan okullara tayin edileceğini açıkladı.
Bu açıklamadan sonra laik bilimsel eğitim veren bu güzide okullarımızın temeli aydınlık öğretmenler başka okullara tayin edilmeye başladı. Bu tayinlerin okulların eğitim döneminde başlaması da ayrıca düşündürücü bir olay. Hem giden öğretmenlerin hem de yerine gelecek öğretmenlerin yeni okullarına adapte olması büyük başka bir sorun olarak ortada durmaktadır.
Ama asıl hedeflerini adından başka milliliği kalmayan Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz şöyle açıklıyor:
Sorumluluğumuz 18 milyon öğrenci, 79 milyon vatandaşımızdır. Aydınlık Türkiye’yi fikri hür vicdanı hür, yarınına güvenle bakan, kendine güvenen, yerel ve milli değerleri benimsemiş, evrensel değerlere açık ve 15 Temmuz olduğunda ‘Vatan senden hizmet bekliyor’ dendiğinde sağına soluna bakmadan sokağa bayrakla çıkabilecek, yeni bir nesli yetiştirmek istiyoruz.”
15 Temmuz günü sokağa çıkanların görüntüleri hepimizin gözü önündedir. Bir askerin boğazını kesebilecek kadar vahşileşecek insanlar topluluğu. Yani hedef “hadi” denildiğinde düşünmeden hareket edecek insan sürüsü yaratmaktır. Hedef bu ise vay halimize…
O yüzden gerici eğitim politikalarına karşı çıkan ve günlerdir öğretmenleri için direnen liselileri saygıyla selamlıyorum ve bütün demokratik kitle örgütlerini yaşananlara karşı tepki vermeye çağırıyorum.
Laik ve bilimsel eğitim olmadan ülkemizin demokratikleşemeyeceğinin ve kalkınamayacağının halkımıza anlatılmasının yolları aranmalıdır. Bunu da yapacak en önemli yerler laik, demokratik ve bilimsel eğitimden yana olan eğitim sendikalarıdır. Binalarınızdan ve okulun öğretmenler odasından çıkıp halka gerçekleri anlatmak siz öğretmenlerin görevidir. Büyük öğretmen örgütçüsü ve yazar Fakir Baykurt’un dediği gibi “Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir. “ 
Haydi ders vermeye…
Son söz yine direnen liselilere:
Direnin çocuklar direnin gelecek güzel günler ellerinizde…
Mahmut Aslan-20.10.2016

Lozan Bir Türk Zaferidir

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz hafta bilmem kaçıncı muhtarlar toplantısında bir sözü ile yine ülke gündemini başka yerlere taşıdı. Konuşmasında ülkenin tapu senedi olan Lozan’a tam bir cahillik örneği ile “Birileri zafer diye yutturmaya çalıştı. Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik, Zafer bu mu?” deyi verdi.

Doğan Kuban Herkese Bilim Teknolojisi dergisindeki makalesinde, “Uzun bir yaşamın sonunda politikacıların söyledikleri ve medyanın yayımladıklarının genelde tam gerçeği yansıtmadığını öğrendim. Herkes kendi gerçeğini anlatıyor. Çünkü yalan da bir gerçektir. Fakat öğrenemediğimiz, bazen öğrenmek istemediğimiz, bazen bizden saklanan, bazen istesek de öğrenemeyeceğimiz hepsinden büyük bir dünya daha var” diye yazmıştı.

Yalan bir gerçek olduğu gibi doğruda bir gerçektir. Hem de daha güçlü bir gerçektir. Bizlerin de halka doğruları söylemek gibi görevimiz var.

Bazen böyle sözlerin söylenmiş olması ve tartışmaya açılması iyi oluyor. Bu sayede tarihsel gerçeklikler tekrar hatırlanıyor. Biz de bu sayede Lozan’ı ve cumhuriyet kazanımları konusunda yeniden okuma fırsatı bulduk. Bu yazı ile de bu okuduklarımı sizinle paylaşıyorum.
Erdoğan’ın son açıklaması aslında Kadir Mısırlı, Abdurrahman Dilipak, Fikret Başkaya, Mehmet Altan, Necip Fazıl gibi Cumhuriyet düşmanı kişilerin resmi tarihin yalan olduğuna dair yazdıkları ideolojik tezlerin bir sonucudur.

“Resmi tarih kısaca şöyle tanımlana bilir okuması zorunlu, ana çizgilerden oluşan, pedagolojik amaçlı, yönlendirici ilk ve orta öğretim ders kitapları” diye yazıyor Turgut Özakman Vahdettin, M.Kemal ve Milli Mücadele kitabında ve söyle devam ediyor “…tarihi resmi tarih, gayri resmi tarih diye ayırmak yanlıştır. Bir tarihin ancak doğru olup olmadığı tartışılabilir. Yanlış varsa eleştirilmeli ve belgelere dayalı olarak düzeltilmelidir.”

Onlarca yıldır halkın beynine Kurtuluş Savaşı olmadı, Lozan hezimettir, Atatürk Samsun’a Vahdettin’in emri ile çıktı gibi tarihsel safsataları fısıldayıp yerleştirmeye çalıştılar. Ama tarihsel gerçekler ortadadır. Bu konularda (Kurtuluş Savaşı, Lozan ve Atatürk) yazılmış 10 binin üstünde ulusal ve uluslararası kaynak bulunmaktadır. Bu kaynakların tamamı yukarıda ismi geçen zevatın tam tersini söylemektedir.

LOZANLA İLGİLİ YALAN DEMEÇLER

Lozan konusunda son dönem de gerici gazetelerde çıkan yazılara şöyle bir göz atalım. Koca koca ünvanlı adamların nasıl kara cahil olduklarını görelim.

“Lozan süreci, Türkiye’nin resmen Osmanlı’dan ve dolayısıyla İslâm kültüründen koparılması ve Batı’ya bağımlı hâle getirilmesinin bir başka adıdır.” ( Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Yusuf Kaplan “Ezberler çöpe: Lozan, bizim ölüm fermanımızdı!”)

Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu Sevr, resmiyet kazanmamış bir anlaşmadır. Sadece o sırada giden heyetin imzaladığı anlaşmadır ki bu resmiyet kazanmış anlamına gelmez. Resmi olması için Osmanlı Büyük Millet Meclisi’nin imzalaması gerekiyor ve bunun dışında padişahın imzalaması gerekiyor. İkisinin de imzası yoktur. Sevr, geçerli bir anlaşma değildir. Bize Sevri gösterip, Lozan’a razı ettiler. Sevr anlaşmasına kıyasla, Lozan’ı zafer kabul ediyorlar. Biz Sevr’i de kabul etmedik ki; Lozan’ı zafer olarak değerlendirelim” (01 Ekim 2016, Akit Gazetesi) Burada kısa bir açıklama yazmazsam çatlarım be adam Kurtuluş Savaşı neden verildi? O Sevr, Kurtuluş savaşı olmasa o dediğin aşamalardan geçerek onaylanmış olacaktı. O antlaşmayı halkın azim ve kararlılığı yırtıp tarihin çöp sepetine attı.

Bu açıklamalar içinde en üzücü olanı ise Atatürk’ün kurduğu 12 Eylül 1980’de kapatılan şuan o kurumla sadece isim benzerliği olan Türk Tarih Kurumu başkanının yaptığı şu açıklamadır:
“Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan, “Lozan Anlaşması cephelerde kazanılan zaferin oranında bir muvaffakiyet belgesi olmadığı açıktır. Anlaşma çok yarım doğmuş bir anlaşmadır. Misak-ı Milli hedefleri ile mukayese edildiğinde Lozan Anlaşması bütün Türk tarihçilerini düşündürecek bir mahiyet arz etmektedir” (03 Ekim 2016, Akit Gazetesi)

TARİHSEL YALANLARA CEVAP İNGİLİZ BELGELERİ

Bu açıklamalara bakarak şunu görebiliyoruz örgütlü cehalet tüm Türkiye’yi ele geçirmiş ve çok ses çıkarıyor. Ama onların bu seslerini kesmek de bizlerin görevi. Tarih Kurumu başkanına ve diğer koca ünvanlı küçük adamlara cevabı Tarih Kurumu tarafından yayınlanan kitaptan birkaç alıntı ile verelim.
1916-1922 arasında başbakan olan Lloyd George, 28 Temmuz 1924 tarihinde Daily Telegraph gazetesine verdiği röportajda Lozan hakkında şu yorumu yapmıştır:

“Uygarlığın başarısızlığı… Her şey sona erince İsmet’in gülümsemesine şaşmamalıdır. Ankara’dan alınan haberlere göre barış orada büyük bir Türk zaferi olarak karşılanmıştır ve gerçekten de öyledir…” (Salahi Sonyel – Gizli Belgelerle Lozan Konferansının Perde Arkası Türk Tarih Kurumu, 2014 s.186)

Lozan Konferansında İngiliz Delegasyonunda yer alan Sir Andrew Ryan: “Lozan’da onursuz bir barış imzaladık. Bu İngiltere’nin şimdiye dek imzalamış olduğu antlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu ve en kötüsüdür.”

Son olarak Türkiye’nin Lozanla İslam dünyasından koparıldığı söyleyenlere iki Müslüman liderin cevabı ile cevap verelim:

28 Temmuz 1923 tarihli The Times Gazetesi’nde Ağa Han şu ifadeleri kullanacaktır: “Tarihte ilk kez bir İslam ulusu tarafından kesin eşitlik esasına dayanarak Batı’nın yüce devletleriyle bir antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşama Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın sarsılmaz önderliğinde ve İsmet Paşa’nın sabırlı diplomasisine verilen krediyi yansıtır. Türk ulusuna sağlamış olduğu özgürlük bir bütündür.”
Yine Hint Müslümanları Liderlerinden Sir Abbas Ali Baig Assiatic Review dergisinin Ekim 1923 tarihli sayısında şöyle demiştir: “Lozan Antlaşması, Asya ve Avrupa için oldukça önemli olan diplomatik bir zaferdir. Ölü olarak doğmuş olan Serv Antlaşması’nı mezara koymuş ve Venizelos’la Loyd George’un saldırgan politikaları sonuçta çökmüştür…. Bütün Avrupa İsmet Paşa’yı yeteneklerini, dürüstlüğü, içtenliği ve ağırbaşlılığından ötürü taktirle anmaktadır… Modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Paşa’nın da, İslam Dünyasın her yanında saygınlığı büyüktür ve ona “Seyfullah” (Tanrının Kılıcı) adı verilmiştir… Barış, Hindistan’ın her yanında sevinçle karşılanmıştır.”( Salahi Sonyel – Gizli Belgelerle Lozan Konferansının Perde Arkası Türk Tarih Kurumu, 2014 s.189)

Yukarıdaki açıklamalarla da görüldüğü gibi fazla söze hacet yok. Lozan tarihi bir Türk Zaferidir!..

Mahmut Aslan-03.10.2016

Ekonomik Kriz Kapıda

Geçtiğimiz hafta gerek hükümet tarafından yapılan açıklamalar gerekse uluslararası derecelendirme kuruluşlarının ülkenin derecesini düşürmesi ülke ekonomisinin dar boğazda olduğunu gösteren büyük kanıtlardır. Siz bakmayın hükümet yetkililerin bol kese atmalarına gerçekte görünür durum onların hayal dünyalarından çok farklı.
Türkiye ekonomisi büyük bir sıkıntıdadır. Bu sıkıntının kaynağı ülkemizin eline geçen fırsatları en iyi şekilde kullanamamasıdır. Dünyada paranın bol olduğu yıllarda bile (2002-2008 arası), bu bolluğu; sanayimizi geliştirmek, borçlarımızı ödemek ve tüketmekten çok üretmek için kullanamadık. Bu dönemde yanlış ekonomik politikalar sayesinde borçlandık ve yüksek faiz batağına girdik, cari açık verdik, dış ticaret açığı verdik. Yani AKP hükümeti uygun ortamda bile ekonomimizi mahvetti, halkımızı yoksulluk ve açlıkla baş başa bıraktı.
15 Temmuz sonrasında Hükümet kriz nedeniyle ödemelerini yapamayan mükellefler için, kamu alacaklarının yeniden yapılandırma çalışması yapmıştır.
Hükümetin son olarak yaptığı açıklamalara bakarsak şu söyleyebilir ülke insanımız nakit sıkıntısı yaşamakta ve kapitalizmin ana gerekliliklerinden biri olan tüketimi istenilen ölçüde yapmamaktadır. Bu nedenle geçtiğimiz hafta Başbakan Binali Yıldırım’ın yaptığı açıklama ile kredi kartı taksit sayısı 9’dan 12’ye çıkarılmış, birikmiş kredi kartı borçlarının 72 aya kadar yapılandırılacağı kamuoyuna duyurulmuştur.
Bu süreçte yurttaşlarımızın kredi kartındaki taksit artışına kanarak daha fazla tüketim yapmamaları yararlarına görünmektedir. Çünkü yeni yapılacak borçlanmalarla ödenme zorluğu ile başbaşa kalınabilir. Ülkedeki olumsuz bu durumu uluslararası derecelendirme kuruluşları da görüp geçtiğimiz haftalarda birer birer Türkiye ile ilgili değerlendirmelerini kamuoyu ile paylaştılar.
ULUSLARARASI DERECELENDİRME KURULUŞLARI NE DİYOR?
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Türkiye’ye 2013’ün Mayıs ayında verdiği “yatırım yapılabilir” seviyedeki kredi notunu yaklaşık 40 ay sonra 23 Eylül 2016’de geri aldı. Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu “yatırım yapılabilir” seviyenin 1 basamak altı olan Ba1 seviyesine indirdi.
Üç büyük kredi derecelendirme kuruluşu arasında Türkiye’yi en yüksek kredi notuyla değerlendiren Fitch, Türkiye’yi “yatırım yapılabilir” seviyenin en düşük basamağında değerlendiriyor. Fitch, 19 Ağustos’ta Türkiye’nin “durağan” görünümünü “negatif”e çekmişti.
Üç büyükler arasında Türkiye’yi en düşük kredi notuyla değerlendiren kuruluş olan Standard&Poor’s ise 20 Temmuz’da Türkiye’nin kredi notunu 1 basamak düşürmesinin ardından, Türkiye’yi “yatırım yapılabilir” seviyenin 2 basamak altında değerlendiriyor.
Türkiye’nin ülke notunun en az 2 büyük kredi derecelendirme kuruluşu tarafından yatırım yapılabilir seviyede değerlendirilmesi, Türkiye tahvillerinin, görece daha muhafazakâr fonlar tarafından alınabilmesi anlamına gelmektedir.
Görüldüğü gibi 3 büyük kurumdan 2’si Türkiye ekonomisini yatırım yapılabilir seviyenin altına çekmiştir. Bu nedenle artık uzun yıllardır yabancı para akışı ile biraz nefes alan ülke ekonomisi iyice dar boğaza gireceğe benzemektedir.
Türkiye’nin derece notunun düşürülmesinin sebeplerine bakacak olarak yıllardır yükselen cari açığın yanı sıra darbe girişimi sonrasında ülkede yaşanan siyasi istikrarsızlık OHAL ve KHK ile yaşanan hukuksuzluklar ve patlayan bombaları da görebiliriz.
Hükümet sözcülerinin Moody’s’in Türkiye ile ilgili açıkladığı derece notu olayı siyasi olarak göstermeye çalışması da gülünç bir durumdur. Çünkü aynı hükümet yetkilileri 6 Mayıs 2013’te aynı Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu Baa3 seviyesine yükselttiğinde, Moody’s’e ve diğer derecelendirme kuruluşlarına övgüler düzüyorlardı.
Ülkedeki siyasal ve ekonomik krizin ana sebebi AKP iktidarın uyguladığı dinci ve neoliberal ekonomi politikalarıdır. Bu nedenle AKP iktidardan düşmeden ülke insanın gün yüzü göreceği yok.
AKP neoliberal politika uygularken, iktidarın alternatifi olacak ana muhalefet partisinin sözcülerinin de farklı bir şey söylediği yok.
Umut emekten yana üretim ekonomisinde…
Mahmut Aslan-29 Eylül 2016

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ