24 Ocak 2011 Pazartesi

ETNİK SORUN ÜZERİNE(2008 yılında yazdığım ama yayınlamadığım yazım)


ETNİK SORUN ÜZERİNE
Ülkemizde uzun yıllardır tartışılan en büyük konulardan birisi ulus ve uluslaşma kavramıdır. Uğur Mumcu’nun dediği gibi “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” olunduğundan bu kavram kafa karıştırıcı bir noktaya gelmiştir. Gerçekte ise ulus kavramı o kadar nettir ki bu kafa karışıklıklarına son verebilir. Nedir ulusun tanımı?
Ulus, bireylerin, boy ve soy gibi, ya da kabile ve aşiret gibi birliklerin çözülerek ve bu birliklere kan bağıyla bağlı olmaktan, köleci bir birliğe bedensel bağlılıktan, feodal bir birlikte toprağa bağlı ve feodal beye bağımlı (serf) olmaktan, tarikata ve cemaatine inançsal bağlılıktan ulus ölçeğinde yalıtıldığı ve özgürleştiği, ekonomik ve siyasal açıdan yeni bir birliktir.”( Muzaffer İlhan Erdost, İnsan Haklarında Yeni sorunlar, Yeni Hedefler, TİHAK bildirisi 2007)   
Bu tanımdan yola çıkarak ülkemizde bir ulusun varlığından söz edilebilir. O da Türk ulusudur. Burada ki Türk sözcüğü kesinlikle etnik anlamda kullanılmamalıdır. Eğer etnik anlamda kullanılırsa Türk ulusu değil, kesinlikle Türk ırkı olmalıdır. Bu nedenle Türk ulusu kavramını değil de etnik olarak Türk ırkı kavramını kullanan ve Türk’ü öven birisi kesinlikle ırkçılık yapmakta ve ulus kavramını doğru kavramamaktadır. Çünkü “Türk ulusunun” içinde etnik anlamda Türkler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Pomaklar vb.50 yakın etnik grup barınmaktadır. Mustafa Kemal ulus tanımını kendince çok güzel açıklamıştır:”Türkiye cumhuriyetini kuran Türk halkına Türk milleti denir.” Bu söz tam bir ulus yaratma çabasının ürünüdür. Bu sözden de anlaşılacağa üzere Türkiye’de birçok halk yaşamaktadır ve Türkiye’yi kuran bu halklara Türk milleti denilmektedir.
Bir grubun temel özelliklerini ortaya çıkarmak ve diğer grupları yok etmek uluslaşmak olmuyor, sadece asimile politikası oluyor. Ama Türkler gibi diğer etnik grupların da birçok özelliğini alıp bir potada eritmekle ancak bir ulus oluşabiliyor. Yalnız bir potada eritmekten kasıt kesinlikle o etnik grupların dillerini ve kültürlerinin yok edilmesi olmamalıdır.
Özellikle ülkemizde 1925 yılında başlayan 1980 yılında ise yeniden hortlayarak Türkiye’nin başına bela olan Kürt ayrılıkçı hareketi Kürtlerin ayrı bir halk olduğunu onun için de kendi ulus devletlerini kurmaları gerektiğini belirtmektedir. Şimdi yukarda yapılan ulus tanımı ile Kürt ayrılıkçı hareketinin tek bir halkla ulus devlet kurmak istemeleri bağdaşabilir mi? Bir etnik toplulukla ulus devlet kurulur mu? Kürt vatandaşlarımız gerçek anlamda feodal yapıdan ve dini  ve etnik bağımlılıklarından bağımsız düşünme olgunluğunu sahipler mi?
Bu soruların hepsine birden verilecek cevap kesinlikle hayırdır. Çünkü ulus devlet sadece bir halkla kurulamaz. Ayrıca Kürtlerin çoğunlukla yaşadığı doğu ve güneydoğu bölgelerimizde feodal bağımlılığın (aşiret düzeninin) ve dini etkinliğin ne kadar fazla olduğu ve o bölge insanın bu yapılardan bağımsız hareket edemeyeceğini çocuklar bile görmekte ve gözlemektedir. Buna örnek olarak demokrasi tarihimizde yapılan tüm seçimlerde Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerden Aşiret ağaları ve dini liderler meclise milletvekili olarak gönderilmektedir. (Meclise gönderilen bu insanlar o yöre halkını değil çıkarlarını temsil etmekte sadece kendi kurulu düzenlerinin devamı için uğraşmaktadırlar.) MSP, RP, FP ve AKP gibi dini eğilimli partilerin hep doğu ve güneydoğudan fazla oy almalarının altında da tarikat ve cemaat bağı yatmaktadır. Hizbullah gibi bir terör örgütünün merkezi, Batman ve diğer Kürt nüfusun fazla olarak yaşadığı illerdir. Birçok Kürt aşireti Nakşibendî tarikatının mürididir. DTP’nin son yaptığı mitinglerde konuşmacı olarak imamları çıkarması da bunun en yadsınamaz örneğidir. Bu örneklerde sunulan halk mı ulus oluşturacaktır?
Bu bağımsızlık sevdasının arkasında 1990’lı yıllarda Sovyetlerin yıkılmasından sonra kurulan yeni dünya düzeni, yani yeni emperyalizm, yatmaktadır. Yeni emperyalizm etnikçiliği ve mezhepçiliği destekleyerek birçok devleti bölmüştür. Bunun altında da küçük olsun kullanılması ve yönetilmesi kolay olsun mantığı yatmaktadır. Bütün kapitalist devletlerin kullanmak için bazı devletlere ihtiyacı vardır. Fidel’in Atlantik ötesinden gördüğünü acaba bizim Kürt kardeşlerimiz görmemekte midir? Ne diyordu Fidel:

"Türkiye'deki olayları yakından izliyorum. Umarım ve dilerim ki, sizin oradaki Kürt Hareketi, Yankee'nin (ABD'nin) petrol bekçisi olmaz. Ancak, gördüğüm kadarıyla bunlar ABD'ye bağımlı, ABD'nin kontrolünde hareket ediyorlar. Kürtlerin hareketi bağımsızlık değil, ABD'ye bağımlılıktır.”Bu söz herhalde ülkemizde ki Kürt hareketinin nerden desteklendiğini ve nereye doğru gittiğinin bir göstergesidir.

Ayrıca“etnik sorundaki yükseliş devletin meşruluğunu yitirmesinin başlıca göstergesidir.”( İmmanuel Wallerstein,Ütopistlik ya da 21. Yüzyılın Tarihsel Seçimleri, Avesta yayınları,1999 )Ülkemizi yıllardan beri yöneten hükümetler Kürt nüfusun fazla olarak yaşadığı bölgelerde gerekli hizmetleri yapmayarak ve devletin varlığını onların hissetmesini sağlamayarak o bölgede insanların bu ülkeden kopma isteklerini artırmışlardır. Özellikle 12 Eylül’ün ürünü 19.10.1983 gün ve 2932 sayılı “Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun”la o bölge insanın ana dili olan Kürtçe yasaklanmış ve kullananlara her türlü işkence yapılarak devletin meşruluğunun ortadan kalkması iyice hızlandırılmıştır. Bence PKK’nın yükselişinin arkasında bu kanunun büyük bir etkisi vardır.12 Eylülü yaptıranların kim olduğunu herkes artık adı gibi bilmektedir. “Bizim çocuklar başardı” diyen Amerikan yetkilisi ayrıca ilerisi için bu tür yasalar çıkararak Ortadoğu petrolleri üzerinde bir tampon bölge kurma planını gerçekleştirmeye mi çalışmıştır? Bunu bize Amerikan arşivlerinin ve gizli belgelerin açılması gösterecektir.

Yukarda anlattıklarım ışığında ülkemizde bir ulus vardır o da Türk ulusudur. Türk ulusu bir üst kimliktir. Ancak bu ulusun altında birçok alt kimlik barınmaktadır ve bunların en büyüklerinden biri Kürtlerdir. Alt kimliklerin bir ulus çatısı altında mutlu ve sorunsuz yaşamasının en önemli yolu alt kimliklere ve onların kültürlerine saygı duymaktır. Bunun dışında ekonomik olarak ülkenin zenginliğinin gerçekçi ve adil bir şekilde yönetilmesi ve üretilenin toplumun bütün kesimlerine eşit şekilde dağıtılmasını sağlamak bir diğer önkoşuldur. Devletin meşruluğunun ve onların da devleti olduğunun onlara kanıtlanması ve onları ötekileştirmemesi de oldukça önemlidir. Yani gerçek demokrasinin ülkeye egemen olmasıdır.

 Ülkemizde ki bu soruna gerçekçi ve insancıl çözümler üretmek bu ülkenin ulusalcılarına Kürt ve Türk aydınlarına düşmektedir. Bunun için bütün kesimler bir araya gelip konuşmalı ve sorunları tespit etmeli ve sorunların üzerine çekinmeden yürümelidir. Bu sorunu çözmenin başka bir yolu da yoktur.

Saygılarımla.

                                                      Mahmut ASLAN (2 Ekim 2008)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ