28 Aralık 2015 Pazartesi

10. YILINDA EĞİTİM-İŞ

AKP’nin emek dünyasına yoğun saldırıları yıllardır sürüyor ve sendikalar içine düştüğü sefaletten uzun bir süredir kurtulamıyor. 
Sefalet içindeki sendikacılık dünyası içinde birkaç istisnai sendika var. Bunlardan birinin, Eğitim-İş'in 10. kuruluş yıl dönümü yapıldı katıldım bu hafta sonu. 
Eğitim-İş, Niyazi Altunya önderliğinde 12 Eylül’ün memura getirdiği sendika yasağını delerek Mayıs 1990’da kurulmuştu. 1995 yılında Eğit-Sen’le birleşerek Eğitim-Sen ismini almıştı. Eğitim-Sen içinde 10 yıl boyunca çeşitli tartışmalar yaşamış. Eğitim-Sen yönetiminin öğretmenlerin çalışma hayatını önceleyen politikalardan çok Kürt siyasal hareketinin istekleri doğrultusunda politikalar uygulaması karşısında daha fazla bir arada yaşama fırsatı bulmadığından ayrılarak 2005 yılında “Gericiliğe, Bölücülüğe, Irkçılığa karşı Sendika “sloganı ile emek dünyasına yeniden adım atmıştı.
YURTSEVER MİRAS
Etkinlik sendikanın hazırladığı öğretmen sendikacılığı tarihini anlatan ve Eğitim-İş’in neden yeniden kurulduğunu açıklayan bir sunumla başladı.
Sunumdan sonra konuşan Eğitim-İş Genel Başkanı Veli Demir dayandıkları kökeni açıklayarak şöyle konuştu:
“Eğitim-İş’in 10. Kuruluş yıldönümünü kutluyoruz ama 1908 devriminden sonra kurulan Encümen-i Muallimin ve 1965’te Fakir Baykurt tarafından kurulan TÖS de Eğitim-İş’in ta kendisidir. Eğer TÖS’ü kabul edersek 50. yılımızı, 1971’de TÖS’ün devamı olarak kurulan TÖB-DER’i kabul edersek 44. yılımızı, Mayıs 1990’da kurulan ilk Eğitim-İş’i kabul edersek 25. yılımızı kutluyoruz.  Demek ki, Eğitim-İş 100 yıllık devrimci, ilerici, yurtsever bir mirasa sahiptir. Biz aslında Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip ve Hasan Ali Yücel’iz. Biz eğitmenleriz. Biz Köy Enstitüleri, Halk Evleri, Fakir Baykurtlarız. Biz Türkiye’yiz, aslında biz hepsini içinde barındıran Mustafa Kemal’iz. Mustafa Kemal isek onun gibi düşünmek, onun gibi çalışmak, onun gibi kararlar almak zorundayız.”
Ülkemizde bir öğretmen sendikasının tarihsel olarak sahiplenmesi ve üstüne bir şeyler koyması gereken anlayış hiç kuşkusuz Başöğretmen Mustafa Kemal’in ışıklı yoludur.
Ülkemizin gericiliğin ve çatışmanın batağına düştüğü bugünlerde daha fazla aydınlanma demek, daha fazla laiklik demek, daha fazla direniş demenin zamanıdır.
90 ÖĞRETMEN YARGILANMAKTADIR
Direniş derken geçen yıl Eğitim-İş’in yaptığı eylemde, öğretmenlere karşı güvenlik güçlerinin uyguladığı orantısız güç görüntülerini televizyonlardan ve gazetelerden görmüştük. İşte bu eylem sonucunda da suçlu dayak yiyen 90 öğretmenimiz olmuş ve haklarında dava açılmış.
Konuşmasında bu olaya değinen Veli Demir, bu yargılamanın onlar için onur olduğunu ve verilecek cezadan korkmadıklarını söyleyerek bu süreçten sonra mücadeleyi güçlendirerek devam edeceklerini ifade etti.
“Eğitim-İş, Mustafa Kemal’in özgürlük ve bağımsızlık bayrağını dalgalandıran örgüttür. Eğitim-İş, Bolu Beyi’ne karşı Köroğlu, Hızır Paşa’ya karşı Pir Sultan Abdal, Derviş Mehmet’e karşı Kubilay, emperyalizme karşı Ortadoğu’daki mazlum ulusların da önderi olan Mustafa Kemal olacaktır.” diyerek sözlerine son verdi.
Etkinliğe eski TÖS yöneticisi ve Burdur Senatörü Ekrem KABAY’ın gönderdiği mesaj da günümüz Türkiye’sinde öğretmenlere bir ders niteliğindeydi.
“Türkiye öğretmenlerinin isteği çocuklarımız için bilimsel eğitimdir. Kalkınmış ülkelerinde izlediği yol budur. Öğretmenlerimiz ülke sorunlarını görmezden gelen adamlar değil, Aziz Sancar gibi yurtsever ve insanlık sever insanlar yetiştirmek zorundadır. Bu ülkeyi akılsızlığa ve bilgisizliğe teslim etmeyelim.”
Akıl ve bilimden giden Eğitim-İş’e mücadele ve kazanım dolu nice 10 yıllara diyelim.

Mahmut Aslan
telgrafhane.org

SENDİKALARIN SEFALETİ

Dünyada işçi sınıfının 25-30 yıllık dönemde sürekli kan yitiminden Türkiye de etkilenmiş durumda. 
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2015 Temmuz verilerine göre 12 milyon 744 bin 685 işçinin sadece ve sadece 1 milyon 429 bin 56 ( yüzde 11.21 ) işçimiz sendikalı. Bu sayının da çok az bir kısmı toplu sözleşme yapma yetkisine sahip. Taşeronlaşma ve esnek çalışma almış başını gitmiş. İçler acısı yani!

Yıllardır sendikacılar, bu durum için "Hükümet sendika üyeliği önündeki engelleri kaldırsın bizler de üye sayılarımızı artıralım" yönünde açıklamalar yaparlar. Bu açıklamalarda doğruluk payı var, ama sendikacıların çuvaldızı kendilerine de batırmaları gerekiyor.

Sendikaların örgütlenme eksikliğini yaratan koşulları gözden geçirirsek ortaya çıkan tablo şöyle özetlenebilir: 
BÜROKRATİK VE OLİGARŞİK SENDİKACILIK

Sendikaların yönetim yapılarına bakıldığı zaman istinasız bütün sendikalarda profesyonel sendikacılık zenginleşme aracı olarak kullanılıyor. Sendika üyelerinden toplanan aidatlar,  sendikaların örgütlenme faaliyetlerinde, eğitim çalışmalarında kullanılmak yerine genellikle profesyonel sendikacılara yüksek maaşlar ödenmesine, lüks araçlar tahsis edilmesine, sınırsız ağırlama giderlerine kullanılıyor.

Asgari ücretin 900 lira olduğu ülkemizde ortalama 10-15 bin lira aylık alan profesyonel sendikacılar sınıftan kopuyor ve sınıf çıkarları yerine, kendi lüks yaşamlarını korumak adına patronlarla anlaşıyorlar.

İnternet arama motorlarına “sendikalarda yolsuzluk” başlığı ile arama yaparsanız bu konuda birçok habere rastlamak olası.



PARTİLERE DAYALI SENDİKACILIK

İşçi memur ayrımı yapılmaksızın bütün sendikalar, her ne kadar bağımsız olduklarını iddia etseler de, örgütlenme adına bir partiye sırtını dayayarak üye kazanıyorlar. Böyle bir örgütlenme modelinde, yine çalışanların çıkarı yerine yaslandıkları siyasi partinin çıkarı ön planda tutuluyor. Eğitim-Bir-Sen‘in imzaladığı 2013 tarihli toplu sözleşme, bunun en güzel örneğidir.

Vatan gazetesinden Gülümhan Gülten'in haberine göre, hükümetle tek başına toplu sözleşme imzalayan Memur-Sen’in attığı imzadan 1.5 milyon memur için büyük bir skandal çıktı. İmzalanan toplu sözleşmeyle 1.5 milyon memur, hükümetin vermek istediği yüzde 3+3 zam oranından bile daha düşük maaş artışı aldı.



ANTİ DEMOKRATİK SENDİKACILIK
Yine sendikaların hemen hemen tamamında göstermelik bir demokrasi uygulanıyor. Sendika tüzükleri ve yönetmelikleri genellikle antidemokratik. Sendika temsilcilik seçimlerinde işçinin hakkı için çalışacak temsilciler yerine, patronun ve bürokratik-oligarşik sendikacılar destekleniyor. İstemedikleri sendika temsilcilerinin seçilmesi durumunda ise anti demokratik tüzük ve yönetmeliklerle seçilen temsilciler görevlerinden alınıyor.

Bu olumsuzlukları yaşayan işçiler kimi zaman sendika üyeliğinden istifa ediyor ya da hiç üye olmamayı seçiyorlar. 


ÇIKIŞ

Koşullar, emekçi sınıflar açısından DİSK’in kuruluş yıllarına benziyor. Çalışan sınıfların devrimci sendikacılık için çaba harcamalı ve eskimiş sendikal anlayışı ve sendikacıları tarihin çöp sepetine atmasının zamanının geldiği kanısındayım. 

Bunun için tarihsel olarak DİSK’in ve TÖS ’ün devamı sendikaların genel kurulunda sendikacıların maaşları ülke standartlarına indirilmeli, anti demokratik tüzük ve yönetmeliklerin değiştirilmesi için tüzük kurultayları bir an önce toplanarak örgütlenmek seferberliğine geçilmelidir.
Mahmut Aslan
telgrafhane.org

11 Aralık 2015 Cuma

AKP’nin EMEK DÜNYASINA BAKIŞI

AKP’nin EMEK DÜNYASINA BAKIŞI
MAHMUT ASLAN
Türkiye’de taşeronlaşma AKP iktidarı ile hızla yaygınlaşmıştı. Türkiye’de 10 yılda taşeron çalışan sayısı 387 binden 1 milyon 700 bine çıktı. Bugün 275 kamu kurumu ile 33 bin 788 şirket taşeron işçi çalıştırıyor.
Taşeron olarak çalışan işçiler genel itibari ile iş güvencesinden yoksun, sendikasız, toplu sözleşmesiz ve iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına uygun olmayan şekilde çalıştırılıyor. Asıl işverende çalışan kadrolu çalışanlarla aynı işi yapmalarına rağmen çoğu yerde aldıkları maaşlar kadrolu çalışanların yarısı kadar bile değildir. Türkiye’de yaşanan iş kazalarının (cinayetlerinin) %90’ı taşeron çalıştıran işyerlerinde meydana gelmektedir.
Yani taşeronlaşma konusu yaklaşık taşeron çalışanlar ve aileleri ile 5 milyona geçkin insanımızı ilgilendirmektedir.
Bu kadar büyük bir kitlenin seçim vaatleri arasına girmemesini düşünemezdi. Öyle de oldu iktidarı da muhalefeti de bu konuda vaatlerde bulundu. Bütün vaatlerin taşeron işçilerin asıl iş yapmaları nedeniyle çalıştıkları kamu kurumlarında kadroya geçirilmesi yönündeydi.
25 Kasım 2015 tarihinde 64. Hükümetin programı açıklandı.
Bizde hükümetin seçim öncesi en önemli vaatlerinden biri olan Taşeron işçilerin kadroya alınıp alınacağı konusunda ne var diye baktık.
Açıklanan vaatler bakılınca AKP işçi düşmanlığı devam ettirdiği görülmektedir. Taşeronlaşma konusu ile ilgili tek bir satır bu programda yer almamaktadır.
Hükümet programı dışında ise konuyla ilgili hükümet yetkililerince iki açıklama yapılmıştır. Bu açıklamalardan ilki eski Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in tarafından yapılmıştır, açıklamaya göre:
Hangi sözleşmelilerin kadroya alınacağına ilişkin listenin yeni Bakanlar Kurulu tarafından 6 ay içinde ilan edileceğini, Kamudaki 750 bin civarında taşeron işçinin, taşeron kadrolarını ‘asıl işçi’ ve ‘yardımcı işçi’ ayrımına göre yapılacağını söylemişti.
Konuyla ilgili ikinci açıklama Başbakan Yardımcısı Cevdet Yılmazdan gelmiştir. Onun açıklamasını da aynen aktarıyorum: “Konuyla ilgili bakanlıklar, sendikalar ve tüm taraflarla birlikte çalışma yürütüyor. Bu işçilerimizden asli işlerde çalışanların bir listesini oluşturacak, bir sınıflandırma yapacaklar ve bu kardeşlerimiz kamuda istihdam edilmiş olacak. Olmayanlarla ilgili de iyileştirici adımlar devam edecek. En kısa sürede inşallah Maliye Bakanlığımız bu çalışmayı bitirdiğinde hepimiz bu net tabloyu görmüş olacağız” şeklinde konuşmuştu.
Yani iktidar sahipleri ve yakınlarının zenginleşme yolu olan taşeronlaşmayı “asıl iş”, “yardımcı iş” ayrımı yaparak sürdürmek istiyor.
Hükümetin işçi ve emekçi sınıfına yönelik saldırıları sadece taşeronlaşmayla sınırlı kalmayarak kıdem tazminatının ortadan kaldırılması ve memurun iş güvencesinin ortadan kaldırılması gibi önemli konularda da olacak.
KIDEM TAZMİNATI YİNE GÜNDEMDE
OECD’nin 2006 Türkiye İnceleme Raporu’nda “Türkiye’de kıdem tazminatı kaldırılarak işsizlik sigortası ön plana çıkarılmalıdır.” OECD’nin 2010 Türkiye İnceleme Raporu’nda: “İşgücü piyasası düzenlemelerinin, işverenin kıdem tazminatı yü künün, mümkünse kurulacak kıdem tazminatı fonu ile azaltılması… amacıyla reforme edilmesi…” hükümete tavsiye edilmişti. AKP ise bu tavsiyelere uyarak kıdem tazminatını fona dönüştürmeye çalışmış ama kamuoyundan ve işçi sendikalarından gelen yoğun baskılar sonucunda bu kararını ertelemek zorunda kalmıştı.
Kıdem tazminatı 64. Hükümet programına yine girmiş görünüyor. “Programda Kıdem tazminatı sisteminde yaşanan sorunların çözümü amacıyla sosyal taraflarla diyalog içinde gerekli düzenlemeleri yapacağız.” şeklinde ifade edilen şey kıdem tazminatının kaldırılarak işverenin üstündeki yükün kaldırılması ve işçilerin daha kolay işten atılmasının sağlanmasıdır.
657 SAYILI YASA DEĞİŞTİRİLEREK MEMURUN İŞ GÜVENCESİ ELİNDEN ALINACAK
Hükümete yakın Sabah Gazetesi'nin haberine göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'paralel yapı' ile mücadele kapsamında "Bu paralel yapı ülkemizde devletin içerisinde sızmış bir virüs gibi. İstihbaratta da var, emniyet teşkilatı, silahlı kuvvetlerimiz bütün bu yerlerin hepsinde bunlar var ve ciddi iletişim sağlamaya çalışıyorlar. 657 değiştirilmediği sürece bu iş çözülmez" dediği ve bunun üzerine Devlet Personel Başkanlığı, Maliye Bakanlığı ve diğer kamu kurumu temsilcilerinden oluşturulan komisyonun üzerinde çalıştığı düzenlemelerle 657 Sayılı Devlet Memurları Yasası'nda da değişikliğe gidileceği yazıldı.
Bu haberden de anlaşılacağı üzere paralel yapı ile mücadele adı altında memurun iş güvencesi elinden alınacak ve işten çıkarılması kolaylaşacak.
AKP’nin 1 Kasım sonrası iktidarında çalışanları çok zor bir süreç bekliyor. Emekçilerin bu süreçte geçmiş kazanımlarını koruması ve yeni kazanımlar elde etmesinin yolu herkesin hakkını arayarak örgütlü mücadeleye dâhil olmasından geçiyor.

http://www.telgrafhane.org/10-yilda-taseron-iscisi-387-binden-1-milyon-700-bine-cikti-mahmut-aslan-yazdi/

2 Kasım 2015 Pazartesi

SEÇİM SONUCU VE UMUTSUZLUĞU AŞMAK

Seçim sonuçları sizi umutsuzluğa mı götürdü?
Hiç umutsuz olmayın bol bol okuyun.
Mujica'yı okuyun, Mustafa Kemal'in Nutku'nu okuyun en umutsuz anlarda bile nasıl umutlu olduklarını ve yolun sonunda nasıl başarılı olduklarını göreceksiniz.
Mujica eski bir gerilla lideri, hayatının 13 yılını cezaevinde geçirmiş.
Tecritte kaldığı için akli dengesini yitirme noktasına gelmiş.
2 yıl hiç yıkanamamış.
Zihin sağlığını ilaç alarak değil bol bol okuyarak geri kazanmış.Ama mücadelesini hiç bırakmamış.
Sonra ülkesinin devlet başkanı olmuş.
Devlet başkanlığı sırasında bütün dünyada saygı duyulan biri haline gelmiş.
Mustafa Kemal'i düşünün mesala ülkesini düşman orduları istila etmiş.
Generallik rütbesi elinden alınmış.
Kendi hakkında idam fermanı yayınlanmış.
Sonrası malum kurtuluş savaşı, zafer ve cumhurbaşkanlığı, geri kalmış bir ülkeyi taşıdığı yer, Cumhuriyet devrimi.
Yani dostlar Nazım'ın de dediği gibi yeter ki sol memenin altındaki cevahir kararmasın.
Mücadeleye devam edelim.

26 Temmuz 2015 Pazar

Hukuk Herkese Lazım

Bir kadın terörist olduğu gerekçesi ile yargısız bir şekilde infaz ediliyor.

Cenazesi üç gündür cemevinden çıkarılmıyor. Alevilerin ibadet hanesi (kutsalı) cemevi gaza boğuluyor, silahla baskın yapılıyor.

Bütün yaşanan süreç hukuka ve hukuk devletine aykırı.

Hukuk herkese lazım.

Hukukun askıya alındığı yerde terör olur ve çok sayıda polis, asker ve sivil ölür, öldürülür.Buna engel olmanın tek yolu hukuk kurallarının düzgün işlemesi.

Kin ve nefretle değil akılla siyaset yapmak herkesin görevi.

5 Temmuz 2015 Pazar

SİVAS ELLERİNDE SAZIM ÇALINIR



SİVAS ELLERİNDE SAZIM ÇALINIR
Mahmut Aslan
4 Temmuz 2015
Anadolu’nun yedi ulu ozanından biri olan Pir Sultan Abdal, bu yıl 26’ncısı düzenlenen bir etkinlikle anıldı, memleketi Sivas’ın Banaz köyünde. 

 “Bize de Banaz'da Pir Sultan derler
  Bizi de kem kişi bellemesinler
  Paşa hademine tembih eylesin

  Kolum çekip elim bağlamasınlar” 

İki günlük etkinlikler için Sivas’a girer girmez, büyük ozanın işte bu deyişi dilime dolandı. Yol boyu belki de dilimden hiç düşmedi. Kaldı ki, Banaz’da hangi taşa baksanız, hangi ağaçtan bir hışırtı duysanız ya da ‘dumanı eksik olmayan’ Yıldız Dağı’nı seyredursanız, belki de aklınızdan hiç çıkmayacak bir dörtlük… 

        İki otobüs hazır, yolcular da. Saatler gece yarısını gösterdiğinde, Pir Sultan gönüllüleri Ankara’dan Sivas’a doğru seyre başladı.

İşte kaleme dökmeye çalışacağım serüvenin hikayesi de böyle başladı. Yola koyulduk. İmece usülü bir takım işlerin yapılması gerekiyordu, bana da yolcuların ‘birlikteliğini’ sağlamak düştü. Tek tek numaralarını, isimlerini not ettim. İyicene de tembihledim, herkes yanındakinden sorumlu diye.. 

O esnada herkesin dikkatini bir isim çekti. Amerikalı Alex. Sarışın gözlüklü bir üniversite öğrencisi. Türkçesi nasıl derseniz, ‘nefes’ ve ‘deyiş’ söyleyecek kadar yeterli. 
Hace Bektaş Postişini Veliyettin Ulusoy ve Alex


        Henüz yaptırdığı curasıyla Tanrı’nın hakkı üçtür diyerek, üç nefes söyledi Alex. Otobüs içinde kimilerinin ilk kez duyduğu deyişler de vardı. 


Ondan sonrası mı.. İşte Alex beni başka diyarlara başka düşüncelere götürdü. 
 Kendimce, ‘Binlerce kilometre uzaktan Anadolu ile hiçbir bağlantısı olmayan bu çocuk bir türkü sevdalısı olan benim bile bilmediğim bu deyişlere nasıl öğrendi bu ülkedeki insanlar neden bunları bilmez diye’ hayıflandım.  Biraz da kendimden utandım aslında. 

Sadece Alex değil, ozanlar, aşıklar da yolculuğu kah şenlendirdi, kah hüzünlendirdi. Herkes, kendi yüreğince söyledi, nefes verdi… 

Topuzlu Baba Bir Ulu Ağaç
Nihayet gün ışıdı, Pir Sultan’ın topraklarına girdik. Banaz’daydık. Şenliğin yapılacağı, Topuzlu Baba denilen çam ağaçları ile çevrili alana geldik. 


Kahvaltımızı da, Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Murtaza Demir onurlandırdı. Murtaza Abi’ye Alex’in gece okuduğu deyişlerden bahsettim ve bunları ilk kez duyduğumdan dolayı kendimi ayıpladığımı söyledim.

Murtaz Demir ve Ben Anma Sırasında

Murtaza Abi de kendisinin de böyle bir duyguya kapıldığı bir an olduğunu söyleyip, bir anısını anlattı. Banaz’daki Pir Sultan Abdal heykelinin nasıl yapıldığı hakkındaki anısını…

‘’1970’li yılların sonlarına doğru Murtaza Demir müteahhitlik yaptığı yerde bir ressamla tanışıyor (Cahit Koççoban) ve ressam ona nereli olduğunu soruyor. Murtaza Demir Banazlı olduğunu söyleyince ressam da başlıyor Pir Sultan şiirleri ve türküleri okumaya. Pir Sultan Abdal’ın hayatını ve düşüncelerini Murtaza Abi’ye anlatmaya. Murtaza Abi kendinden utanıyor. Banazlı olmasına karşı bir Sünni kökenli ressam kadar Pir Sultan’ı bilmediğine içerliyor. İçine bir od düşüyor. Başlıyor Pir Sultan Abdal’la ilgili okumaya araştırmaya. O gün bugündür de bu yola baş koyuyor.


Pir Sultan Abdal Heykeli-Banaz
Yine bir sohbetlerinde “Ressam Heykeltıraş Cahit Koççoban: Yav Murtaza biliyor musun, öğrenciliğimden bu yana hayalimde hep bir şey var: Var mısın, Banaz’da Pir’in anıtını yapalım.” diyor. Ondan sonra başlıyorlar heykeli yapmaya... Binbir güçlükle 1979 yılında o devasa Pir Sultan Anıtı’nı Banaz’a dikiyorlar.’’

Bu hikâyeyi duyduktan sonra gidip o Anıt Heykel’i görmemiz gerekliydi. Arkadaşım Çağdaş Özer’le beraber gelmiştik şenliklere. O da çok istekli.  Pir’in diyarındayız biran önce gidelim hem Anıt’ı görelim hem de Pir’in yaşadığı evi ziyaret edelim dedi.


Pir Sultan Abdal Evi
Murtaza Demir’in kızı Meltem ve onun kızı Yaren, ben ve Çağdaş düştük yola. İlk durağımız Anıt oldu. Doğru tahmin ettiniz, Koca Ozan, asırlar önce olduğu gibi ‘Yıldız’ Dağı’na sesleniyordu. Bir süre kulak verdik.. Her zamanki gibi başı yine dumanlıydı Yıldız Dağı’nın. Kimimiz isyan etti, kimimiz de… Neyse… Bazen susmak bile kafi geliyor… 

        Güneş yavaş yavaş kaybolurken, bizler de köyün yolunu tuttuk... Pir’in yaşadığı anlatılan kerpiç evdeydik. Kendimi avluda bulduğumda garip hisler uyandı içimde. Başım döndü.. Belki de ilk kez böyle hissediyordum kendimi... Hâlbuki başka ‘ulu divanlarda’ hiç böyle olmamıştım… 

Banaz’da her ev bizimdi. Geceyi orada geçirecektik. Yaşlı bir teyze misafir etti. Yatağımızı ve odalarımızı hazırlamıştı vardığımızda. 
Anma'ya Katılan Banazlı Bir Teyze

Sabah uyandığımızda kahvaltımızı bile hazırlamıştı. Üstelik ilerleyen yaşına karşın hiç hayıflanmadan. Biz çıkarken seslendi, ‘seneye de gelin misafirim olun’ dedi. ‘İşte Anadolu ruhu, Anadolu kadını bu’ dedim içimden. Nedense birden bire, büyük kentlerde yaşayan ve öğretmen, doktor olduğu halde ‘erkek eli sıkmayan’ kadıncağızlar geldi aklıma… Neyse… bu da başka bir ızdırap… 

İki günlük ziyaret Pir’in neden ‘Sivas ellerinde sazım çalınır’ dediğini de bir nebze olsun hissettirdi.. Aslında dönmeye hiç niyetim yoktu ama neylersiniz, ‘sıkışmışlıklar içinde’ hayat diye yaşadığımız koşturmaca bizi bekliyordu ve biz o mecburiyete mahkumduk çünkü.. 

        Gerçeğe Hu, Aşk ile..

2 Temmuz 2015 Perşembe

CHP’nin SEÇİM BAŞARISI !!!



Günlerdir gazetelerden, televizyonlardan izliyorum. 

Sussam olmuyor susmasam olmaz misali. Kendime sus dedikçe içimde bir sıkıntı. Bu sıkıntıya son vermenin zamanı geldi diye düşündüm ve bu satırları kaleme almaya karar verdim.

CHP yöneticileri seçimden başarı ile çıkmışız havalarındalar. Hâlbuki ortada resmen büyük bir başarısızlık var.

Yüksek Seçim Kurulunun açıkladığı kesin seçim sonucuna göre Cumhuriyet Halk Partisi seçimlerden %24,95 oy alarak çıktı. 2011 seçimlerde ise %25.98 oy almıştı. Yani %1,03’lük bir düşüş yaşamış. Ayrıca geleneksel olarak milletvekili çıkardığı Adıyaman, Ardahan ve Tunceli gibi illerden milletvekili çıkaramayarak tüm doğu ve güneydoğudan silinmiş ve kıyı bölgeleri partisi halini almıştır.

Sayın Deniz Baykal’ı yıllarca eleştirdim. Seçimlerde başarısız olmasına rağmen koltuğu bırakmadığı için aynı durum şimdi de geçerli.

Kılıçdaroğlu ile bir referandum, bir Cumhurbaşkanlığı, 2 genel ve 1 yerel seçim geçirdik bu seçimlerin hiç birinden istediğimiz sonucu alamadık ve hep hüsrana uğradık.

Sayın Kılıçdaroğlu Seçim meydanlarında söz vermişti bir önceki seçimden daha düşük oy alırsam istifa ederim diye. O söz bile havada kaldı. Verdiği sözü tutmayan bir genel başkana halk bundan sonra inanır mı?
İngiltere seçim sonuçları sonrası bütün muhalefet partisi liderleri seçimlerde istedikleri sonuçları alamayınca istifa ettiler. Bu durum ülkemizin yanına bile uğramıyor.

CHP İDEOLOJİSİZ VE KADROSUZ 
Bir Genel Başkan sorunu olduğu seçim sonuçlarında görüldüğü gibi aşikâr. Ancak sadece genel başkan sorunu ile karşı karşıya değiliz: Aynı zamanda partide bir ideoloji ve kadro yetiştirememe de söz konusu.
Parti açısından bu durum büyük bir tehlikedir. 

Cumhuriyet Halk Partisi siyasal olarak kendini net olarak tanımlayamamaktır. Sosyal demokrat mıdır? Merkezde bir parti midir? Kemalist bir parti midir?

Hepsidir biz kitle partisiyiz derseniz vatandaşa inandırıcı gelmezsiniz. O yüzden biran önce ideolojik netlik sağlanmalıdır.

Bu netlikte ancak Mustafa Kemal düşüncesi yani aydınlanma laiklik ve emeğin üstünlüğe dayalı siyasal hattır.

KADRO SORUNU
Kadro yetiştiremeyen partiler ilerde yok olmaya mahkûmdur.

CHP’nin Türkiye’nin en eski partisi olmasının ardında geçmişte yetiştirdiği kadroların büyük emekleri vardır. CHP uzun süredir kadro yetiştirememektedir.

Cumhuriyet Halk Partisi MYK üyelerinin birçoğu devşirme siyasetçilerdir ve parti ile kan uyuşmazlıkları vardır. Bunu yazarken partiye katılmak isteyen geçmişte diğer partilerde siyaset yapan siyasetçilerin partiye alınmamasını kast etmiyorum. Partinin büyümesi için gerekirse alınmalılar ama yönetim kadrolarına parti için bir emek harcamadan gelmemeleri gerekiyor.

CHP iki önemli makam için MHP kökenlileri aday çıkardı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmelledin İhsanoğlu'nu, Ankara Büyükşehir Başkanlığında ise Mansur Yavaş aday gösterildi. Bu adaylar seçimlerden sonra kendi mecralarına çekildiler. Her ortamda da CHP’li olmadıklarını vurguladılar. Yapılan yanlış tercihler ve propagandalar sonucunda birçok Orta Anadolu şehrinde, Mersin ve Adana’da CHP’nin klasik seçmeni MHP’ye oy vermeye başladı. CHP’nin başarısızlığın altında kendi kadroları ile seçimlere katılmamasının etkisi büyüktür.

Kadro yetiştirmekte günü birlik, haftalık Parti Okulu eğitimleri ile olmaz. Sistemli ve uzun süreli eğitimlerle kadrolar yetiştirilir.

Son söz olarak seçim sonuçlarının da gösterdiği gibi kıyılara sıkışan ve oy kaybı yaşayan CHP seçimlerde başarılı sonuç alamamıştır. Bu sonucun sorumluları biran önce istifa ederek Partiyi ileriye taşıyabilecek partili kadrolara teslim etmelidirler.

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ