ALEVİ TALEPLERİ VE AİHM KARARLARI
Mahmut ASLAN-03 Aralık 2014
Cumhuriyet Alevilere birçok hak tanımasına rağmen, gideremediği
eksikleri de az değil. Aleviler bu eksikliklere rağmen cumhuriyete ve
Atatürk düşüncesine bağlıdırlar. Çünkü laikliğin önemini kavramışlardır.
Laiklik sadece basit tanımıyla ilkokulda öğretilen din ve devlet
işlerinin bir birinden ayrılması değil din ve vicdan hürriyetidir.
Din ve vicdan hürriyeti İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde ve
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 24. maddesinde koruma altına
alınmıştır.
Ancak Türkiye’de birçok şey gibi yazılı kanunlarda sadece yazıda kalmakta, uygulama da işlememektedir.Aleviler 90 yılların başında başlayan
örgütlenmeleri ile bu uygulama da yapılan eşitsizliklerin giderilmesi
için mücadele vermektedir.
Bu mücadele şu başlıklar altında toplanmaktadır:
*Eşit yurttaşlık sağlanmalı ve devlette atamalarda liyakata önem
verilerek. Alevilerin dışlanmaması. Şuan devlet organlarında bir tane
alevi; vali, general, genel müdür vb. bulunmamaktadır.
*
Cemevleri, Alevi inancının ibadet mekânlarıdır. Cemevlerinin inançsal
statüsü tanınmalı, diğer ibadethanelerin yararlandıkları tüm haklardan
yararlanmalı.
* Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri zorunlu
olmaktan çıkartılıp seçmeli hale gelmeli, velisinin talebi doğrultusunda
çocuğa istediği din ve inançla ilgili eğitim verilmeli.
*
Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasal kurum olmaktan çıkartılmalı; özerk
Din İşleri Kurumu haline getirilmeli, inanç gruplarının eşit temsiliyeti
sağlanmalıdır. İnanç gruplarının oluşturacağı birimler, kendi inanç
mensuplarına hizmet vermeli, bunun sağlanması için her inanç grubu,
inanç bütçesinden pay almalı.(Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması
da talep edilmektedir)
* Alevi köylerine cami yaptırma girişimi ve imam atamaları durdurulmalı, atanan imamlar da geri çağrılmalı.
*Sivas Madımak Otel’inin Utanç Müzesi haline getirilmesidir.
Bu ana başlıklarda yapılan mücadele iç hukuk yolları tüketildikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürülmüştür.
AİHM Türkiye'deki Alevilerin başvuruları üzerine bir ay içinde iki önemli karar açıkladı.
1.Karar: AİHM, eğitimde zorunlu din ve ahlak kültürü derslerine karşı
Ankara’dan davacı olan 14 Türk vatandaşının 2011’de açtığı davada oy
birliği ile Türk hükümetinden “zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu din
ve ahlak kültürü derslerinden muaf tutulmalarını da sağlayacak yeni bir
sisteme geçmesini” istedi. Kararda, Türkiye’de din ve ahlak kültürü
kitaplarının içeriğinde yapılan son değişikliklerin “yetersiz” olduğu
belirtilip devletin dini konularla ilgili düzenlemelerde “yansız ve
tarafsız olma yükümlülüğü” hatırlatıldı.
2.Karar: Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM), Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı
tarafından 2010 yılında yapılan başvuru ile ilgili olarak Türkiye'nin
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ''ayırımcılığın yasaklanması'' ile
ilgili 14. maddesini ihlal ettiğine hükmetti.
Bu iki kararın
çıkacağı zaten biliniyordu. AKP’nin Alevilerle ilgili bir şeyler gibi
yapıyor gibi görünmesi de bundan. Aleviler de bunlara kanacak değildir.O
yemeklere gidenler kişisel rant ve ikbal peşindedirler.
Bu kararlara biran önce uyularak alevilerin talepleri karşılanmalıdır.Alevilerin bütün talepleri çözülmeyecek talepler değildir. Bu
taleplerin çözülmesiyle ülkemizin demokratikleşmesi yolunda büyük adım atılmış olacaktır.
Zaman zaman çeşitli haber sitelerinde siyaset'e dair güncel ve tarihsel olayları anlattığım yazılarımı yayınlarım.
3 Aralık 2014 Çarşamba
21 Kasım 2014 Cuma
CHP NASIL İKTİDAR OLUR?
Mahmut
Aslan-18.11.2014
Geçtiğimiz hafta sonu CHP ile ilgili iki önemli
toplantıya katılma fırsatım oldu. Bu toplantılardan ilki 15 Kasım 2014
Cumartesi günü Nevşehir'de yapılan 1980 öncesi CHP’de görev almış Gençlik
Kolları üyelerinin katıldığı toplantı ve ikincisi de Pazar günü yapılan Ankara
il danışma kurulu toplantısıydı.
Bu iki toplantıda da bir yandan partinin içinde
bulunduğu durum ve öte yandan da nasıl iktidar oluruz konuları üstüne çokça
konuşmalar yapıldı.
Nevşehir'deki toplantıda 80 öncesi gençlik kolları
genel başkanlığı yapmış bir önceki Ankara İl Başkanı Zeki Alçın çok önemli bir
söz söyledi: "Çocuklarımıza bir umut veremiyoruz ve iktidar olma inancını
onlara bile yansıtamıyoruz. Oysaki 1977 seçimlerindeki büyük başarının ana
sebeplerinden biri normal üyeden genel başkana kadar herkesin iktidar olmaya
inanması ve bu inanç sonrası gece gündüz çalışmasıydı."
Bu sözlere katılmamak elde değil. Bugün CHP’nin içinde
bulunduğu durumu tek kelime ile ifade edersek “İNANÇSIZLIK”.
Genel Başkandan en ücra köşedeki üyeye kadar partinin
iktidar olabileceğine dair bir inanç yok. Yapılan ve yayınlanan bazı anketlerde
bu tespiti doğrular nitelikte.
Konsensus Araştırma’nın Genel Müdürü Murat Sarı, Eylül
2014’te yaptığı araştırmayı bir konferansta açıkladı. Araştırmada:
Araştırmaya katılan CHP seçmenlerine, “Eylül Başında
CHP’nin gerçekleştirdiği Olağanüstü Kurultay sonrası ortaya çıkan durumu
düşündüğünüzde, sizce CHP Haziran 2015′te yapılacak Genel Milletvekili
Seçimlerinde başarılı olur mu?” sorusu yöneltildi. CHP seçmenlerinin yüzde 40′ı
“Evet, başarılı olur” cevabını verirken, yüzde 60′ı ise “Hayır, başarılı
olamaz” cevabını verdi.
CHP seçmenine sorulan bir diğer önemli soru da “Kemal
Kılıçdaroğlu, Haziran 2015’te yapılacak genel seçimlerde Başbakan olabilecek mi
olamayacak mı?” sorusuydu. Bu soruya ankete katılanların yüzde 11′i “Olacak“,
yüzde 89’u da “Olamayacak” dedi.
Peki, bu inançsızlık durumuna nasıl son verilir ve CHP
nasıl iktidara taşınır?
1-) Doğru ideoloji, doğru ilkeler ve doğru örgütlenme
sağlanmalıdır.
Cumhuriyet Halk Partisinde şuan Parti ideolojinin ne
olduğu tam olarak net değildir. Bir milletvekili ve genel başkan yardımcısının
A dediğine diğer milletvekili ya da genel başkan yardımcısı B demektedir.
Partinin en yetkili organı olan Kurultay tarafından kabul edilmiş olan Parti
programı unutulmuştur ve hiçbir yönetici tarafından dile getirilmemektedir. Bu da parti tabanında ve vatandaşlar arasında CHP’ye
olan güvenilirliği zedelemektedir.
CHP tek bir ağızdan konuşulacak bir parti konumuna
derhal gelmelidir. Bunun içinde kafa karışıklığına neden olmamak için ideolojik
netliğini sağlamalıdır.
1990'lı yılların başında Sovyetler birliğinin
yıkılması, kapitalizm ve reel sosyalizm arasında bir “denge” politikası güden
sosyal demokratların çalkantılı bir sürece girmesine neden oldu. Çünkü reel
sosyalizm çökünce kapitalizm olanca hızı ile sosyal demokratların kazanım
olarak elde ettiği refah devletini ters yüz etti.
Sosyal demokratların kazandığı birçok sosyal güvenlik hakkı yine sosyal
demokrat partiler tarafından emekçi kesimlerin ve yoksulların elinden alındı.
Sosyal demokrat partilerden bu uygulamalara kızan sol gruplar partilerinden
ayrılıp yeni partiler kurdular. (Örneğin Almanya’da kurulan SOL Parti) Sosyal
demokratların içine girdiği bu çalkantılı süreç hala devam etmektedir.
Almanya’da Sosyal Demokratların (SPD) aldığı oy oranı günümüz de %20’leri
aşamamaktadır. Diğer ülkelerdeki sosyal demokrat partilerin durumları da farklı
değildir.
Yönünü Avrupa sosyal demokratlarına dönen CHP’de bu
çalkantılardan nasibini almaktadır.
Avrupa merkezli sosyal demokrat görüş miadını
doldurmuştur. O yüzden CHP yönünü Avrupa merkezli soldan kurtarıp ülkemize daha
çok benzeyen Latin Amerika soluna çevirmelidir.
Venezüella’da Chavez nasıl Bolivar düşüncesi ile
sosyalizmi harmanlayıp iktidara geldiyse, CHP de kurucusu M. Kemal Atatürk’ün
antiemperyalist ve aydınlanmacı düşüncesiyle solu, sosyalizmi harmanlayıp
emekten ve ezilenlerden yana yeni bir ideolojik hat belirlemelidir.
2-Parti içi Eğitim
CHP'nin iktidara gelebilmesi açısından ikinci önemli
konu parti içi eğitim konusudur. Cumhuriyet Halk
Partisinde bugün ki yapısı ile parti içi eğitim kurumsallaşamamış ve doğru
düzgün işlememektedir.
Yukarıda belirtiğim şekli ile belirlenen parti
ideolojisi üstüne ülke gerçeklerimize yönelik Ekonomi, Dış Politika, Eşit
Yurttaşlık, Demokratikleşme vb. konularda politikalar üretilmeli ve üretilen
politikalar kitap, broşür ve elektronik ortamda bütün üyelere ulaştırılmalı ve
parti içi eğitimle üyelere öğretilmelidir. Üyelerde politikaları halka iletmede
ilk ağız olmalı ve tek dil kullanmalıdır.
3-Önseçim
CHP'de yaşanılan büyük bir sevgisizlik ve çekememezlik
herkesin malumudur. Bu sevgisizliği gidermenin yolu parti içinde fırsat
eşitliğini sağlamak ve demokratik işleyişin yolunu açmaktır.
Sağdan oy almak adına kimi bilinen sağcıları
devşirerek seçimlerde Partinin adayı yapmak partili üyelerin Partilerine olan
inançsızlığını artırmaktadır. Üyeler inanmadıkları üyelerin peşinden gitmek istememektedir.
Bu sorunun çözümü parti içi demokrasinin en önemli
aracı olan önseçim mekanizmasıdır. Önseçim mekanizması üyelerde Partinin adil
bir seçim yaptığı duygusunu güçlendirerek partiye aidiyetlerini artırır.
Böylelikle yapılan önseçim sonrası seçilen adayların
peşinden üyeler inançlı bir şekilde gidebilmektedir. Ankara’da önseçim yapılan
Mamak’ta üyelerin canla başla çalışması sonucu oyların %40’ların üstüne çıkması
da bunun en güzel örneklerinden biridir.
Oysa ön seçime girmeden, partide hiç emek harcamadan
bir yerlere gelenler kolay yoldan partiyi hemen terk edebilmektedir. 2011
seçimleri sonrası seçilen Salih Fırat, Emrehan Halıcı ve Emine Ülker Tarhan’ın
istifaları buna örnek olarak gösterilebilir.
Üç ana başlıkta topladığımız öneriler CHP'nin iktidar
yolunda dikkate alması ve yaşama geçirmesi gereken önemli konulardır. Bu
eksikler giderildiğinde Cumhuriyet Halk Partisinin iktidara yürümesinin önünde
hiçbir engel kalmayacaktır.
20 Kasım 2014 Perşembe
SARAYLARDA OTURANLAR VE YIRTTIK AYAKKABILILAR
SARAYLARDA OTURANLAR VE YIRTTIK AYAKKABILILAR
Dün gazetelere yansıyan bir fotoğraf karesi bütün vicdanlı
insanlarımızın gözlerinden bir damla yaş dökülmesine sebep olmuştur sanırım.
Karaman Ermenek’te maden cinayetinde kaybettiği oğlunun
cenaze törenine yokluktan perişan bir halde yırtık ayakkabıları ile gelen Recep
Tezcan’ın fotoğrafından bahsediyorum.
Recep Baba’nın görüntüsü tıpkı eşi Ayşe Anne’nin “"Oğlum
yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı?” diyen sözleri gibi etkiledi
milyonları.
Soma’da, Ermenek’te ve diğer bütün iş cinayetlerinde
ölenlerin ölümünü kadere bağlamak kadar aptalca bir şey olabilir mi?
İnsanlarımız şunu sormuyor mu? Dünyada bizden daha fazla
maden çıkaran gelişmiş ülkelerde neden insanlar böyle kazalarda ölmüyor?
AKP’nin çalışma yaşamında sistemli bir şekilde egemen kıldığı
taşeron sistem sayesinde günde ortalama 3 işçimiz hayatını kaybediyor. AKP
iktidarının ilk günlerinden bugüne kadar geçen 12 yılda en az 14 bin 455
işçi yaşamını yitirdi. Bilmediklerimiz ve kayıt dışı çalışanları da bu
istatistiğe katarsak sayı tahminlerin çok üstüne çıkacaktır.
Bu sistemde
ölen öldüğü ile kalıyor. İş cinayetlerinin önüne geçilmesi için hiçbir önlem
alınmıyor. Çünkü 18. yüzyıl vahşi kapitalizmi yeniden hortladı. Kar hırsı insan
hayatından, ağaçtan, böcekten, bütün canlılardan önemli. İnsanlarımız öldükçe
birileri zenginliklerine zenginlik katıyor.
Dünya
Bankası’nın 2012 verileri üstünden bölüşüm adaletsizliği sıralamasında Türkiye;
Güney Afrika, Brezilya, Şili ve Meksika’dan sonra 5’inci en adaletsiz ülke
olarak yer alıyor.
Yıllardır Japon
ekonomisi bizim 5 katımız, dolar milyarderi sayımız ise onların kat ve kat
üstünde bunun nasıl olduğunu bana kimse anlatamaz diyordum. 21. Yüzyılda
Kapital’in yazarı Thomas Piketty de bu sorunu dile getirmiş: “Türkiye’nin Japonya’dan fazla dolar
milyarderi varsa bu kesinlikle dehşet verici bir durum. Bu, servet
eşitsizliğinin sadece yetenek ve inovasyonla alakalı olmadığını gösteriyor.”
Yazının
başlığını Saraylar ve Yırtık Ayakkabılar olarak koydum. Önce aklıma başlık
geldi sonrasını ise doldurmaya başladım.
AKP
döneminde iki yırtık ayakkabılıyı hiç unutmayacağım. Birincisi, bir suikast
sonucu öldürülen gazeteci yazar Hrant Dink, ikincisi ise Ermenekli Recep
Tezcan.
Gelelim
Saray konusuna! İnsanlarımız yoksulluk içinde yaşarken, halkın oyu ile seçilmiş
Cumhurbaşkanı’nın yüz milyonlarca dolar harcanarak yapılan kaçak sarayda oturmasını
kim izah edebilir. Halka bunu ülkenin prestijini artırıyor diye anlatanların
hiç mi yüzü kızarmıyor? Oysaki ülkenin prestiji o ülke topraklarında yaşayan
insanların yaşam standartlarının yüksekliği ve mutluluğu ile ölçülür.
Son söz
olarak, iki yırtık ayakkabılının hakkını sormak da bütün vicdanlı insanların
boynunun borcudur.
Mahmut ASLAN-20.11.2014
18 Kasım 2014 Salı
Okumuş Adam Olamış
Yurdum insanında bir okumuş düşmanlığıdır gidiyor.Eğitimli insanlara,
sırf kendi gibi düşünmüyor diye."Okumuş ama adam olamamış" deyimini
kullanıp duruyorlar.Son zamanlarda daha çok duymaya başladım.Belki bu
sözün kullanılması gereken insanlarımız var.Ama bu sözü söyleyenlerin
genelinin cahil olması beni biraz bu konu hakkında düşünmeye ve bu kısa
yazıyı yazmaya itti.
Bence bu sözün kullanılma sebebi okumuş insanların.Dünyaya farklı bir pencereden bakmasıdır. Dar ve tutucu düşüncelerden sıyrılması ve geleneksel yaşam tarzından birazda olsa kopması ve bu yaşam tarzını eleştirmesidir.
Örneğin dün akşam bindiğim dolmuşun şöförü yolda söz dalaşına girdiği karısının yanındaki bir kişiye dolmuştan inip kafa atıp ağzını dağıttığını ve olaydan beş dakika sonra polislerin onu durdurup göz altına aldığından söz edip. Şöyle devam etti: Meğer ağzını dağııtım adam Cumhuriyet Savcıymış.Polislerin olaya hızlı müdahale etmesinin sebebi buymuş.Nereden bilebilirdim adamın savcı olduğunu alnında mı yazıyor.Sonra savcı adamı dava etmiş. Bu da tutuşmuş eline çiçek almış ve özür dilemeye gitmiş yanında komserle beraber. Savcı beyde komseri azarlamış bunu buraya niye getirdin diye.Bunların ikisini de odadan kovmuş. Bunu üstüne abi bunlar okumuş ama adam olamamış deyi verdi.
Sözü söyleyen dolmuş şöförümüz taş çatlasın liseye kadar okumuş. Tipinden, davranışından ve konuşmalarından kavgacı ve zır cahil olduğu belli bir kişi.
Şimdi savcının bunu odasından kovmasından doğal bir şey olabilir mi? Okumuş ama adam olamamış denilebilir mi bu savcıya?
Velasıl kelam bu sözü kullanacak kişininde az çok pişmesi lazım.
Bence bu sözün kullanılma sebebi okumuş insanların.Dünyaya farklı bir pencereden bakmasıdır. Dar ve tutucu düşüncelerden sıyrılması ve geleneksel yaşam tarzından birazda olsa kopması ve bu yaşam tarzını eleştirmesidir.
Örneğin dün akşam bindiğim dolmuşun şöförü yolda söz dalaşına girdiği karısının yanındaki bir kişiye dolmuştan inip kafa atıp ağzını dağıttığını ve olaydan beş dakika sonra polislerin onu durdurup göz altına aldığından söz edip. Şöyle devam etti: Meğer ağzını dağııtım adam Cumhuriyet Savcıymış.Polislerin olaya hızlı müdahale etmesinin sebebi buymuş.Nereden bilebilirdim adamın savcı olduğunu alnında mı yazıyor.Sonra savcı adamı dava etmiş. Bu da tutuşmuş eline çiçek almış ve özür dilemeye gitmiş yanında komserle beraber. Savcı beyde komseri azarlamış bunu buraya niye getirdin diye.Bunların ikisini de odadan kovmuş. Bunu üstüne abi bunlar okumuş ama adam olamamış deyi verdi.
Sözü söyleyen dolmuş şöförümüz taş çatlasın liseye kadar okumuş. Tipinden, davranışından ve konuşmalarından kavgacı ve zır cahil olduğu belli bir kişi.
Şimdi savcının bunu odasından kovmasından doğal bir şey olabilir mi? Okumuş ama adam olamamış denilebilir mi bu savcıya?
Velasıl kelam bu sözü kullanacak kişininde az çok pişmesi lazım.
15 Ağustos 2014 Cuma
CHP’DE ÜÇÜNCÜ YOL
CHP’DE ÜÇÜNCÜ YOL*
Mahmut Aslan-15.08.2014
Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra kurultaylar partisi
görünümünden bir türlü kurtulamayan
ana muhalefet partisi CHP’de yeni bir kurultay yolda gözüküyor. Ulusalcı altı milletvekili Genel Başkan
Kemal Kılıçdaroğlu’nu seçilen adayın parti ile kan uyuşmazlığı olması ve seçim
başarısızlığından dolayı istifa etmeye ve kurultay toplamaya davet ettiler.
Günlerdir Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili analizler
yapılıp duruyor. Herkes kendi baktığı cepheden analiz yapıyor. Bana göre ise bu seçimin iki kazananı var. Seçimin ilk kazananı kayıtlı seçmenin %37, seçime
katılan seçmenin % 51.8 oyunu alıp
2007’de çıkamadığı köşke çıkan Tayyip Erdoğan’dır. Gerçi seçim sonuçları onun
düşlediği Başkanlık rejiminin
zor olduğunu göstermekte
ve seçim sonrası ortaya çıkan tablo AKP için kavganın beklenenden çok olduğunu
gözler önüne sermektedir. Bu hali ile seçimin kısmi kazananıdır RTE.
İkici kazananı
ise çatı blok ve AKP oy kaybederken, seçimde kullandığı dil ve sempatikliği ile
HDP’nin yerel seçimde aldığı oylardan yaklaşık oylarından 1,5 milyon fazla alan Demirtaş ve
HDP’dir. Demirtaş’ın bu artan oylarının Alevilerden ve Sosyalistler seçmenden
geldiği görülmektedir.
Seçimin en büyük kaybedeni ise “tıpış tıpış” seçmenini
sandığa götüremeyen ana muhalefet partimiz CHP ve MHP’dir. (MHP başka bir
yazının konusu. Bu yazının
konusu kaynayan kazan CHP)
DOĞRU SORULARA ARANAN
CEVAP BAŞARI GETİRİR
Seçim sonrası yapılan açıklamalara bakarsak CHP Genel Merkezi
çatı aday projesinin başarılı olduğunu düşünüyor. CHP’de bu durum kronik bir
hastalığa dönmüş gibi görünüyor: 2002 yılından beri yapılan bütün seçimlerde
büyük bir başarı gösterme hastalığı.
Doğru soruları sormadan doğru cevaplar elde edemeyiz.
Bence sorulması gereken önce seçimlerde başarısız olduğumuzu
kabullenmek ve bu kabul üzerine şu soruya cevap aramaktır: Biz girdiğimiz
seçimlerde neden beklenilen başarıyı elde edemiyoruz, bu halk bize neden oy
vermiyor?
Bu sorunun cevabını bulup yola çıktığımız zaman başarı
muhakkak gelecektir.
“YENİLİKÇİ” VE “ULUSALCI” KANAT
Gelelim CHP içi iktidar ve muhalefet gruplarına. Bu gruplara
basınımız “yenilikçi” ve “ulusalcı” kanat diyor. Bana göre bu iki kanatta
eksikliklerle dolu.
Yenilikçi denilen kanat sağdan oy alacağım diyerek partinin
sağcılaşmasına neden olmakta ve sol şeridi boşaltmaktadır. Bu kanatta yer alan
bazı milletvekillerinin
M. Kemal Atatürk, Laiklik, Fettullah Gülen, Özalizm, Cemaatler vb. konularında
söylemleri ise klasik CHP üyesi ve seçmeninden büyük tepki görmektedir.
Biraz CHP tarihi okusalar rakibine benzeyerek seçimlerde
başarılı olunmadığını görecekler. 1946 seçimleri sonrasında 17 Kasım 1947’de
Ankara‘da Halkevleri salonunda toplanan 7. Büyük Kurultay’da
Demokrat Partiye oy kaptırmamak adına devrimlerden birçok ödün verilmiştir. Bu
Kurultay’da: “Cumhuriyet” ilkesi ile demokrasi kavramı aynı doğrultuda
tanımlanarak parti içi liberalleşme eğilimi başlatılmıştır. Çiftçiyi
Topraklandırma Kanunu konusunda geri adım atılmasına karar verilmiş;
Devletçilik ılımlılaştırılmış; Laiklik konusunda İslam karşıtlığı görüntüsünden
uzaklaşma ile dinde liberalleşmenin sağlanması hedeflenmiştir. Bu hedef
doğrultusunda ilk olarak, 27 Ocak 1947’de okullar dışında din eğitimi kabul
edilmiş, 1948’de imam hatip kursları açılmış, hacca gitmek isteyenlere ilk kez
döviz verilmiş, 25 Kasım 1949’da isteğe bağlı olarak okullarda din eğitimi
alınmasına karar verilmiştir. Böylece CHP, DP’ye yaklaşmaya başlamış ve
aralarındaki ayrım noktaları neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır.
Yukarı da bahsettiğim bütün tavizlere rağmen CHP girdiği 1950
seçimlerinde iktidarı DP’ye kaptırmıştır. Çünkü uyguladıkları politikalar DP’ye yaramıştır.
Ulusalcı kanattaki kişilerse gelenekçi CHP çizgisinde yer
almakta. Partiyi soldan ve Kürtlerden uzaklaştıran bir politikanın devamcısı
olarak görülmektedir. Söylemde solcu görünmelerine rağmen reel hayatta solla uzaktan yakından bir
ilişkisi bulunmamaktadır. Yıllardır partiyi
%10’larda tutan insanlar bu kanata yakın görünmektedir. Ancak bu kanatın
söylemlerindeki parti 1999 seçimlerinde baraj altı kalmış ve diğer girdiği
seçimlerde sol kulvarda tek parti kalınmasına rağmen %20’yi bile yakalayamamıştır.
Bu kanadında parti tarihinden alacağı dersler de var tabi.
1970’li yıllarda geleneksel devleti kuran parti imajını bir
tarafa bırakarak ortanın solundan demokratik sola evrimleşen, Ecevit’in Genel
Başkanlığındaki CHP, “Bu düzen değişmelidir”, “Tekelleri kuşatacağız!”, ”Toprak
işleyenin su kullananındır!”, “Vurguna, soyguna, sömürüye son!”, “Devlete de
servete de kul olmayacağız!” sloganları ile ezilen, sömürülen halkta “Ak
Günlerin” kurulacağına
dair inanç yaratmış ve parti tarihinin en yüksek oy oranını alarak iktidar
olmasını sağlamıştır.
PARTİYE ÜÇÜNCÜ BİR YOL GEREK
Bu kısa değerlendirme yazısında da görüldüğü gibi iki kanatın da görüşleri ve
söylemleri partiyi iktidara taşıyacağa benzememektedir. Her iki hareket içinde
de doğru söylemler vardır ama bu söylemler halk nezdinde inandırıcı
olamamaktadır. Çünkü parti ortak bir dili oluşturamamaktadır. Onun yolu partinin kurtuluşunu yaratacak
üçüncü bir siyasetten geçmektedir.
Bu siyasetin dili barıştan,
aydınlanmadan, emekten, gençlikten, kadından ve tüm ezilen kitlelerden yana
olmalıdır.
Bu siyasi hareketin ilk sağlaması
gereken sosyal demokrat, cumhuriyetçi kesimle, Kürt hareketi bir araya
getirmenin yollarını aramaktır.
Bu iki AKP karşıtı, seküler, sola yakın büyük kitle bir araya geldiği zaman çatırdamaya
başlayan AKP rejimi yıkılacak ve ülkede gerçek demokrasi sağlanacaktır.
Böyle bir politika uygulanırsa oy
kaybedileceğinden korkulmamalı, 1970’li yılların CHP’si akla gelmelidir.
Emek hareketi ile olan bağlar sendika
oligarkları ile değil direk emekçilerin kendisi ile kurulmalıdır.
Taşeronlaşmaya sözde değil özde inanarak savaş açmalı bütün taşeronların ayağa
kalkacağı etkili bir siyaset yapılmalıdır.
Ekonomi politikası ise kesinlikle
kamucu ve toplumcu olmalıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan 1980’lere kadar
uygulanan ithal ikameci sisteme ve planlı ekonomiye tekrar geçilmesi
sağlanmalıdır. Özelleştirmelere öyle yarım ağızla değil kesinlikle karşı
çıkılmalıdır. İşsizlikle mücadele içinde yapılması gereken ilk olarak böyle bir
politikanın savunulmasıdır.
Böyle bir siyaseti yaratacak kişiler
partinin kadroları içinle kesinlikle vardır. Bu kadrolar bir önce harekete geçmeli ve
ülkesine ve partisine sahip çıkmalıdır.
13 Ağustos 2014 Çarşamba
SARAÇOĞLU MAHALLESİ’NE DOKUNMA
SARAÇOĞLU MAHALLESİ’NE DOKUNMA
AKP hükümetleri döneminde yapılan birçok kentsel/rantsal dönüşümle kent benliği-kimliği yok olmuştur. Bir insan geçmişsiz olmayacağı gibi bir kent de geçmişsiz olmaz. Dünyanın birçok yerinde eski kent merkezlerine dokunulmadan yeni yaşam yerleri yapılmaktadır. Bizde ise bu süreç eski kenti yıkıp üstüne yenisini yapmak anlamını taşımaktadır. Yurdumuzda aynı evde 50-60 yıl yaşayan kaç aile vardır? Avrupa kentlerinde 150-200 yıl aynı adreste oturan ailelere sıkça rastlanmaktadır. Bu hem aile tarihi hem de kent tarihi açısından önemlidir.
Ankara’nın kent kimliği ise büyük bir saldırı altındadır. Ulus tarihi kent meydanında Roma yolu üzerine yapılan “ucube” alışveriş merkezi kent tarihine ve estetiğine vurulmuş çok büyük bir darbedir. Atatürk’ün mirası Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılan birçok yol ve “Aksaray” olarak nitelendiren kaçak yapı da kent içindeki nefes alma alanını hukuksuzca katletmiştir.
New York’ta Central Park, Londra’da Hyde Park gibi alanlar kentin modern çehresinin birer parçası oldukları kadar yakın tarihe de tanıklık edip, kent hafızasının ayrılmaz bir unsuru haline gelmişlerdir. Ne yazık ki, biz AOÇ’yi ve diğer tarihi alanlarımızı bu hale getiremedik. AOÇ’de ve Gençlik Parkı’nda yapılan yenilemelerle yüzbinlerce Ankaralının anıları silinip gitti ve silinip gitmeye devam ediyor.
SARAÇOĞLU MAHALLESİ NE ZAMAN VE NASIL KURULDU?
Ankara’da yaşayanlar Kumrular Sokak’a girdiklerinde devasa ağaçların arasında İl Halk Kütüphanesi’nin ve Kaymakamlık binasının da içinde bulunduğu sevimli binalardan oluşan bir şehir içi meskenle karşılaşırlar. Bu mahallenin tarihini ve nasıl oluştuğu konusunda pek çok Ankaralının bilgisi yoktur.
Asıl adı Namık Kemal Mahallesi olan mahalle halk arasında çok farklı isimlerle de anılmaktadır. Bunların içinde en çok bilineni ve kullanılanı Saraçoğlu'dur. 1946 yılında tamamlanan mahallenin açılışı o dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu tarafından açıldığı için mahalle yaygın olarak Saraçoğlu Mahallesi olarak da bilinmektedir.
1940’lı yıllarda Başkent’in mesken bunalımını gidermek üzere 1944 yılında çıkarılan Memur Mesken Yasası uyarınca başlatılan konut projesi sonrasında ortaya çıkmış bir mahalle Saraçoğlu.
Ankara’da birçok eser bırakmış olan Mimar Paul Bonatz, 1920’ler Almanya’sının Siedlung anlayışını getirmeye çalıştığı yerleşmede, konut bloklarının yanı sıra çocuk bahçesi, ilk ve ortaokul ve ortak kullanım için sosyal binayı tasarlamıştır. Sosyal bina bugün İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.
Saraçoğlu Mahallesi bitişik nizamda, gruplaştırılmış değişik tip ve yükseklikte tasarlanan apartmanlarda iki, üç ve beş odalı altı tip üzerinde planlanan 642 daireden oluşmaktadır.
Cumhuriyet tarihinin ilk toplu konut projesi olan mahalle, tüm bu nedenlerle Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı'nın 1979 tarihli kararı ile "Kentsel SİT Alanı" olarak belirlenmiş, konutların ve ağaçlarının her biri ayrı ayrı tescil edilmiştir.
SIRA SARAÇOĞLU MAHALLESİ’NDE
Kızılay kent merkezi yıllardır uygulanan politika doğrultusunda zayıflatılmıştır. Kent merkezi yeterli bir şekilde aydınlatılmamaktadır. Gezi sürecinden bu yana Güvenpark’ın üçte biri polis işgali altında. Geri kalan alanın büyük bir bölümü zaten yıllardır dolmuş ve otobüs işgali altındaydı. Güvenpark bu haliyle kentlinin oturup soluklanacağı bir alan olmaktan çıkmıştır.
Saraçoğlu Mahallesi de bilinçli olarak bakımsız bırakılarak algı yönetimi yapılmış ve mahallenin kötü halde olduğu ve yıkılması gerektiği birçok Ankaralının beynine işlenmektedir. Bu politika da meyvesini aşağıda yazdığımız Bakanlar Kurulu kararı ile vermiştir.
5 Ağustos 2014 tarihli Resmi Gazete’de 6645 sayılı Bakanlar Kurulu kararı yayınlanmıştır. Karar aynen şöyledir:
“Ankara İli, Çankaya İlçesi, Namık Kemal ve Yenişehir mahallelerinde bulunan, tamamının veya bir kısım paylarının mülkiyetleri Hazineye ait olan ve ekli listede bulunduğu mahalle, ada ve parsel numaraları, yüzölçümleri, pay oranları ve tahsisli olduğu kamu idareleri gösterilen taşınmazların; tapu kütüklerinde yer alan şerh, beyan ve belirtmelere uyulmak, tarihi ve kültürel mirası ile kentsel sit niteliği ve bölgenin özgün yapısı korunmak kaydıyla, aslına uygun bir şekilde ve ilgili mevzuatı uyarınca restore edilmek suretiyle öncelikle Maliye Bakanlığınca veya Maliye Bakanlığınca uygun görülen hallerde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Toplu Konutİdaresi Başkanlığı ve diğer ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülecek projeler kapsamında değerlendirilerek ekonomiye kazandırılması amacıyla tahsislerinin kaldırılması kararlaştırılmıştır.”
TİCARİ ALAN YAPILACAK
Bakanlar Kurulu kararında da açık açık görüldüğü gibi “ekonomiye kazandırılması amacıyla” kentin merkezinde devasa ağaçların arasındaki bir mahalle yok edilecektir. Saraçoğlu yıkılıp yerine ticari alan yapılacaktır.
20 yıl önce Çiller de mahalleyi satışa çıkarmıştı. Ancak dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bölgenin tarihi sit alanı olması ve satıştan elde edilecek meblağın ekonomik olarak yeterli olmamasından kaynaklı olarak iptal etmiştir.
Bu süreçte bizlere düşen Saraçoğlu Mahallesi’ni korumak için ayağa kalkmak ve her türlü demokratik tepkimizi göstermektir.
MAHMUT ASLAN-12.08.2014
AKP hükümetleri döneminde yapılan birçok kentsel/rantsal dönüşümle kent benliği-kimliği yok olmuştur. Bir insan geçmişsiz olmayacağı gibi bir kent de geçmişsiz olmaz. Dünyanın birçok yerinde eski kent merkezlerine dokunulmadan yeni yaşam yerleri yapılmaktadır. Bizde ise bu süreç eski kenti yıkıp üstüne yenisini yapmak anlamını taşımaktadır. Yurdumuzda aynı evde 50-60 yıl yaşayan kaç aile vardır? Avrupa kentlerinde 150-200 yıl aynı adreste oturan ailelere sıkça rastlanmaktadır. Bu hem aile tarihi hem de kent tarihi açısından önemlidir.
Ankara’nın kent kimliği ise büyük bir saldırı altındadır. Ulus tarihi kent meydanında Roma yolu üzerine yapılan “ucube” alışveriş merkezi kent tarihine ve estetiğine vurulmuş çok büyük bir darbedir. Atatürk’ün mirası Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılan birçok yol ve “Aksaray” olarak nitelendiren kaçak yapı da kent içindeki nefes alma alanını hukuksuzca katletmiştir.
New York’ta Central Park, Londra’da Hyde Park gibi alanlar kentin modern çehresinin birer parçası oldukları kadar yakın tarihe de tanıklık edip, kent hafızasının ayrılmaz bir unsuru haline gelmişlerdir. Ne yazık ki, biz AOÇ’yi ve diğer tarihi alanlarımızı bu hale getiremedik. AOÇ’de ve Gençlik Parkı’nda yapılan yenilemelerle yüzbinlerce Ankaralının anıları silinip gitti ve silinip gitmeye devam ediyor.
SARAÇOĞLU MAHALLESİ NE ZAMAN VE NASIL KURULDU?
Ankara’da yaşayanlar Kumrular Sokak’a girdiklerinde devasa ağaçların arasında İl Halk Kütüphanesi’nin ve Kaymakamlık binasının da içinde bulunduğu sevimli binalardan oluşan bir şehir içi meskenle karşılaşırlar. Bu mahallenin tarihini ve nasıl oluştuğu konusunda pek çok Ankaralının bilgisi yoktur.
Asıl adı Namık Kemal Mahallesi olan mahalle halk arasında çok farklı isimlerle de anılmaktadır. Bunların içinde en çok bilineni ve kullanılanı Saraçoğlu'dur. 1946 yılında tamamlanan mahallenin açılışı o dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu tarafından açıldığı için mahalle yaygın olarak Saraçoğlu Mahallesi olarak da bilinmektedir.
1940’lı yıllarda Başkent’in mesken bunalımını gidermek üzere 1944 yılında çıkarılan Memur Mesken Yasası uyarınca başlatılan konut projesi sonrasında ortaya çıkmış bir mahalle Saraçoğlu.
Ankara’da birçok eser bırakmış olan Mimar Paul Bonatz, 1920’ler Almanya’sının Siedlung anlayışını getirmeye çalıştığı yerleşmede, konut bloklarının yanı sıra çocuk bahçesi, ilk ve ortaokul ve ortak kullanım için sosyal binayı tasarlamıştır. Sosyal bina bugün İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.
Saraçoğlu Mahallesi bitişik nizamda, gruplaştırılmış değişik tip ve yükseklikte tasarlanan apartmanlarda iki, üç ve beş odalı altı tip üzerinde planlanan 642 daireden oluşmaktadır.
Cumhuriyet tarihinin ilk toplu konut projesi olan mahalle, tüm bu nedenlerle Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı'nın 1979 tarihli kararı ile "Kentsel SİT Alanı" olarak belirlenmiş, konutların ve ağaçlarının her biri ayrı ayrı tescil edilmiştir.
SIRA SARAÇOĞLU MAHALLESİ’NDE
Kızılay kent merkezi yıllardır uygulanan politika doğrultusunda zayıflatılmıştır. Kent merkezi yeterli bir şekilde aydınlatılmamaktadır. Gezi sürecinden bu yana Güvenpark’ın üçte biri polis işgali altında. Geri kalan alanın büyük bir bölümü zaten yıllardır dolmuş ve otobüs işgali altındaydı. Güvenpark bu haliyle kentlinin oturup soluklanacağı bir alan olmaktan çıkmıştır.
Saraçoğlu Mahallesi de bilinçli olarak bakımsız bırakılarak algı yönetimi yapılmış ve mahallenin kötü halde olduğu ve yıkılması gerektiği birçok Ankaralının beynine işlenmektedir. Bu politika da meyvesini aşağıda yazdığımız Bakanlar Kurulu kararı ile vermiştir.
5 Ağustos 2014 tarihli Resmi Gazete’de 6645 sayılı Bakanlar Kurulu kararı yayınlanmıştır. Karar aynen şöyledir:
“Ankara İli, Çankaya İlçesi, Namık Kemal ve Yenişehir mahallelerinde bulunan, tamamının veya bir kısım paylarının mülkiyetleri Hazineye ait olan ve ekli listede bulunduğu mahalle, ada ve parsel numaraları, yüzölçümleri, pay oranları ve tahsisli olduğu kamu idareleri gösterilen taşınmazların; tapu kütüklerinde yer alan şerh, beyan ve belirtmelere uyulmak, tarihi ve kültürel mirası ile kentsel sit niteliği ve bölgenin özgün yapısı korunmak kaydıyla, aslına uygun bir şekilde ve ilgili mevzuatı uyarınca restore edilmek suretiyle öncelikle Maliye Bakanlığınca veya Maliye Bakanlığınca uygun görülen hallerde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Toplu Konutİdaresi Başkanlığı ve diğer ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülecek projeler kapsamında değerlendirilerek ekonomiye kazandırılması amacıyla tahsislerinin kaldırılması kararlaştırılmıştır.”
TİCARİ ALAN YAPILACAK
Bakanlar Kurulu kararında da açık açık görüldüğü gibi “ekonomiye kazandırılması amacıyla” kentin merkezinde devasa ağaçların arasındaki bir mahalle yok edilecektir. Saraçoğlu yıkılıp yerine ticari alan yapılacaktır.
20 yıl önce Çiller de mahalleyi satışa çıkarmıştı. Ancak dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bölgenin tarihi sit alanı olması ve satıştan elde edilecek meblağın ekonomik olarak yeterli olmamasından kaynaklı olarak iptal etmiştir.
Bu süreçte bizlere düşen Saraçoğlu Mahallesi’ni korumak için ayağa kalkmak ve her türlü demokratik tepkimizi göstermektir.
MAHMUT ASLAN-12.08.2014
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ MERKEZ BANKASI (FED) (FEDERAL RESERVE SYSTEM) 1-FED’İN TARİHÇESİ ABD merkez bankası olan Federal Rezerv Sistemi...
-
TRUMAN DOKTRİNİ VE UYGULANMASI 1.1 DOKTRİN’İN ORTAYA ÇIKMASININ NEDENLERİ İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin barış düzenini g...
-
KARŞILAŞTIRMALI SİYASAL SİSTEMLER VENEZUELA BOLİVAR CUMHURİYETİ CHAVEZ ÖNCESİ VE SONRASI DURUM KARŞILAŞTIRMASI...