8 Ocak 2018 Pazartesi

YAŞAR KEMAL “RÖPORTAJ YAZARLIĞINDA 60. YIL” KİTABI ÜZERİNE

YAŞAR KEMAL “RÖPORTAJ YAZARLIĞINDA 60. YIL” KİTABI ÜZERİNE

Türk edebiyatının büyük yazarı Yaşar Kemal’i genel de romanları ile tanırsınız değil mi? Belki kısa öykülerini okumuşsunuzdur. Özellikle de “İnce Memed” romanı ile tanıyorsunuzdur. O sadece bir roman yazarı değil, iyi bir gezi yazarı ve bu yazıda tanıtacağım kitabı ile de büyük bir röportaj ustasıdır.

Yaşar Kemal Cumhuriyet Gazetesinde 1951-1963 yıllarında 12 yıl röportaj yapmıştır. Kitabın girişinde röportaj hakkında görüşlerini şöyle anlatmaktadır:

“Röportajı bir edebiyat dalı saymak ne, röportaj bal gibi edebiyattır. Onu haberden ayıran nitelik onun edebiyat gücüdür. Haber bir yaratma değildir, bir taşımadır. Röportaj bir yaratmadır. Gerçeğe, gerçeğin, yaşamın özüne yaratılmadan varılamaz. Yaratmadan hiç kimse hiçbir şekilde gerçeği yakalayamaz, yakalarsa da karşısındakine anlatamaz. Haber gerçek değil mi, bence haber gerçeğin simgesidir. Haberin arkasında neler var, neler dönüyor, ne yaşamlar, dramlar, sevinçler var, haber bunu bize veremez. Röportaj haberin varamadığı yere varandır, nasıl, yaratarak, gerçeği değiştirerek değil, yaratarak.”

Özel olarak baskıya hazırlanan bu kitapta Yaşar Kemal'in klasikler arasında yerini almış toplam on iki röportajına yer veriyor: Diyarbakır, Kaçakçılar Arasında 25 Gün, Hasankale Yerle Bir, Görülmemiş Lüfer Akını, Sait Faik’le Görüşme, Mağara İnsanları, Sahaflar Çarşısı, Füreya’nın Çini Cenneti, Yanan Ormanlarda Elli Gün, Peri Bacaları, Neden Geliyorlar? ve Bir Bulut Kaynıyor. Kitapta ayrıca Ağustos 1975'te Milliyet Sanat dergisinin röportaj soruşturmasına verdiği yanıtlar da Röportaj Üstüne başlığıyla yer alıyor. 

Kitabı okurken beni en çok şaşırtan şey ise Yaşar Kemal’in hiçbir röportajı için not almaması ve bunları zihnine yazması oldu. Bu durumu şöyle anlatıyor:  “Hiçbir röportajımda bir tek not almadım. Ne bir sözcük, ne bir çizgi. Hiçbir zaman yanımda kalemim olmaz ki… Adres yazmak için bile. Son iki röportajımı banda aldım. Niye acaba? Çok düşündüm, belki makineyi kullanmak hoşuma gitti. Ama bir kere olsun, yazmak için teybi açıp da dinlemedim. Dinlemek gerekliğini duymadım."

Günümüz toplumunda her şeyi bir yerlere not aldığımızı düşünürsek, not almadan röportajlarını yazması benim gibi sizleri de hayrete düşürmüştür. Ama o bu durumu da şöyle anlatmaktadır.Bence not almak, çizgi çizmek, saptamak hava. Bana öyle geliyor ki notlar çizgiler, sözler, gerçeğe varmak için tuzaktır. İnsan onlara güvenip yaşamayı unutur. Yaşamayı önemsemez. Yazıcı olduğunu, salt onların yaşama yazıcı olarak katıldığını unutamaz. Unutmazsa da işte o zaman hapı yutar. Yaratması engellenir, kısıtlanır. Ne kadar röportaj yapmışşam, onu sunan kadar yaşadım diyebilirim.”

Günümüzde daha az yaratıcı olunması, sürekli aldığımız notlardan olabilir mi?

“DİYARBAKIR” VE “KAÇAKÇILAR ARASINDA 25 GÜN”

Kitabın her röportajı ayrı bir tanıtım konusu olacak kıvamdadır ama ben size sadece 2 röportajdan kısaca bahsedeyim varın diğerlerini de siz okuyup başkalarına anlatın. “Diyarbakır” ve “Kaçakçılar Arasında 25 Gün” de kullandığı dil röportaj için bal gibi edebiyat dediği kadar var. Yapılan insan ve mekân tasvirleri ilerdeki yazacağı romanların habercisi gibi…

Diyarbakır’ın 1950 yıllardaki durumu, yaşanan sefaleti, traktörün topraksız köylüleri ne hale getirdiğini o kadar ustacasına anlatıyor ki, Diyarbakır’a göçmek zorunda o köylülerle beraber yaşıyorsunuz o yılları.

1951 yılı Diyarbakır’ını şöyle anlatmaktadır: "Gerçekten toz toprak içinde Diyarbakır. Caddelerden, sokaklardan evlerden toz fışkırıyor(...) Hanlar var yıkılmış, on metreden adamın burnunu sızlatacak derecede pis koku salan, içine balık istifi gibi eşek, katır, deve, beygir, koyun doldurulmuş hanlar. Bir bataklık ne kadar pis, ne kadar cıvıksa, işte bu hanların içi de öyle. Burada konaklayan hayvanlara yazık. Bu hanlarda, hayvanlarıyla birlikte insanlar da yatıyormuş."

Yaşar Kemal, Diyarbakır için, "gül şehri" diyor: "Nereye gitsen gül... Her yan gül... Mardinkapı'da Millet parkı var. Parkta gülden başka hemen hiç bir çiçek yok. Göz alabildiğine gül. Bütün şehir gül kokuyor. Satıcılar, başlarında tablaları, bağıra bağıra gül satıyorlar. Bir tanesi, bir köylü, gül sergisi yapmış, bir destesi beş kuruşa."

Yukarıda kısaca aktardığımız şeylerden sonra Diyarbakır’ı "Bu akrepler payitahtı, gül şehridir, kahvehaneler şehridir."  diyerek tanımlar.

“Kaçakçılar Arasında 25 Gün” isimli röportajını yapmak için Antep’e gider yazarımız. Kaçakçıların müdavimi olduğu kahvelerde çay içerek, nargile çekerek vakit geçirir. Gazeteci olduğunu sakladığı kahveciyle, garsonla ahbap olur. Adanalı Kaçakçı Hasan olarak da tanınır ve gerçekten kaçağa çıkarak, gece yarısı Suriye’ye bile geçer, bu maceralı günler sırasında çok korktuğu da olur hani…


Röportaj üstadını okuyun ve bir kez daha hayran olun….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ