26 Şubat 2016 Cuma

#ANKARA

Şehirler insanın ömründe önemli yer tutarlar. Ankara da benim kişisel tarihimde hep önemli yer tutmuştur. 

Gözümü ilk açtığım, ilk ağladığım, ilk güldüğüm, a ile b’yi çatıp okumayı öğrendiğim, ilk âşık olduğum şehirdir. Her yanında anılarım vardır. Ama artık bazı yerlerine bakamıyorum. Ankara Garının önünden geçmek istemiyorum mesela. Ne yaptılar sana, ne yaptılar güzel memleketime? 

İlkokulda korolarda söylediğimiz halk türküsü gerçek oldu: Ankara’nın taşına bak gözlerimin yaşına bak. Düşman bizi esir almış şu feleğin işine bak. 

Belki de Kurtuluş Savaşı’nı en güzel anlatan türkülerden biridir. Ruhi Su bir konser kaydında bu türküye başlamadan önce eski bir hatırayı düşünür gibi “beraber okuyalım” diyordu. Sanırım 80’li yıllara doğru. O kadar olayın yaşandığı, her gün insanların öldürüldüğü yıllardan sonra bile eski bir hatıra olarak bakılıyordu bu türküye. Çünkü ülkenin yeniden esir alınabileceği düşünülmüyordu. 

Evet, esir düştük gericiliğe, bağnazlığa ve terörün her türlüsüne… 

Bugünlere kolay gelmedik tabi, bir bir oydular Cumhuriyet değerlerini… Tam bağımsızlığı, antiemperyalizmi ve laikliği kötü gibi gösterdiler insanlarımıza. 

Ankara bir başarı öyküsüdür. Saltanata baş kaldırıdır, Cumhuriyetin, M. Kemal’in başkentidir. Devrimlerin yapıldığı yerdir. O yüzden de severim Ankara’yı. 

Saldırıların buraya yapılması biraz da bu yüzdendir sanırım. Sivas katliamını yapanlar “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak” diye bağırıyorlardı. Çocuktum bu sözleri duyduğumda, zihnimde büyük yer tuttu bu sözler. Bu saldırıları yapanların hedefi de Ortadoğu’nun tek laik demokratik ülkesi olan Cumhuriyet Türkiye’sidir. 

Ama biz de direneceğiz bu kötü gidişe, marştaki gibi şanslıyız diye bitireceğiz sözcüklerimizi. Hep beraber mutlulukla duracağız halaya, horona ve semaha. Elbet olacak bu söylediklerim. İnanıyorum! Kazanacağız! 

 İSTİHBARAT ZAAFI 

Ülkenin en güvenlikli bölgesine yapılan saldırı ülkemizin istihbarat teşkilatının olmadığının göstergesidir. Barışçıl eylem yapmak isteyenlerin 1-2 km yakınına sokulmadığı böyle bir yere bombalı aracın girerek insanları katledilmesi MİT’in iflasının göstergesidir. 

İnsanların özel hayatını, kimin birine hakaret ettiğini araştıracağınıza, ülkede ne tür terör eylemleri yapılacağını araştırsaydınız. Ankara’da yaşanan iki bombalı saldırı ve Sultan Ahmet saldırısı olmazdı. 

O yüzden iktidarın bütün bakanları ve liyakatsız bütün bürokratları hemen ülkenin yönetiminden elini çekmelidir. Bu ülkeyi yönetemediklerini kabul etmelidir. 

SON SÖZ DE YALAMA MEDYACIYA 

Bir iktidar yalaması olan spiker, televizyon ekranından bombalı saldırılar sonrasında hükümeti eleştirenlerin yüzüne tükürmüş… 

Bu adama sormak lazım hükümet neden sorumludur? Dünyanın başka ülkesinde böyle eylemler olunca kim sorumlu tutulur? Her gün bir yerlerini yaladığınız devletlü büyüğünüz Fransa saldırısı sonrasında ne söylemiş onu bir oku da öyle yalakalık yap. Sen araştırmazsın belki ben senin için buradan yazayım. 

"Daha önce de suçlu bulunup 17 ay hapis yatan bu insanları niye takip etmediniz, sizin istihbarat servisiniz çalışmıyor mu?" dedi. 

Ülkenin çivisinin çıktığının en güzel göstergesi, böyle yalaka medyanın durumudur. 

Ülkenin biran önce çürümüş bütün yapılardan kurtulmasının zamanıdır. 

Bunun için hadi örgütlenmeye…. 

Mahmut Aslan
telgrafhane.org/19 Şubat 2016

16 Şubat 2016 Salı

EKVATOR, SİGARA VE CHP

Ekvator bize göre dünyanın ta öte ucunda toplam nüfusu İstanbul kadar olan, Büyük Okyanus kıyısında küçük bir ülke. Ülkenin devlet başkanlığını; 2007 yılından beri kamulaştırmadan yana, ABD'ye karşı ülkesinin egemenlik haklarına hassasiyetle sahip çıkarak NAFTA'yı imzalamayı reddeden, Hugo Chavez'in başını çektiği ALBA'ya (Latin Amerika için Bolivarcı İttifak) yakın bir siyaset  izleyen Rafael Correa yapıyor. Türkiye’de, Latin Amerika’da yaşanan sol rüzgârı ilgiyle izleyenler için bu nitelikleri ile ilginç bir ülkedir Ekvator.
Yüzü sola dönüklerin, ülkenin solcularının az çok bildiği bu ülke, devlet büyüğümüzün bu ülkeyi ziyaretiyle ülke genelinin gündemine geldi. Gelmez olaydı da, bu kadar rezil olmamalıydık. Devlet büyüğümüz, Latin Amerika’daki başkanlık sistemini incelemek ve dostluk ilişkileri kurmak için gittiği ülkede protestoya uğruyor ve protesto edenler korumalar tarafından dövülüyor. Hatta Ekvatorlu bir milletvekili darp ediliyor…
Ekvator yetkilileri kendi yurttaşlarına dayak atan bizim korumalara yasal bir yaptırımda bulunamadılar. Çünkü Erdoğan’ın korumalarının diplomatik pasaportu vardı. Korumaların diplomatik dokunulmazlıkları olması da enteresan bir konu…
Bu olaydan sonra Devlet Başkanı Correa:
“Bir yabancı devlet başkanına bu gibi hakaretlerde bulunmak ayıptır. Kabul edilemez. Ancak, korumaların protesto edenleri dövmesini de kabul etmek mümkün değildir” diyerek olaya yönelik tepkisini dile getirdi.
Yaşanan olay tam bir dış politika skandalıdır.
Sınır komşuları ile büyük sorunları olan ülkemizin binlerce kilometre uzakta bir ülke ile de sorunu olmuş ve dünyaya rezil olmuştur.
Bu son olay da bize şunu göstermektedir ki:
Dış politika anlayışımız “Yurtta barış, dünyada barıştan”, “yurtta kavga, dünyada kavgaya“ geliverdi.

 SİGARAMIN DUMANINA SARSAM SAKLASAM SENİ

Her şeyi düşünürdüm de bir Cumhurbaşkanının gençlere roman, öykü ve şiir okumayın diyebileceği aklıma bile gelmezdi. Sanırım çok safım. Türkiye’de yaşadığımı ve ülkenin başında Recep Tayyip Erdoğan’ın bulunduğunu unutarak böyle bir düşünceye kapılmışım.
Okumayan kalmış mıdır bilmem ama devletlümüzün bu sözlerini burada tekrar yazarak, olayın vahametini bir kez daha görmemiz gerektiğini düşünüyorum:
"Sigara endüstrisinin gelişmiş ülkelerde kaybettiği pazar payını diğer yerlerde telafi etme peşinde olduğu anlaşılıyor. Açıkçası sigara ve alkol gibi bağımlılığa yol açan alışkanlıkları teşvik eden müzik, film, roman, şiir tarzı eserlerin arkasında aynı endüstrinin büyük finans gücünün yattığına da inanıyorum.
Ülkemizde de bu yöntemin özellikle bir dönem yaygın olarak kullanıldığını biliyoruz. Dikkat ederseniz 1960'ların, 1970'lerin filmlerinin neredeyse tamamında sigara ve alkolün ön planda olduğunu görürsünüz."
Bu sözleri duyduktan sonra aklıma Ezginin Günlüğü grubunun okuduğu enfes şarkı geldi ve mırıldanıp durdum:
“Sigaramın dumanına sarsam saklasam seni”…
Aslında sigara içilmesini desteklemiyor görünürken siyasal aklını da ortaya koyuyor. İnsanları okumamaya teşvik etmenin yanı sıra sol adına, özgürlük adına en güzel yılları, Yalçın Küçük’ün tabiri ile muhteşem yılları da aklı sıra bu toplumun belleğinden silmek istiyor devletlümüz.
Bize de bu kadarına pes demekten başka bir şey düşmüyor.

YÖNETİLEMEYEN CHP

Hem dış politikada, hem de iç politikada yaşananlara dur diyebilecek güç ana muhalefet partisidir. Ama onun da ülkede olup bitenlerle ilgilenecek ve iktidarı sarsacak bir gündemi yok.
İki günde sonlandırılacak bir olayı, partinin bir buçuk aydır çözememesi CHP’nin yönetilememesinin göstergesi değil de nedir?
AKP’nin bugün iktidarda kalmasının tek sebebi onun iyi olması değil, muhalefetin kötü olmasındandır.
Bunu görmek için Hüseyin Çelik’in sözlerine kulak vermek gerekiyor.
"1 Kasım'ı çok iyi okumak lazım. 1 Kasım'da vatandaşın bir kısmı bize kahrede kahrede oy verdi. Bir tarafta HDP var, vaziyeti ortada. Bir tarafta MHP var, vaziyeti ortada. Ana muhalefet partisi asla göz doldurmuyor. İnsanlar istikrarın devam etmesi, ekmeğin küçülmemesi, çocuklarının istikbali için oy verdiler. Ben çok sayıda CHP'li işadamı tanıyorum; 'Kredi borcum var, faiz borcum var, döviz borcum var' diye AK Parti'ye oy verdi. 7 Haziran'ı da aklımızdan çıkarmamamız lazım."
CHP değişmeden ülke de değişmeyecek…

Mahmut Aslan
telgrafhane.org/12 Şubat 2016

5 Şubat 2016 Cuma

FELSEFENİN KISA TARİHİ


Ülkemizde felsefe derslerinin azaltılması ve gerçek anlamda felsefenin anlatılmaması, felsefeye olan ilginin azalmasına sebep olmuştur diye düşünüyorum.

Toplum olarak felsefeden uzaklaşmamıza neden olarak bir de dilimize yerleşmiş olan insanın biraz sorgulaması ve fazla konuşması sonrası verilen tepkiyi de unutmamak lazım: “Felsefe Yapma”…

Bu satırların yazarı da lise sıralarında bir yıl kadar felsefe dersi okumuş ama felsefe derslerinin düzgün anlatılamamasından dolayı uzun süre felsefeye ilgi duymamış birisidir. Böyle bir özeleştiriyi yapmak da bu yaşımda bende büyük üzüntü yaratmıştır. Bu üzüntüden yola çıkarak ikinci üniversite olarak Anadolu Üniversitesi’nde felsefe okumaya karar vermiştir. Bu kararımdan sonra felsefe ile ilgili ders kitapları dışında da birçok kitap almaya ve okumaya başlamıştır.

Kitaba geçmeden önce biraz felsefe teriminin kökenlerine, nereden geldiğine bakmak gerekiyor.

Felsefe sözcüğünün Yunanca aslı (philosophía)’ dır ve iki ayrı sözcükten oluşur. “Philo” sevgi, “Sophía” ise “bilgelik” anlamındadır. “Philosophia”, bilgelik sevgisi demektir.“Philosophos (filozof) da; “bilgeliği seven”, “bilgiyi arayan ve ona ulaşmak isteyen” dir. “Filozof” adını ilk defa Pisagor(MÖ.570-495) kullanmıştır.

Bilgiyi arayan herkesin farkında olmasa bile felsefeye bulaşmışlığı vardır. Ben nereden geliyorum? Bu dünya nasıl oluştu? Tanrı var mıdır? Bilgi mümkün müdür? Bildiğimizi nasıl biliriz? Doğru bilginin kökeni ve sınırları nelerdir? v.b. soruları sorup cevap arıyorsanız felsefe ile ilgileniyorsunuz demektir.

Tanıtımını yaptığımız bu kitap, İngiliz filozof Nigel Warburton tarafından kaleme alınmıştır. Kitap daha ilk satırlarından itibaren sizi etkisi altına alıyor ve insanların okumaktan sıkıldığı, zor bulduğu birçok konuyu çok akıcı bir üslupla anlatıyor.

Bu anlatım üslubu nedeniyle çok sayıda övgü alan kitabın arka kapağında yer alan Oxfort Times gazetesinden bir satırı sizlerle paylaşalım: “ Felsefe öğrenmek isteyenler için paha biçilmez bir klasik. Felsefenin sanıldığı kadar karışık ve zor olmadığını tam tersine güzel bir zihin alıştırması olduğunu kanıtlıyor.”

40 bölümden oluşan kitapta görünüş ve gerçek benliğin doğası, tanrının varlığı ve hem birey hem de toplumun bir üyesi olarak nasıl yaşamamız gerektiği gibi felsefenin ana temalarına odaklanıyor. 2000 yıllık batı felsefesi tarihi, Sokrates’ten hayvan hakları savunucularına kadar ana hatları ile sunuluyor. Felsefenin Kısa Tarihi’nde 53  filozofun görüşleri ile birlikte anlatımı yer alıyor. Zevkle okuyacağınız bu kitabı bir an önce edinin ve okumaya başlayın.

 Felsefe ile kalın, okuya kalın…

Felsefenin Kısa Tarihi/ Nigel Warburton
Alfa Yayıncılık / Felsefe Dizisi/359 sayfa

KAYMAKAM

Her çocuğa bir soru sorar büyükleri: Büyüyünce ne olacaksın diye?

Hemen cevap gelir: Doktor, asker, öğretmen, polis…

En çok bildikleri, gördükleri meslekleri söylerler ya da büyükleri tarafından onlara söylenenleri.

Ben, ilk önceleri çöpçü olmak isterdim. Mahallemizde gördüğümüz devleti temsil eden üniformalı kişilerdi onlar. Gecekondu semtinin o kömür kokan sokaklarına başka devlet büyüğü de gelmezdi o zaman. Ya da biz fark edemezdik çocuk halimizle… Mahalleyi temizlerlerdi çöpçüler. Arkalarından çocukça bir tekerleme tuttururduk:
“Çöpçü çöpçü çöp atar, iğne batar, göt atar…”

Büyüdükçe bu meslek gözümden düştü. Tarih okumaya merak saldım. İlkokulun son sınıfına doğru subay olmaya karar verdim. Mustafa Kemal’in üniformadan etkilenip asker oluşunu sonra da vatanı kurtarıp Cumhuriyet’i kurduğunu okumuştum. O yıllar bugünkü gibi ağır saldırılara maruz kalmamıştı, ülkenin kurtarıcısı…

Tabii bu hayalim de kısa sürdü. Asker olmak için kafanın çalışması kadar fiziki özelliklerin düzgün olması gerektiğini öğrenmiştim. Her zaman kilo sorunu yaşamış biri olarak general olma hayallerim de suya düşmüştü.

Sonra bir gün bir film izledim. Kemal Sunal başroldeydi, akıl hastanesinden kaçan bir deliyi canlandırıyordu. Bu deli karlar altında bir kasabaya gidiyordu bir arkadaşı ile beraber biri kaymakam biri hakim oluyor. Buzlar çözülene kadar o kasabada çok güzel işler yapıyorlardı halkın yararına… 

Filmin adı ‘Deli Deli Küpeli’ydi. Bu filmin Cevat Fehmi Başkut'un “Buzlar Çözülmeden” adlı tiyatro oyununun sinemaya uyarlaması olduğunu da Tayfun Talipoğlu’nun anlattığı bir anısından öğrenmiştim. O da benim gibi bu oyunu/ filmi izleyince karar vermişti Kaymakam olmaya… İkimiz de bu işin okulunu okumuştuk bu düşünce ile…

Tabii ikimizin sonu da aynı olmuştu. O, sınavlara girme cesaretini gösterip kazanmıştı sınavı, bense sınava girme cesareti bile bulamamıştım. Çünkü ben mezun olduğumda AKP iktidarının 5. yılıydı ve partizanca alınıyordu Kaymakamlar…

Bir Alevi’nin kaymakam olması, insanlığın Mars’a gitmesinden bile zordu.
Hayalimdeki mesleği çalmışlardı.

Geçen gün Cumhurun Başının muhtarlardan sonra kaymakamları topladığını okudum gazetelerden, kaymakamlara şöyle seslenmişti:

“Zihniyet değişmeyince siz hangi kanunu çıkarırsanız çıkarın uygulama aynı kalıyor. Türkiye’nin sistem reformuyla özellikle yönetici reformunu da gerçekleştirmesi gerekir. Statükonun gardiyanlığını yapan bir bürokrasi, ülkeye sadece patinaj yaptırır. Sizden ricam bu. Mevzuat şöyledir, böyledir. Yeri geldiği zaman koyun mevzuatı bir tarafa, siz zihinsel inkılabınızı devreye sokun ‘Ben bunu bu şekilde yaparım’ deyin ve yapın.”

Yani kanun dışında işler yapın, ben ne dersem onu yapın diyordu…
Bu satırları okuduğumda çocukça duygularla olmak istediğim meslek olan kaymakamlık ve yukarıda yazdığım satırlar geldi aklıma.

Kaymakamlıkla ilgili hayalimizi çaldığı yetmezmiş gibi ülkemizdeki az da olsa kalan hukuk kurallarını da yok ederek demokratik, laik, sosyal hukuk devletini de çalıyordu elimizden.

O salonda kaymakam olarak bulunsaydım eğer; ayağa kalkar ve "Bey Bey, biz senin değil devletin Kaymakamıyız. Bu ülkenin hukuk kurallarına bağlı kalırız" diye haykırırdım her şeyi göze alarak. Birilerinin kral çıplak demesinin zamanı geldi de geçiyor çünkü.

O salondakilerden değil de bu satırların okurlarında, tüm ezilenlerde, yoksullarda ve emekçilerinde umudum…
Anlıyor musun?
Mahmut Aslan/Telgrafhane/3 Şubat 2016

3 Şubat 2016 Çarşamba

DİKTATÖR

35. Cumhuriyet Halk Partisi Kurultay’ında Kemal Kılıçdaroğlu salı günleri grup toplantısında yaptığı konuşmalara benzer bir konuşma yaptı. Konuşmanın büyük bölünümünde salonda bir heyecan gözükmezken bir lafı hem salona, hem de ülke gündemine oturdu.

”Cumhurbaşkanlarının tarafsızlıkla görev yapacağına dair ‘namusu ve şerefi’ üzerine yemin ederler. Dün yine bize sataşmış. Diktatör bozuntusu olan adam. Şimdi ben yine hatırlatıyorum, senin için şeref ve namus ne anlama geliyor? Oturacaksın bunun hesabını vereceksin. Tarafsızlığını korumazsan her gün, her dakika, her saniye namus ve şeref kavramını sana hatırlatacağım.”

”Diktatör bozuntusu” lafı günlerdir tartışılmaya devam ediyor. Çünkü savcılar bu sözü nedeni ile Kılıçdaroğlu hakkında soruşturma başlattılar. Aslında iyi de oldu bu tartışma diktatörlük üstüne iyi ya da kötü düşünmeye başladı toplumumuz?

ROMA’DA DİKTATÖRLÜK

Gelin isterseniz biraz diktatörlüğün tanımına ve tarihine bir göz atalım.
Diktatör kelimesi Latince emir veren, dikte eden anlamına gelir.
Roma Cumhuriyeti döneminde diktatör, senatonun talebi üzerine, istisnai hallerde ve sadece altı aylığına, İtalya sınırları için konsüller tarafından seçilirdi. Bir defa seçildikten sonra diktatör icra gücünün hepsine sahip olur ve kimseye hesap vermek zorunda olmazdı. Ancak mali sorumluluğu olduğu zaman veya Censor'un suçlamasıyla hesaba çekilebilirdi. Görevinin icap ettiği her türlü yüksek yetkiye gerçekten sahip olan diktatör süresi bitince normal hâkimler ve idareciler işlerine dönerlerdi.

Bu işleyişi Julius Caesar kendine verilen 6 aylık yetkiyi önce bir yıllığına, sonra da ömür boyu uzatarak bozmuş ve bugün halkımızın anladığı anlamda diktatörlüğün doğmasına sebep olmuştur. Bütün yetkileri elinde toplayan Caesar’da Cumhuriyet bürokrasisini ağır biçimde merkezileştirdi. Ancak Sezar'ın eski arkadaşlarından Marcus Junius Brutus'un önderliğindeki, Cumhuriyeti eski işleyişine kavuşturmayı hayal eden bir grup senatör tarafından MÖ 15 Mart 44 tarihinde öldürüldü.

GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNDE DURUM

Son 14 yıldır ülkeyi tek parti yönetmektedir. Bu parti kendine göre bir yönetim şekli oluşturmaya çalışmakta ve parlamenter rejim yerine başkanlık sistemine geçmek istemektedir.

Bu sistem değişikliğinin altında demokrasiyi amaç değil, araç olarak gören bir kişi yatmaktadır.

Defacto bir durumda yaşıyoruz. Hukuk kuralları kişisel olarak kullanılıyor ve iyice kuralsızlaşıyor.

Ülkenin başındaki kişi bir sabah ol diyor, bakıyorsunuz istekleri hemen oluyor. Savcılar ve hâkimler harekete geçiyor insanları tutukluyor. Meclis toplanıyor yasalar çıkarılıyor.

Bu işleyiş daha fazla süreceğe de benzemiyor. Hukuksuzluk kaosa sürüklüyor, ülkenin bir bölümünde resmen savaş yaşanıyor. İnsanlar suçsuz yere öldürülüyor.Analar ağlamasın diyerek analar her gün ağlatılıyor…

Bir başka ülkenin iç savaşı destekleniyor ve binlerce insan bu iç savaşta ölüyor.

Ülkenin başkentinde ve İstanbul’un tarihi merkezinde güpegündüz bombalar patlıyor ve insanlar ölüyor.
Buna nelerin sebep olduğunu eninde sonunda bu halkta anlayacaktır.

Caesar’dan sonra da tarih birçok diktatör görmüştür.

Bu diktatörler her şeye sahip olduklarını düşünmüşler ve dünyanın kendi etrafında döndüğünü, dünyanın sahibi olduklarını sanıp dünyayı fethe çıkmışlardır. Bu yanılgıları sonucunda savaşlar çıkmış ve milyonlarca insan ölmüştür. Ama eninde sonunda bu diktatörler Ceasar gibi ya öldürülmüşler ya da Hitler misali zehir içerek hayatına son vermişlerdir.

Bizden söylemesi…

Mahmut Aslan
telgrafhane.org/30 Ocak 2016

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ