3 Aralık 2014 Çarşamba

ALEVİ TALEPLERİ VE AİHM KARARLARI

ALEVİ TALEPLERİ VE AİHM KARARLARI

Mahmut ASLAN-03 Aralık 2014

Cumhuriyet Alevilere birçok hak tanımasına rağmen, gideremediği eksikleri de az değil. Aleviler bu eksikliklere rağmen cumhuriyete ve Atatürk düşüncesine bağlıdırlar. Çünkü laikliğin önemini kavramışlardır.

Laiklik sadece basit tanımıyla ilkokulda öğretilen din ve devlet işlerinin bir birinden ayrılması değil din ve vicdan hürriyetidir.

Din ve vicdan hürriyeti İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 24. maddesinde koruma altına alınmıştır.


Ancak Türkiye’de birçok şey gibi yazılı kanunlarda sadece yazıda kalmakta, uygulama  da işlememektedir.Aleviler 90 yılların başında başlayan örgütlenmeleri ile bu uygulama da yapılan eşitsizliklerin giderilmesi için mücadele vermektedir.
Bu mücadele şu başlıklar altında toplanmaktadır:

*Eşit yurttaşlık sağlanmalı ve devlette atamalarda liyakata önem verilerek. Alevilerin dışlanmaması. Şuan devlet organlarında bir tane alevi; vali, general, genel müdür vb. bulunmamaktadır.

* Cemevleri, Alevi inancının ibadet mekânlarıdır. Cemevlerinin inançsal statüsü tanınmalı, diğer ibadethanelerin yararlandıkları tüm haklardan yararlanmalı.

* Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri zorunlu olmaktan çıkartılıp seçmeli hale gelmeli, velisinin talebi doğrultusunda çocuğa istediği din ve inançla ilgili eğitim verilmeli.

* Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasal kurum olmaktan çıkartılmalı; özerk Din İşleri Kurumu haline getirilmeli, inanç gruplarının eşit temsiliyeti sağlanmalıdır. İnanç gruplarının oluşturacağı birimler, kendi inanç mensuplarına hizmet vermeli, bunun sağlanması için her inanç grubu, inanç bütçesinden pay almalı.(Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması da talep edilmektedir)

* Alevi köylerine cami yaptırma girişimi ve imam atamaları durdurulmalı, atanan imamlar da geri çağrılmalı.

*Sivas Madımak Otel’inin Utanç Müzesi haline getirilmesidir.

Bu ana başlıklarda yapılan mücadele iç hukuk yolları tüketildikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürülmüştür.

AİHM Türkiye'deki Alevilerin başvuruları üzerine bir ay içinde iki önemli karar açıkladı.

1.Karar: AİHM, eğitimde zorunlu din ve ahlak kültürü derslerine karşı Ankara’dan davacı olan 14 Türk vatandaşının 2011’de açtığı davada oy birliği ile Türk hükümetinden “zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu din ve ahlak kültürü derslerinden muaf tutulmalarını da sağlayacak yeni bir sisteme geçmesini” istedi. Kararda, Türkiye’de din ve ahlak kültürü kitaplarının içeriğinde yapılan son değişikliklerin “yetersiz” olduğu belirtilip devletin dini konularla ilgili düzenlemelerde “yansız ve tarafsız olma yükümlülüğü” hatırlatıldı.

2.Karar: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı tarafından 2010 yılında yapılan başvuru ile ilgili olarak Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ''ayırımcılığın yasaklanması'' ile ilgili 14. maddesini ihlal ettiğine hükmetti.

Bu iki kararın çıkacağı zaten biliniyordu. AKP’nin Alevilerle ilgili bir şeyler gibi yapıyor gibi görünmesi de bundan. Aleviler de bunlara kanacak değildir.O yemeklere gidenler kişisel rant ve ikbal peşindedirler.


Bu kararlara biran önce uyularak alevilerin talepleri karşılanmalıdır.Alevilerin bütün talepleri çözülmeyecek talepler değildir. Bu taleplerin çözülmesiyle ülkemizin demokratikleşmesi yolunda büyük adım atılmış olacaktır.

21 Kasım 2014 Cuma

CHP NASIL İKTİDAR OLUR?




Mahmut Aslan-18.11.2014

Geçtiğimiz hafta sonu CHP ile ilgili iki önemli toplantıya katılma fırsatım oldu. Bu toplantılardan ilki 15 Kasım 2014 Cumartesi günü Nevşehir'de yapılan 1980 öncesi CHP’de görev almış Gençlik Kolları üyelerinin katıldığı toplantı ve ikincisi de Pazar günü yapılan Ankara il danışma kurulu toplantısıydı.

Bu iki toplantıda da bir yandan partinin içinde bulunduğu durum ve öte yandan da nasıl iktidar oluruz konuları üstüne çokça konuşmalar yapıldı.
Nevşehir'deki toplantıda 80 öncesi gençlik kolları genel başkanlığı yapmış bir önceki Ankara İl Başkanı Zeki Alçın çok önemli bir söz söyledi: "Çocuklarımıza bir umut veremiyoruz ve iktidar olma inancını onlara bile yansıtamıyoruz. Oysaki 1977 seçimlerindeki büyük başarının ana sebeplerinden biri normal üyeden genel başkana kadar herkesin iktidar olmaya inanması ve bu inanç sonrası gece gündüz çalışmasıydı."

Bu sözlere katılmamak elde değil. Bugün CHP’nin içinde bulunduğu durumu tek kelime ile ifade edersek “İNANÇSIZLIK”.

Genel Başkandan en ücra köşedeki üyeye kadar partinin iktidar olabileceğine dair bir inanç yok. Yapılan ve yayınlanan bazı anketlerde bu tespiti doğrular nitelikte.

Konsensus Araştırma’nın Genel Müdürü Murat Sarı, Eylül 2014’te yaptığı araştırmayı bir konferansta açıkladı. Araştırmada:   

Araştırmaya katılan CHP seçmenlerine, “Eylül Başında CHP’nin gerçekleştirdiği Olağanüstü Kurultay sonrası ortaya çıkan durumu düşündüğünüzde, sizce CHP Haziran 2015′te yapılacak Genel Milletvekili Seçimlerinde başarılı olur mu?” sorusu yöneltildi. CHP seçmenlerinin yüzde 40′ı “Evet, başarılı olur” cevabını verirken, yüzde 60′ı ise “Hayır, başarılı olamaz” cevabını verdi.

CHP seçmenine sorulan bir diğer önemli soru da “Kemal Kılıçdaroğlu, Haziran 2015’te yapılacak genel seçimlerde Başbakan olabilecek mi olamayacak mı?” sorusuydu. Bu soruya ankete katılanların yüzde 11′i “Olacak“, yüzde 89’u da “Olamayacak” dedi.

Peki, bu inançsızlık durumuna nasıl son verilir ve CHP nasıl iktidara taşınır?

1-) Doğru ideoloji, doğru ilkeler ve doğru örgütlenme sağlanmalıdır.

Cumhuriyet Halk Partisinde şuan Parti ideolojinin ne olduğu tam olarak net değildir. Bir milletvekili ve genel başkan yardımcısının A dediğine diğer milletvekili ya da genel başkan yardımcısı B demektedir. Partinin en yetkili organı olan Kurultay tarafından kabul edilmiş olan Parti programı unutulmuştur ve hiçbir yönetici tarafından dile getirilmemektedir. Bu da parti tabanında ve vatandaşlar arasında CHP’ye olan güvenilirliği zedelemektedir.

CHP tek bir ağızdan konuşulacak bir parti konumuna derhal gelmelidir. Bunun içinde kafa karışıklığına neden olmamak için ideolojik netliğini sağlamalıdır.

1990'lı yılların başında Sovyetler birliğinin yıkılması, kapitalizm ve reel sosyalizm arasında bir “denge” politikası güden sosyal demokratların çalkantılı bir sürece girmesine neden oldu. Çünkü reel sosyalizm çökünce kapitalizm olanca hızı ile sosyal demokratların kazanım olarak elde ettiği refah devletini ters yüz etti. Sosyal demokratların kazandığı birçok sosyal güvenlik hakkı yine sosyal demokrat partiler tarafından emekçi kesimlerin ve yoksulların elinden alındı. Sosyal demokrat partilerden bu uygulamalara kızan sol gruplar partilerinden ayrılıp yeni partiler kurdular. (Örneğin Almanya’da kurulan SOL Parti) Sosyal demokratların içine girdiği bu çalkantılı süreç hala devam etmektedir. Almanya’da Sosyal Demokratların (SPD) aldığı oy oranı günümüz de %20’leri aşamamaktadır. Diğer ülkelerdeki sosyal demokrat partilerin durumları da farklı değildir.
Yönünü Avrupa sosyal demokratlarına dönen CHP’de bu çalkantılardan nasibini almaktadır.

Avrupa merkezli sosyal demokrat görüş miadını doldurmuştur. O yüzden CHP yönünü Avrupa merkezli soldan kurtarıp ülkemize daha çok benzeyen Latin Amerika soluna çevirmelidir.

Venezüella’da Chavez nasıl Bolivar düşüncesi ile sosyalizmi harmanlayıp iktidara geldiyse, CHP de kurucusu M. Kemal Atatürk’ün antiemperyalist ve aydınlanmacı düşüncesiyle solu, sosyalizmi harmanlayıp emekten ve ezilenlerden yana yeni bir ideolojik hat belirlemelidir.

2-Parti içi Eğitim

CHP'nin iktidara gelebilmesi açısından ikinci önemli konu parti içi eğitim konusudur. Cumhuriyet Halk Partisinde bugün ki yapısı ile parti içi eğitim kurumsallaşamamış ve doğru düzgün işlememektedir.
Yukarıda belirtiğim şekli ile belirlenen parti ideolojisi üstüne ülke gerçeklerimize yönelik Ekonomi, Dış Politika, Eşit Yurttaşlık, Demokratikleşme vb. konularda politikalar üretilmeli ve üretilen politikalar kitap, broşür ve elektronik ortamda bütün üyelere ulaştırılmalı ve parti içi eğitimle üyelere öğretilmelidir. Üyelerde politikaları halka iletmede ilk ağız olmalı ve tek dil kullanmalıdır.

3-Önseçim

CHP'de yaşanılan büyük bir sevgisizlik ve çekememezlik herkesin malumudur. Bu sevgisizliği gidermenin yolu parti içinde fırsat eşitliğini sağlamak ve demokratik işleyişin yolunu açmaktır.

Sağdan oy almak adına kimi bilinen sağcıları devşirerek seçimlerde Partinin adayı yapmak partili üyelerin Partilerine olan inançsızlığını artırmaktadır. Üyeler inanmadıkları üyelerin peşinden gitmek istememektedir.

Bu sorunun çözümü parti içi demokrasinin en önemli aracı olan önseçim mekanizmasıdır. Önseçim mekanizması üyelerde Partinin adil bir seçim yaptığı duygusunu güçlendirerek partiye aidiyetlerini artırır. Böylelikle yapılan önseçim sonrası seçilen adayların peşinden üyeler inançlı bir şekilde gidebilmektedir. Ankara’da önseçim yapılan Mamak’ta üyelerin canla başla çalışması sonucu oyların %40’ların üstüne çıkması da bunun en güzel örneklerinden biridir.

Oysa ön seçime girmeden, partide hiç emek harcamadan bir yerlere gelenler kolay yoldan partiyi hemen terk edebilmektedir. 2011 seçimleri sonrası seçilen Salih Fırat, Emrehan Halıcı ve Emine Ülker Tarhan’ın istifaları buna örnek olarak gösterilebilir.

Üç ana başlıkta topladığımız öneriler CHP'nin iktidar yolunda dikkate alması ve yaşama geçirmesi gereken önemli konulardır. Bu eksikler giderildiğinde Cumhuriyet Halk Partisinin iktidara yürümesinin önünde hiçbir engel kalmayacaktır.

20 Kasım 2014 Perşembe

SARAYLARDA OTURANLAR VE YIRTTIK AYAKKABILILAR



SARAYLARDA OTURANLAR VE YIRTTIK AYAKKABILILAR

Dün gazetelere yansıyan bir fotoğraf karesi bütün vicdanlı insanlarımızın gözlerinden bir damla yaş dökülmesine sebep olmuştur sanırım.
Karaman Ermenek’te maden cinayetinde kaybettiği oğlunun cenaze törenine yokluktan perişan bir halde yırtık ayakkabıları ile gelen Recep Tezcan’ın fotoğrafından bahsediyorum.
Recep Baba’nın görüntüsü tıpkı eşi Ayşe Anne’nin “"Oğlum yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı?” diyen sözleri gibi etkiledi milyonları.
Soma’da, Ermenek’te ve diğer bütün iş cinayetlerinde ölenlerin ölümünü kadere bağlamak kadar aptalca bir şey olabilir mi?
İnsanlarımız şunu sormuyor mu? Dünyada bizden daha fazla maden çıkaran gelişmiş ülkelerde neden insanlar böyle kazalarda ölmüyor?
AKP’nin çalışma yaşamında sistemli bir şekilde egemen kıldığı taşeron sistem sayesinde günde ortalama 3 işçimiz hayatını kaybediyor. AKP iktidarının ilk günlerinden bugüne kadar geçen 12 yılda en az 14 bin 455 işçi yaşamını yitirdi. Bilmediklerimiz ve kayıt dışı çalışanları da bu istatistiğe katarsak sayı tahminlerin çok üstüne çıkacaktır.
Bu sistemde ölen öldüğü ile kalıyor. İş cinayetlerinin önüne geçilmesi için hiçbir önlem alınmıyor. Çünkü 18. yüzyıl vahşi kapitalizmi yeniden hortladı. Kar hırsı insan hayatından, ağaçtan, böcekten, bütün canlılardan önemli. İnsanlarımız öldükçe birileri zenginliklerine zenginlik katıyor.
Dünya Bankası’nın 2012 verileri üstünden bölüşüm adaletsizliği sıralamasında Türkiye; Güney Afrika, Brezilya, Şili ve Meksika’dan sonra 5’inci en adaletsiz ülke olarak yer alıyor.
Yıllardır Japon ekonomisi bizim 5 katımız, dolar milyarderi sayımız ise onların kat ve kat üstünde bunun nasıl olduğunu bana kimse anlatamaz diyordum. 21. Yüzyılda Kapital’in yazarı Thomas Piketty de bu sorunu dile getirmiş:Türkiye’nin Japonya’dan fazla dolar milyarderi varsa bu kesinlikle dehşet verici bir durum. Bu, servet eşitsizliğinin sadece yetenek ve inovasyonla alakalı olmadığını gösteriyor.”
Yazının başlığını Saraylar ve Yırtık Ayakkabılar olarak koydum. Önce aklıma başlık geldi sonrasını ise doldurmaya başladım.
AKP döneminde iki yırtık ayakkabılıyı hiç unutmayacağım. Birincisi, bir suikast sonucu öldürülen gazeteci yazar Hrant Dink, ikincisi ise Ermenekli Recep Tezcan.
Gelelim Saray konusuna! İnsanlarımız yoksulluk içinde yaşarken, halkın oyu ile seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın yüz milyonlarca dolar harcanarak yapılan kaçak sarayda oturmasını kim izah edebilir. Halka bunu ülkenin prestijini artırıyor diye anlatanların hiç mi yüzü kızarmıyor? Oysaki ülkenin prestiji o ülke topraklarında yaşayan insanların yaşam standartlarının yüksekliği ve mutluluğu ile ölçülür.
Son söz olarak, iki yırtık ayakkabılının hakkını sormak da bütün vicdanlı insanların boynunun borcudur.

Mahmut ASLAN-20.11.2014

18 Kasım 2014 Salı

Okumuş Adam Olamış

Yurdum insanında bir okumuş düşmanlığıdır gidiyor.Eğitimli insanlara, sırf kendi gibi düşünmüyor diye."Okumuş ama adam olamamış" deyimini kullanıp duruyorlar.Son zamanlarda daha çok duymaya başladım.Belki bu sözün kullanılması gereken insanlarımız var.Ama bu sözü söyleyenlerin genelinin cahil olması beni biraz bu konu hakkında düşünmeye ve bu kısa yazıyı yazmaya itti.
Bence bu sözün kullanılma sebebi okumuş insanların.Dünyaya farklı bir pencereden bakmasıdır. Dar ve tutucu düşüncelerden sıyrılması ve geleneksel yaşam tarzından birazda olsa kopması ve bu yaşam tarzını eleştirmesidir.
Örneğin dün akşam bindiğim dolmuşun şöförü yolda söz dalaşına girdiği karısının yanındaki bir kişiye dolmuştan inip kafa atıp ağzını dağıttığını ve olaydan beş dakika sonra polislerin onu durdurup göz altına aldığından söz edip. Şöyle devam etti: Meğer ağzını dağııtım adam Cumhuriyet Savcıymış.Polislerin olaya hızlı müdahale etmesinin sebebi buymuş.Nereden bilebilirdim adamın savcı olduğunu alnında mı yazıyor.Sonra savcı adamı dava etmiş. Bu da tutuşmuş eline çiçek almış ve özür dilemeye gitmiş yanında komserle beraber. Savcı beyde komseri azarlamış bunu buraya niye getirdin diye.Bunların ikisini de odadan kovmuş. Bunu üstüne abi bunlar okumuş ama adam olamamış deyi verdi.
Sözü söyleyen dolmuş şöförümüz taş çatlasın liseye kadar okumuş. Tipinden, davranışından ve konuşmalarından kavgacı ve zır cahil olduğu belli bir kişi.
Şimdi savcının bunu odasından kovmasından doğal bir şey olabilir mi? Okumuş ama adam olamamış denilebilir mi bu savcıya?
Velasıl kelam bu sözü kullanacak kişininde az çok pişmesi lazım.

15 Ağustos 2014 Cuma

CHP’DE ÜÇÜNCÜ YOL



CHP’DE ÜÇÜNCÜ YOL*
Mahmut Aslan-15.08.2014
Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra kurultaylar partisi görünümünden bir türlü kurtulamayan ana muhalefet partisi CHP’de yeni bir kurultay yolda gözüküyor. Ulusalcı altı milletvekili Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nu seçilen adayın parti ile kan uyuşmazlığı olması ve seçim başarısızlığından dolayı istifa etmeye ve kurultay toplamaya davet ettiler.
Günlerdir Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili analizler yapılıp duruyor. Herkes kendi baktığı cepheden analiz yapıyor. Bana göre ise bu seçimin iki kazananı var. Seçimin ilk kazananı kayıtlı seçmenin %37, seçime katılan seçmenin % 51.8 oyunu alıp 2007’de çıkamadığı köşke çıkan Tayyip Erdoğan’dır. Gerçi seçim sonuçları onun düşlediği Başkanlık rejiminin zor olduğunu göstermekte ve seçim sonrası ortaya çıkan tablo AKP için kavganın beklenenden çok olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu hali ile seçimin kısmi kazananıdır RTE.
İkici kazananı ise çatı blok ve AKP oy kaybederken, seçimde kullandığı dil ve sempatikliği ile HDP’nin yerel seçimde aldığı oylardan yaklaşık oylarından 1,5 milyon fazla alan Demirtaş ve HDP’dir. Demirtaş’ın bu artan oylarının Alevilerden ve Sosyalistler seçmenden geldiği görülmektedir.
Seçimin en büyük kaybedeni ise “tıpış tıpış” seçmenini sandığa götüremeyen ana muhalefet partimiz CHP ve MHP’dir. (MHP başka bir yazının konusu. Bu yazının konusu kaynayan kazan CHP)

DOĞRU SORULARA ARANAN CEVAP BAŞARI GETİRİR

Seçim sonrası yapılan açıklamalara bakarsak CHP Genel Merkezi çatı aday projesinin başarılı olduğunu düşünüyor. CHP’de bu durum kronik bir hastalığa dönmüş gibi görünüyor: 2002 yılından beri yapılan bütün seçimlerde büyük bir başarı gösterme hastalığı.
Doğru soruları sormadan doğru cevaplar elde edemeyiz.
Bence sorulması gereken önce seçimlerde başarısız olduğumuzu kabullenmek ve bu kabul üzerine şu soruya cevap aramaktır: Biz girdiğimiz seçimlerde neden beklenilen başarıyı elde edemiyoruz, bu halk bize neden oy vermiyor?
Bu sorunun cevabını bulup yola çıktığımız zaman başarı muhakkak gelecektir.

“YENİLİKÇİ” VE “ULUSALCI” KANAT

Gelelim CHP içi iktidar ve muhalefet gruplarına. Bu gruplara basınımız “yenilikçi” ve “ulusalcı” kanat diyor. Bana göre bu iki kanatta eksikliklerle dolu.
Yenilikçi denilen kanat sağdan oy alacağım diyerek partinin sağcılaşmasına neden olmakta ve sol şeridi boşaltmaktadır. Bu kanatta yer alan bazı milletvekillerinin M. Kemal Atatürk, Laiklik, Fettullah Gülen, Özalizm, Cemaatler vb. konularında söylemleri ise klasik CHP üyesi ve seçmeninden büyük tepki görmektedir.
Biraz CHP tarihi okusalar rakibine benzeyerek seçimlerde başarılı olunmadığını görecekler. 1946 seçimleri sonrasında 17 Kasım 1947’de Ankara‘da Halkevleri salonunda toplanan 7. Büyük Kurultay’da Demokrat Partiye oy kaptırmamak adına devrimlerden birçok ödün verilmiştir. Bu Kurultay’da: “Cumhuriyet” ilkesi ile demokrasi kavramı aynı doğrultuda tanımlanarak parti içi liberalleşme eğilimi başlatılmıştır. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu konusunda geri adım atılmasına karar verilmiş; Devletçilik ılımlılaştırılmış; Laiklik konusunda İslam karşıtlığı görüntüsünden uzaklaşma ile dinde liberalleşmenin sağlanması hedeflenmiştir. Bu hedef doğrultusunda ilk olarak, 27 Ocak 1947’de okullar dışında din eğitimi kabul edilmiş, 1948’de imam hatip kursları açılmış, hacca gitmek isteyenlere ilk kez döviz verilmiş, 25 Kasım 1949’da isteğe bağlı olarak okullarda din eğitimi alınmasına karar verilmiştir. Böylece CHP, DP’ye yaklaşmaya başlamış ve aralarındaki ayrım noktaları neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır.
Yukarı da bahsettiğim bütün tavizlere rağmen CHP girdiği 1950 seçimlerinde iktidarı DP’ye kaptırmıştır. Çünkü uyguladıkları politikalar DP’ye yaramıştır.
Ulusalcı kanattaki kişilerse gelenekçi CHP çizgisinde yer almakta. Partiyi soldan ve Kürtlerden uzaklaştıran bir politikanın devamcısı olarak görülmektedir. Söylemde solcu görünmelerine rağmen reel hayatta solla uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmamaktadır. Yıllardır partiyi %10’larda tutan insanlar bu kanata yakın görünmektedir. Ancak bu kanatın söylemlerindeki parti 1999 seçimlerinde baraj altı kalmış ve diğer girdiği seçimlerde sol kulvarda tek parti kalınmasına rağmen  %20’yi bile yakalayamamıştır.
Bu kanadında parti tarihinden alacağı dersler de var tabi.
1970’li yıllarda geleneksel devleti kuran parti imajını bir tarafa bırakarak ortanın solundan demokratik sola evrimleşen, Ecevit’in Genel Başkanlığındaki CHP, “Bu düzen değişmelidir”, “Tekelleri kuşatacağız!”, ”Toprak işleyenin su kullananındır!”, “Vurguna, soyguna, sömürüye son!”, “Devlete de servete de kul olmayacağız!” sloganları ile ezilen, sömürülen halkta “Ak Günlerin” kurulacağına dair inanç yaratmış ve parti tarihinin en yüksek oy oranını alarak iktidar olmasını sağlamıştır.

PARTİYE ÜÇÜNCÜ BİR YOL GEREK

Bu kısa değerlendirme yazısında da görüldüğü gibi iki kanatın da görüşleri ve söylemleri partiyi iktidara taşıyacağa benzememektedir. Her iki hareket içinde de doğru söylemler vardır ama bu söylemler halk nezdinde inandırıcı olamamaktadır. Çünkü parti ortak bir dili oluşturamamaktadır. Onun yolu partinin kurtuluşunu yaratacak üçüncü bir siyasetten geçmektedir.
Bu siyasetin dili barıştan, aydınlanmadan, emekten, gençlikten, kadından ve tüm ezilen kitlelerden yana olmalıdır.
Bu siyasi hareketin ilk sağlaması gereken sosyal demokrat, cumhuriyetçi kesimle, Kürt hareketi bir araya getirmenin yollarını aramaktır. Bu iki AKP karşıtı, seküler, sola yakın büyük kitle bir araya geldiği zaman çatırdamaya başlayan AKP rejimi yıkılacak ve ülkede gerçek demokrasi sağlanacaktır.
Böyle bir politika uygulanırsa oy kaybedileceğinden korkulmamalı, 1970’li yılların CHP’si akla gelmelidir.
Emek hareketi ile olan bağlar sendika oligarkları ile değil direk emekçilerin kendisi ile kurulmalıdır. Taşeronlaşmaya sözde değil özde inanarak savaş açmalı bütün taşeronların ayağa kalkacağı etkili bir siyaset yapılmalıdır.
Ekonomi politikası ise kesinlikle kamucu ve toplumcu olmalıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan 1980’lere kadar uygulanan ithal ikameci sisteme ve planlı ekonomiye tekrar geçilmesi sağlanmalıdır. Özelleştirmelere öyle yarım ağızla değil kesinlikle karşı çıkılmalıdır. İşsizlikle mücadele içinde yapılması gereken ilk olarak böyle bir politikanın savunulmasıdır.
Böyle bir siyaseti yaratacak kişiler partinin kadroları içinle kesinlikle vardır. Bu kadrolar bir önce harekete geçmeli ve ülkesine ve partisine sahip çıkmalıdır.




*Bu başlıktaki 3. Yol Neo Liberalizmin etkileri ile oluşturulan Tony Blair’in 3. Yolu ile yakından uzaktan ilişkili değildir.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

SARAÇOĞLU MAHALLESİ’NE DOKUNMA

SARAÇOĞLU MAHALLESİ’NE DOKUNMA

AKP hükümetleri döneminde yapılan birçok kentsel/rantsal dönüşümle kent benliği-kimliği yok olmuştur. Bir insan geçmişsiz olmayacağı gibi bir kent de geçmişsiz olmaz. Dünyanın birçok yerinde eski kent merkezlerine dokunulmadan yeni yaşam yerleri yapılmaktadır. Bizde ise bu süreç eski kenti yıkıp üstüne yenisini yapmak anlamını taşımaktadır. Yurdumuzda aynı evde 50-60 yıl yaşayan kaç aile vardır? Avrupa kentlerinde 150-200 yıl aynı adreste oturan ailelere sıkça rastlanmaktadır. Bu hem aile tarihi hem de kent tarihi açısından önemlidir.
Ankara’nın kent kimliği ise büyük bir saldırı altındadır. Ulus tarihi kent meydanında Roma yolu üzerine yapılan “ucube” alışveriş merkezi kent tarihine ve estetiğine vurulmuş çok büyük bir darbedir. Atatürk’ün mirası Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılan birçok yol ve “Aksaray” olarak nitelendiren kaçak yapı da kent içindeki nefes alma alanını hukuksuzca katletmiştir.
New York’ta Central Park, Londra’da Hyde Park gibi alanlar kentin modern çehresinin birer parçası oldukları kadar yakın tarihe de tanıklık edip, kent hafızasının ayrılmaz bir unsuru haline gelmişlerdir. Ne yazık ki, biz AOÇ’yi ve diğer tarihi alanlarımızı bu hale getiremedik. AOÇ’de ve Gençlik Parkı’nda yapılan yenilemelerle yüzbinlerce Ankaralının anıları silinip gitti ve silinip gitmeye devam ediyor.

SARAÇOĞLU MAHALLESİ NE ZAMAN VE NASIL KURULDU?

Ankara’da yaşayanlar Kumrular Sokak’a girdiklerinde devasa ağaçların arasında İl Halk Kütüphanesi’nin ve Kaymakamlık binasının da içinde bulunduğu sevimli binalardan oluşan bir şehir içi meskenle karşılaşırlar. Bu mahallenin tarihini ve nasıl oluştuğu konusunda pek çok Ankaralının bilgisi yoktur.
Asıl adı Namık Kemal Mahallesi olan mahalle halk arasında çok farklı isimlerle de anılmaktadır. Bunların içinde en çok bilineni ve kullanılanı Saraçoğlu'dur. 1946 yılında tamamlanan mahallenin açılışı o dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu tarafından açıldığı için mahalle yaygın olarak Saraçoğlu Mahallesi olarak da bilinmektedir.
1940’lı yıllarda Başkent’in mesken bunalımını gidermek üzere 1944 yılında çıkarılan Memur Mesken Yasası uyarınca başlatılan konut projesi sonrasında ortaya çıkmış bir mahalle Saraçoğlu.
Ankara’da birçok eser bırakmış olan Mimar Paul Bonatz, 1920’ler Almanya’sının Siedlung anlayışını getirmeye çalıştığı yerleşmede, konut bloklarının yanı sıra çocuk bahçesi, ilk ve ortaokul ve ortak kullanım için sosyal binayı tasarlamıştır. Sosyal bina bugün İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.
Saraçoğlu Mahallesi bitişik nizamda, gruplaştırılmış değişik tip ve yükseklikte tasarlanan apartmanlarda iki, üç ve beş odalı altı tip üzerinde planlanan 642 daireden oluşmaktadır.
Cumhuriyet tarihinin ilk toplu konut projesi olan mahalle, tüm bu nedenlerle Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı'nın 1979 tarihli kararı ile "Kentsel SİT Alanı" olarak belirlenmiş, konutların ve ağaçlarının her biri ayrı ayrı tescil edilmiştir.

SIRA SARAÇOĞLU MAHALLESİ’NDE
Kızılay kent merkezi yıllardır uygulanan politika doğrultusunda zayıflatılmıştır. Kent merkezi yeterli bir şekilde aydınlatılmamaktadır. Gezi sürecinden bu yana Güvenpark’ın üçte biri polis işgali altında. Geri kalan alanın büyük bir bölümü zaten yıllardır dolmuş ve otobüs işgali altındaydı. Güvenpark bu haliyle kentlinin oturup soluklanacağı bir alan olmaktan çıkmıştır.
Saraçoğlu Mahallesi de bilinçli olarak bakımsız bırakılarak algı yönetimi yapılmış ve mahallenin kötü halde olduğu ve yıkılması gerektiği birçok Ankaralının beynine işlenmektedir. Bu politika da meyvesini aşağıda yazdığımız Bakanlar Kurulu kararı ile vermiştir.
5 Ağustos 2014 tarihli Resmi Gazete’de 6645 sayılı Bakanlar Kurulu kararı yayınlanmıştır. Karar aynen şöyledir:
“Ankara İli, Çankaya İlçesi, Namık Kemal ve Yenişehir mahallelerinde bulunan, tamamının veya bir kısım paylarının mülkiyetleri Hazineye ait olan ve ekli listede bulunduğu mahalle, ada ve parsel numaraları, yüzölçümleri, pay oranları ve tahsisli olduğu kamu idareleri gösterilen taşınmazların; tapu kütüklerinde yer alan şerh, beyan ve belirtmelere uyulmak, tarihi ve kültürel mirası ile kentsel sit niteliği ve bölgenin özgün yapısı korunmak kaydıyla, aslına uygun bir şekilde ve ilgili mevzuatı uyarınca restore edilmek suretiyle öncelikle Maliye Bakanlığınca veya Maliye Bakanlığınca uygun görülen hallerde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Toplu Konutİdaresi Başkanlığı ve diğer ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülecek projeler kapsamında değerlendirilerek ekonomiye kazandırılması amacıyla tahsislerinin kaldırılması kararlaştırılmıştır.”

TİCARİ ALAN YAPILACAK
Bakanlar Kurulu kararında da açık açık görüldüğü gibi “ekonomiye kazandırılması amacıyla” kentin merkezinde devasa ağaçların arasındaki bir mahalle yok edilecektir. Saraçoğlu yıkılıp yerine ticari alan yapılacaktır.
20 yıl önce Çiller de mahalleyi satışa çıkarmıştı. Ancak dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bölgenin tarihi sit alanı olması ve satıştan elde edilecek meblağın ekonomik olarak yeterli olmamasından kaynaklı olarak iptal etmiştir.
Bu süreçte bizlere düşen Saraçoğlu Mahallesi’ni korumak için ayağa kalkmak ve her türlü demokratik tepkimizi göstermektir.


MAHMUT ASLAN-12.08.2014

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ