YAŞAR KEMAL “RÖPORTAJ YAZARLIĞINDA 60. YIL” KİTABI
ÜZERİNE
Türk edebiyatının büyük
yazarı Yaşar Kemal’i genel de romanları ile tanırsınız değil mi? Belki kısa
öykülerini okumuşsunuzdur. Özellikle de “İnce Memed” romanı ile tanıyorsunuzdur. O sadece bir roman yazarı değil, iyi bir gezi yazarı ve bu
yazıda tanıtacağım kitabı ile de büyük bir röportaj ustasıdır.
Yaşar Kemal Cumhuriyet
Gazetesinde 1951-1963 yıllarında 12 yıl röportaj yapmıştır. Kitabın
girişinde röportaj hakkında görüşlerini şöyle anlatmaktadır:
“Röportajı bir edebiyat
dalı saymak ne, röportaj bal gibi edebiyattır. Onu haberden ayıran nitelik onun
edebiyat gücüdür. Haber bir yaratma değildir, bir taşımadır. Röportaj bir
yaratmadır. Gerçeğe, gerçeğin, yaşamın özüne yaratılmadan varılamaz. Yaratmadan
hiç kimse hiçbir şekilde gerçeği yakalayamaz, yakalarsa da karşısındakine
anlatamaz. Haber gerçek değil mi, bence haber gerçeğin simgesidir. Haberin
arkasında neler var, neler dönüyor, ne yaşamlar, dramlar, sevinçler var, haber
bunu bize veremez. Röportaj haberin varamadığı yere varandır, nasıl, yaratarak,
gerçeği değiştirerek değil, yaratarak.”
Özel olarak baskıya
hazırlanan bu kitapta Yaşar Kemal'in klasikler arasında yerini almış toplam on
iki röportajına yer veriyor: Diyarbakır, Kaçakçılar Arasında 25 Gün, Hasankale
Yerle Bir, Görülmemiş Lüfer Akını, Sait Faik’le Görüşme, Mağara İnsanları,
Sahaflar Çarşısı, Füreya’nın Çini Cenneti, Yanan Ormanlarda Elli Gün, Peri
Bacaları, Neden Geliyorlar? ve Bir Bulut Kaynıyor. Kitapta ayrıca Ağustos
1975'te Milliyet Sanat dergisinin röportaj soruşturmasına verdiği yanıtlar da
Röportaj Üstüne başlığıyla yer alıyor.
Kitabı okurken beni en
çok şaşırtan şey ise Yaşar Kemal’in hiçbir röportajı için not almaması ve
bunları zihnine yazması oldu. Bu durumu şöyle anlatıyor: “Hiçbir röportajımda bir tek not almadım. Ne
bir sözcük, ne bir çizgi. Hiçbir zaman yanımda kalemim olmaz ki… Adres yazmak
için bile. Son iki röportajımı banda aldım. Niye acaba? Çok düşündüm, belki
makineyi kullanmak hoşuma gitti. Ama bir kere olsun, yazmak için teybi açıp da
dinlemedim. Dinlemek gerekliğini duymadım."
Günümüz toplumunda her
şeyi bir yerlere not aldığımızı düşünürsek, not almadan röportajlarını yazması
benim gibi sizleri de hayrete düşürmüştür. Ama o bu durumu da şöyle anlatmaktadır. “Bence not almak, çizgi çizmek,
saptamak hava. Bana öyle geliyor ki notlar çizgiler, sözler, gerçeğe varmak
için tuzaktır. İnsan onlara güvenip yaşamayı unutur. Yaşamayı önemsemez. Yazıcı
olduğunu, salt onların yaşama yazıcı olarak katıldığını unutamaz. Unutmazsa da
işte o zaman hapı yutar. Yaratması engellenir, kısıtlanır. Ne kadar röportaj
yapmışşam, onu sunan kadar yaşadım diyebilirim.”
Günümüzde daha az
yaratıcı olunması, sürekli aldığımız notlardan olabilir mi?
“DİYARBAKIR”
VE “KAÇAKÇILAR ARASINDA 25 GÜN”
Kitabın her röportajı
ayrı bir tanıtım konusu olacak kıvamdadır ama ben size sadece 2 röportajdan
kısaca bahsedeyim varın diğerlerini de siz okuyup başkalarına anlatın. “Diyarbakır”
ve “Kaçakçılar Arasında 25 Gün” de kullandığı dil röportaj için bal gibi
edebiyat dediği kadar var. Yapılan insan ve mekân tasvirleri ilerdeki yazacağı
romanların habercisi gibi…
Diyarbakır’ın 1950
yıllardaki durumu, yaşanan sefaleti, traktörün topraksız köylüleri ne hale
getirdiğini o kadar ustacasına anlatıyor ki, Diyarbakır’a göçmek zorunda o
köylülerle beraber yaşıyorsunuz o yılları.
1951 yılı Diyarbakır’ını
şöyle anlatmaktadır: "Gerçekten toz toprak içinde Diyarbakır. Caddelerden,
sokaklardan evlerden toz fışkırıyor(...) Hanlar var yıkılmış, on metreden
adamın burnunu sızlatacak derecede pis koku salan, içine balık istifi gibi
eşek, katır, deve, beygir, koyun doldurulmuş hanlar. Bir bataklık ne kadar pis,
ne kadar cıvıksa, işte bu hanların içi de öyle. Burada konaklayan hayvanlara
yazık. Bu hanlarda, hayvanlarıyla birlikte insanlar da yatıyormuş."
Yaşar Kemal, Diyarbakır
için, "gül şehri" diyor: "Nereye gitsen gül... Her yan gül...
Mardinkapı'da Millet parkı var. Parkta gülden başka hemen hiç bir çiçek yok.
Göz alabildiğine gül. Bütün şehir gül kokuyor. Satıcılar, başlarında tablaları,
bağıra bağıra gül satıyorlar. Bir tanesi, bir köylü, gül sergisi yapmış, bir
destesi beş kuruşa."
Yukarıda kısaca
aktardığımız şeylerden sonra Diyarbakır’ı "Bu akrepler payitahtı, gül
şehridir, kahvehaneler şehridir." diyerek tanımlar.
“Kaçakçılar
Arasında 25 Gün” isimli röportajını yapmak için Antep’e
gider yazarımız. Kaçakçıların müdavimi olduğu kahvelerde çay içerek, nargile
çekerek vakit geçirir. Gazeteci olduğunu sakladığı kahveciyle, garsonla ahbap
olur. Adanalı Kaçakçı Hasan olarak da tanınır ve gerçekten kaçağa çıkarak, gece
yarısı Suriye’ye bile geçer, bu maceralı günler sırasında çok korktuğu da olur
hani…
Röportaj üstadını
okuyun ve bir kez daha hayran olun….