25 Ocak 2011 Salı

Meclis Miting Alanı(Grup Toplantıları)


Meclis Miting Alanı
İki yıla yakın bir süredir mecliste danışman olarak çalışmaktayım. Mecliste ilginç pek çok olayla karşılaşıyor insan; para isteyenler, dolandırıcılar, cahil milletvekilleri, çantacı danışmanlar vb.
Bunlar bir yana ama Salı günleri meclis gerçekten insan akınına uğruyor, sebebi ise grup toplantıları. Grup toplantılarının asıl yapması gerekenler milletvekillerin ülke sorunları ve yörelerinin sorunları ile ilgili kendi genel başkanlarını ve yöneticilerini bilgilendirmeleridir. Bu toplantılar basına kapalı olmalıdır, çünkü milletvekilleri parti politikalarını ve liderlerini bu toplantılarda kıyasıya eleştirebilir ve bu dışarıya sızmaması gereken partinin özel yaşantısıdır. Gelin görün ki uygulamada bu böyle değil. Mevcut siyasi partiler yasasından kaynaklı olarak tek seçici ve hâkim güç olan genel başkanları eleştirmek bir milletvekilinin bir daha vekil seçilmesini engelleyen bir olaydır. O yüzden grup toplantıları partili vekillerin konuştukları yer olmaktan çıkmış, tek hâkim güç olan genel başkanların konuştuğu vekillerin ve şakşakçı taraftarının dinlediği toplantılar haline getirmişlerdir.
Grup toplantıları Salı günlerini sabah 10.30 başlayıp öğleden sonra 15.00’e kadar süren her parti grubu için bir saatlik toplantılardır. Meclis Salı günü ziyaretçi akınına uğruyor ve miting alanı oluyor.5000 personel birde o kadar ziyaretçiyi küçücük bir alanda düşünün…
Grup toplantıları parti liderlerinin kendilerini tatmin ettikleri ve partililerinin gazını aldıkları toplantılar olmaktan ve bu miting görüntüsünden biran önce çıkarılmalıdır. Grup toplantılarına halkın girişi yasaklanmalı ve halkın yararına yasaların çıkarılması için meclisin çalışmaları 6 saat engellenmemelidir.Bunun yapılması için tek adam sultasını destekleyen siyasi partiler yasası değiştirilmeli ve önseçim zorunlu hale getirilmelidir.

24 Ocak 2011 Pazartesi

ETNİK SORUN ÜZERİNE(2008 yılında yazdığım ama yayınlamadığım yazım)


ETNİK SORUN ÜZERİNE
Ülkemizde uzun yıllardır tartışılan en büyük konulardan birisi ulus ve uluslaşma kavramıdır. Uğur Mumcu’nun dediği gibi “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” olunduğundan bu kavram kafa karıştırıcı bir noktaya gelmiştir. Gerçekte ise ulus kavramı o kadar nettir ki bu kafa karışıklıklarına son verebilir. Nedir ulusun tanımı?
Ulus, bireylerin, boy ve soy gibi, ya da kabile ve aşiret gibi birliklerin çözülerek ve bu birliklere kan bağıyla bağlı olmaktan, köleci bir birliğe bedensel bağlılıktan, feodal bir birlikte toprağa bağlı ve feodal beye bağımlı (serf) olmaktan, tarikata ve cemaatine inançsal bağlılıktan ulus ölçeğinde yalıtıldığı ve özgürleştiği, ekonomik ve siyasal açıdan yeni bir birliktir.”( Muzaffer İlhan Erdost, İnsan Haklarında Yeni sorunlar, Yeni Hedefler, TİHAK bildirisi 2007)   
Bu tanımdan yola çıkarak ülkemizde bir ulusun varlığından söz edilebilir. O da Türk ulusudur. Burada ki Türk sözcüğü kesinlikle etnik anlamda kullanılmamalıdır. Eğer etnik anlamda kullanılırsa Türk ulusu değil, kesinlikle Türk ırkı olmalıdır. Bu nedenle Türk ulusu kavramını değil de etnik olarak Türk ırkı kavramını kullanan ve Türk’ü öven birisi kesinlikle ırkçılık yapmakta ve ulus kavramını doğru kavramamaktadır. Çünkü “Türk ulusunun” içinde etnik anlamda Türkler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Pomaklar vb.50 yakın etnik grup barınmaktadır. Mustafa Kemal ulus tanımını kendince çok güzel açıklamıştır:”Türkiye cumhuriyetini kuran Türk halkına Türk milleti denir.” Bu söz tam bir ulus yaratma çabasının ürünüdür. Bu sözden de anlaşılacağa üzere Türkiye’de birçok halk yaşamaktadır ve Türkiye’yi kuran bu halklara Türk milleti denilmektedir.
Bir grubun temel özelliklerini ortaya çıkarmak ve diğer grupları yok etmek uluslaşmak olmuyor, sadece asimile politikası oluyor. Ama Türkler gibi diğer etnik grupların da birçok özelliğini alıp bir potada eritmekle ancak bir ulus oluşabiliyor. Yalnız bir potada eritmekten kasıt kesinlikle o etnik grupların dillerini ve kültürlerinin yok edilmesi olmamalıdır.
Özellikle ülkemizde 1925 yılında başlayan 1980 yılında ise yeniden hortlayarak Türkiye’nin başına bela olan Kürt ayrılıkçı hareketi Kürtlerin ayrı bir halk olduğunu onun için de kendi ulus devletlerini kurmaları gerektiğini belirtmektedir. Şimdi yukarda yapılan ulus tanımı ile Kürt ayrılıkçı hareketinin tek bir halkla ulus devlet kurmak istemeleri bağdaşabilir mi? Bir etnik toplulukla ulus devlet kurulur mu? Kürt vatandaşlarımız gerçek anlamda feodal yapıdan ve dini  ve etnik bağımlılıklarından bağımsız düşünme olgunluğunu sahipler mi?
Bu soruların hepsine birden verilecek cevap kesinlikle hayırdır. Çünkü ulus devlet sadece bir halkla kurulamaz. Ayrıca Kürtlerin çoğunlukla yaşadığı doğu ve güneydoğu bölgelerimizde feodal bağımlılığın (aşiret düzeninin) ve dini etkinliğin ne kadar fazla olduğu ve o bölge insanın bu yapılardan bağımsız hareket edemeyeceğini çocuklar bile görmekte ve gözlemektedir. Buna örnek olarak demokrasi tarihimizde yapılan tüm seçimlerde Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerden Aşiret ağaları ve dini liderler meclise milletvekili olarak gönderilmektedir. (Meclise gönderilen bu insanlar o yöre halkını değil çıkarlarını temsil etmekte sadece kendi kurulu düzenlerinin devamı için uğraşmaktadırlar.) MSP, RP, FP ve AKP gibi dini eğilimli partilerin hep doğu ve güneydoğudan fazla oy almalarının altında da tarikat ve cemaat bağı yatmaktadır. Hizbullah gibi bir terör örgütünün merkezi, Batman ve diğer Kürt nüfusun fazla olarak yaşadığı illerdir. Birçok Kürt aşireti Nakşibendî tarikatının mürididir. DTP’nin son yaptığı mitinglerde konuşmacı olarak imamları çıkarması da bunun en yadsınamaz örneğidir. Bu örneklerde sunulan halk mı ulus oluşturacaktır?
Bu bağımsızlık sevdasının arkasında 1990’lı yıllarda Sovyetlerin yıkılmasından sonra kurulan yeni dünya düzeni, yani yeni emperyalizm, yatmaktadır. Yeni emperyalizm etnikçiliği ve mezhepçiliği destekleyerek birçok devleti bölmüştür. Bunun altında da küçük olsun kullanılması ve yönetilmesi kolay olsun mantığı yatmaktadır. Bütün kapitalist devletlerin kullanmak için bazı devletlere ihtiyacı vardır. Fidel’in Atlantik ötesinden gördüğünü acaba bizim Kürt kardeşlerimiz görmemekte midir? Ne diyordu Fidel:

"Türkiye'deki olayları yakından izliyorum. Umarım ve dilerim ki, sizin oradaki Kürt Hareketi, Yankee'nin (ABD'nin) petrol bekçisi olmaz. Ancak, gördüğüm kadarıyla bunlar ABD'ye bağımlı, ABD'nin kontrolünde hareket ediyorlar. Kürtlerin hareketi bağımsızlık değil, ABD'ye bağımlılıktır.”Bu söz herhalde ülkemizde ki Kürt hareketinin nerden desteklendiğini ve nereye doğru gittiğinin bir göstergesidir.

Ayrıca“etnik sorundaki yükseliş devletin meşruluğunu yitirmesinin başlıca göstergesidir.”( İmmanuel Wallerstein,Ütopistlik ya da 21. Yüzyılın Tarihsel Seçimleri, Avesta yayınları,1999 )Ülkemizi yıllardan beri yöneten hükümetler Kürt nüfusun fazla olarak yaşadığı bölgelerde gerekli hizmetleri yapmayarak ve devletin varlığını onların hissetmesini sağlamayarak o bölgede insanların bu ülkeden kopma isteklerini artırmışlardır. Özellikle 12 Eylül’ün ürünü 19.10.1983 gün ve 2932 sayılı “Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun”la o bölge insanın ana dili olan Kürtçe yasaklanmış ve kullananlara her türlü işkence yapılarak devletin meşruluğunun ortadan kalkması iyice hızlandırılmıştır. Bence PKK’nın yükselişinin arkasında bu kanunun büyük bir etkisi vardır.12 Eylülü yaptıranların kim olduğunu herkes artık adı gibi bilmektedir. “Bizim çocuklar başardı” diyen Amerikan yetkilisi ayrıca ilerisi için bu tür yasalar çıkararak Ortadoğu petrolleri üzerinde bir tampon bölge kurma planını gerçekleştirmeye mi çalışmıştır? Bunu bize Amerikan arşivlerinin ve gizli belgelerin açılması gösterecektir.

Yukarda anlattıklarım ışığında ülkemizde bir ulus vardır o da Türk ulusudur. Türk ulusu bir üst kimliktir. Ancak bu ulusun altında birçok alt kimlik barınmaktadır ve bunların en büyüklerinden biri Kürtlerdir. Alt kimliklerin bir ulus çatısı altında mutlu ve sorunsuz yaşamasının en önemli yolu alt kimliklere ve onların kültürlerine saygı duymaktır. Bunun dışında ekonomik olarak ülkenin zenginliğinin gerçekçi ve adil bir şekilde yönetilmesi ve üretilenin toplumun bütün kesimlerine eşit şekilde dağıtılmasını sağlamak bir diğer önkoşuldur. Devletin meşruluğunun ve onların da devleti olduğunun onlara kanıtlanması ve onları ötekileştirmemesi de oldukça önemlidir. Yani gerçek demokrasinin ülkeye egemen olmasıdır.

 Ülkemizde ki bu soruna gerçekçi ve insancıl çözümler üretmek bu ülkenin ulusalcılarına Kürt ve Türk aydınlarına düşmektedir. Bunun için bütün kesimler bir araya gelip konuşmalı ve sorunları tespit etmeli ve sorunların üzerine çekinmeden yürümelidir. Bu sorunu çözmenin başka bir yolu da yoktur.

Saygılarımla.

                                                      Mahmut ASLAN (2 Ekim 2008)

Aralık 2008'de Kriz Paneli Açılış Konuşmam

Değerli konuklar, sevgili öğrenci arkadaşlarım öncelikle hepiniz hoş geldiniz.
Hepinize merhaba.
Bugün burada Türkiye’nin en önemli konusunu konuşmaya tartışmaya geldik. Bu konu suni gündemlerden dolayı gereken önemini görmedi. Üstünde gerekli tartışmalar yapılmadı gerekli önemler hiçbir zaman alınmadı. Bu önemli konu yerine…
Kâh Ergenekon her yere kon! Amerikan masalı ile uğraştık.
Kâh türbana ya da çarşafa dolandık.
Ama bir türlü işsizliği, açlığı, yoksulluğu, yokluğu konuşmadık. Ta ki sillesini en ağır şekilde yemeye başladığımız bugünlere kadar. Konferans sırasında bu konu hakkında merak ettiğiniz birçok şeyi öğreneceğiniz inanıyorum.
 Arkadaşlar:
Ben bir buçuk yıl öncesine kadar sizler gibi o koltuklarda oturuyor ve hayatı tozpembe sanıyordum.
Üniversitede okumamdan dolayı bir gurur içerisindeydim. Çünkü birçok arkadaşım benim gibi bu koltuklarda oturmaya ve amfide ders dinleme zevkine ulaşamamışlardı. ÖSS denilen o sınavın hakkından gelememişlerdi.
Evet, o koltukta oturduğum zamanlar okul bitince iyi yerlere geleceğimi ailemin benim okumam için yaptıkları iyilikleri karşılıksız bırakmayacağımız düşünüyordum.  Ben bu okulda okurken de kurucularından olma zevkini duyduğum bu topluluk sayesinde Türkiye’nin önemli düşün insanları ile tanışmış ve gerçek anlamda çok önemli bir çevre edinmiştim. Üniversite eğitimim bitince bu çevre sayesinde iş bulabileceğime de inanıyordum, Ta ki mezun olana kadar. Yani hayatın gerçekleri ile karşılaşıncaya kadar.
Neydi bu hayatın gerçekleri? Benim için şualık En önemlisi işsizlik. Çünkü işsizlik yokluğu ve yoksulluğu içinde barındırıyor.
Ülkemizde üniversite mezunu genç işsizlerde işsizlik oranı %36.Bu resmi rakamlar, bence gerçek rakamlar bununda üstünde. Bu yüzden Sizden ricam kendinizi birazda bu psikolojiye hazırlayın. ama hiçbir zaman umutlarınızdan vazgeçmeyin.
Birazdan burada işlenecek konu vahşi kapitalizmin duvara toslamasıdır.
Evet, Vahşi kapitalizm duvara toslamıştır. !!!
Artık ileriye gidemez.
Senelerdir bizleri ideolojiler öldü dünyada ki tek hâkim ideoloji liberalizmdir başka sistem kalmamıştır yalanları ile uyuttular.
Herkes istediği elde edebildiği bu sistemde ne gerek vardı canım, sosyal devlete ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetine. Zaten herkes iş sahibi olacak para kazanacak ve bu hizmetleri kendi paraları ile karışılabileceklerdi.
Öyle oldu mu acaba?
Cevabını siz verin.
Bu düşünürler ayrıca bize ne diyordu komünizmin insanları tek tipleştiriyor o yüzden hiçte insancıl bir sistem değildir. Beklide gerçekten öyleydi..Herkesin farklı düşündüğü özgür olduğu bir sistem vardı liberalizm onun önünde neo diye bir kelime eklediler oldu mu size neoliberalizm. Sonrada küreselleşme diye bir olgu koydular önümüze. İşte asıl bu yeni emperyalizm yani küreselleşme gerçekten tek tipleştiriyor.
Öyle değil mi arkadaşlar:
Hepimiz aynı şeyleri düşünür olmadık mı? Rüyalarımız bile bir olmadı.
Hepimizin hayallerini lüks evler,
BMW-Mercedes-Audi vb. arabalar,
Lives kotlar, bilmem ne marka kazaklar süslemiyor mu?
Aynı yemekleri yemiyor muyuz? Geleneksel yemeklerimizin yerini fas-food almadı mı?
Yani dünyanın birçok yerinde bu ağa düşenlerin hepsi aynılaşmadı mı?
 Anlayacağınız Hayallerimizi bile çaldılar. Hepimizi aynılaştırdılar.
Kapitalist sistemin tek bir gerçeği vardır oda paradır. İnsanlar ve doğa bu sistemin umurunda değil.
Size bir örnek vereyim birleşmiş milletler gıda ve tarım örgütü(fao) rakamlarına göre dünyada açlık çeken 854 milyon insan  var. Yani dünyada 8 kişiden biri aç. Dünyada ki açlığı yok etmek için yapılan yardımlar toplam 2,6 milyar dolar. Bu açlığı yenmek için yıllık ortalama 5 milyar dolar yardımın yapılması gerekiyor. Büyük devletler bu parayı vermiyor. Ama kapitalistlerini kurtarmak için sadece ABD 800 milyar dolarlık paketi bir gecede çıkardı. Dünya birçok devlet böyle paket çıkardı toplam piyasada verilen para trilyonlarca doları buluyor.
Duydunuz değil mi arkadaşlar 5 milyar doları vermeyen devletler kendi zenginlerini kurtarmak için trilyon dolar veriyorlar.
Bide bu para babalarının para kazanmak için doğaya yaptığı tahribat hepimizi biliyoruz.
Arkadaşlar sizden bir ricam var. Şimdi gelin bizler bu kötü sistemi bize dayattığı rüyaları bir kenara bırakıp başka bir hayal kuralım. Martin Luther King: 1963 yılında "İş ve Özgürlük İçin Washington'a Yürüyüş" sırasında Lincoln Anıtı önünde yaptığı "Bir Hayalim Var" konuşmasında olduğu gibi bir rüya kuralım. O konuşmada zencilere eşit hak istiyordu Martin Luther King ve bu hak için canını da verdi. Bu rüya sonucunda  şimdi 1960’larda zencileri eşti yurttaş saymayan ABD’nin en büyük makamında  içi beyaz dışı zenci biri oturuyor. Hep bu mücadelelerin sonucunda oldu bu. 
Bizim bu rüyamızdaki dünya da :
Hiç savaş olmayacak.
Herkesin karnı doyacak
Herkese iyi bir barınma imkânın olacak
Herkesin işi olacak
 Herkesin parasız ve sağlık ve eğitim imkânı olacak
Evet, arkadaşlar biz bu dünyanın hayalini kuralım ve bu rüyamızı gerçekleştirmek içim mücadele edelim.
Hepinize teşekkür ediyorum. 

Blog Yazarı olmak

Sosyal medya ve paylaşım siteleri o kadar büyüdü ki,artık benimde bu blog işini keşfetme vaktim geldi de geçiyor sanırım.
Yazmaktan çok konuşmaktan hoşlanan biriyim fena hatip sayılmam son yıllarda danışman olarak kürsü deneyimim azalsada en kısa zamanda sahalara ineceğimi düşünüyorum.Yazma işine gelince işime geldiği zamanda fena yazılar kaleme almıyor değilim.Aslında kısa öz yazan yazarlara fena halde imreniyorum.Bir İlhan Selçuk olmayı ne çok isterim,zor değil mi?
Blogum adınından anlaşılacağı gibi siyaset damarlarıma bir eroin gibi enjekte edildi sanırım bu sevda beni yakıp kavuyor.14 yaşındaydım bu işe başladığımda şimdi olduk 26.Dile kolay 12 sene de neler gördü bu gözler neler yaşadı bu yürek.Umarım gördüklerimi ve yaşadıklarımı sizlerle paylaşırım ve sizde bu deneyimlerimden yararlanırsınız.
Birçok işte başarılı olduk sayılır.Bakalım bu blog yazarlığı işinde başarılı olacak mıyız?Bir atasözünün dediği gibi bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete...