Zaman zaman çeşitli haber sitelerinde siyaset'e dair güncel ve tarihsel olayları anlattığım yazılarımı yayınlarım.
22 Eylül 2016 Perşembe
İŞKENCE İNSANLIK SUÇUDUR!..
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında darbeci General Akın Öztürk’ün ve yanındaki darbeci askerlerin görüntülerini gördüğüm zaman bu yazıyı yazmaya karar verdim. Ancak ülke gündeminin yoğunluğundan başka yazılar yazmak zorunda kaldım.
Büyük oyuncumuz ve Cumhuriyet Aydını Tarık Akan’ın Hakka yürümesinden sonra çıkan solculuk tartışmaları da onun toplumcu gerçekçi filmlerini yeniden hatırlandı. Ben de bu süreçte büyük yazar ve şairimiz Rıfat Ilgaz’ın 2. Dünya Savaşı sırasında kendi yaşadıklarını anlattığı kitabından uyarlanan Karartma Geceleri filmini yeniden izledim. Filmdeki işkence sahneleri bu yazıyı kaleme almamın en büyük tetikçisi oldu.
Tarık Akan da film dışında 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası gördüğü işkenceyi “Anne kafamda Bit Var” kitabında şöyle anlatıyordu:
“Uykumun en derin yerinde bacaklarıma bir tekme yedim. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Başımdaki polis avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Toparlanamadan bir yumruk da mideme yedim. Ranzaya çöküp kaldım. Polis kolumdan tuttuğu gibi beni açıklığa savurdu. Sürekli küfrediyordu: ‘Bunun ne ayrıcalığı var? Kim koydu bunu buraya?..’ Polis beni duvara çevirdi. Bir yandan küfrediyor, bir yandan da fotoğrafçıya fotoğraflarımın çekilmesini, parmak izlerimin alınmasını emrediyordu. O ana kadar duvara dönük olan gözlerim, yerde oturmuş, yaşları 20 dolayındaki 3 çocuğu gördü sonunda... Gözleri bağlıydı. Bakışlarım ekmek gibi kabarmış tabanlarına takıldı. Bakakalmışım. Bir ayak tabanının bu denli şişebileceğini aklım almamıştı. Dehşete kapılmıştım. Gözlerimi çocuklardan alamıyordum. Fotoğrafçı işini bitirdi. Yeni gördüğüm bir polise seslenerek: ‘Tarık Abi’yle bir resmimizi çek, hatıra olur’ dedi. Bir güzel fotoğraf çektirdik. Sonra yumuşak başlı bir polis gelip doktor çağırdı. Kot pantolonlu bir kız geldi. Polis, çocukları gösterip, ‘Yürüt onları’ dedi. Kız, çocuklardan birini ayağa kaldırıp yere bastırmaya çalıştı. Dayanamadım, hücreye girdim. Dalmışım.”
Türkiye Cumhuriyeti tarihi de biraz da işkenceler tarihidir diyebiliriz. Cumhuriyetimizin ilerici yanlarını bir yana bırakırsak birçok aksayan yanı olduğu bir gerçekliktir. İşkence uygulamaları da bunun örneklerinden biridir. Sansaryan Han, Ziverbey Köşkü, 12 Eylül'ün İşkence Merkezi Derin Araştırmalar Laboratuvarı (DAL) ve Diyarbakır zindanları hala hafızalardadır.
İŞKENCE ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERLE ve ANAYASA İLE YASAKLANMIŞTIR!
Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Sözleşmesi BM Genel Kurulunun 1984 yılında aldığı 39/46 sayılı kararla kabul edilmiştir. Sözleşmenin 1. Maddesinde işkence “kişiye uygulanan fiziki ve manevi ağır acı veya ızdırap veren fiil olarak tanımlanmıştır. Sözleşme işkenceyi kesin olarak yasaklamıştır. Sözleşmenin ikinci maddesine göre “… hiçbir istisnai durum, savaş hali ve tehdidi, iç siyasi istikrarsızlık veya başka her hangi bir olağan üstü hal, işkence uygulaması için gerekçe gösterilemez.” denilmektedir.
Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 3. Maddesi “Hiç kimseye işkence yapılamaz, insanlık dışı ya da küçültücü ceza veya muamele uygulanamaz” demektedir. Sözleşmenin olağan üstü durumlarda yükümlülük azaltmayı içeren 15. Maddesi şöyle demektedir:
1.Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşen Taraf, ancak durumun gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek şartıyla bu Sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir.
2. Yukarıdaki hükme dayanılarak, üçüncü ve dördüncü maddeler (fıkra-1) ve yedinci madde ile meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm olayları dışında ikinci madde hiçbir suretle ihlal edilemez.
AİHS’nin uygulanmasıyla ilgili adli bir koruma mekanizması olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 3. Maddenin asla askıya alınamayacağını verdiği pek çok kararda defalarca tekrar etmiştir.
Uluslararası sözleşmelerin yanı sıra halen yürürlükte bulunan 1982 Anayasasının 17. Maddesi işkenceyi yasaklamıştır. 17.Maddeye göre: “…Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.” denilmektedir.
Görüldüğü gerek uluslararası sözleşmelerle gerekse Anayasa ile işkence yasaklanmıştır.
ÜLKEDE YAŞANAN SON DURUM
Uluslararası Af Örgütü 26 Temmuz 2016 tarihinde yayınladığı bildiri de 15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrası göz altına alınanlara ve tutuklananlara işkence yapıldığını şu cümlelerle açıklamıştır:
“Ülkedeki resmi ve gayri resmi merkezlerde gözaltında tutulan kişilerin, tecavüz de dahil olmak üzere işkence ve dayağa maruz bırakıldığını gösteren güvenilir kanıtlar toplamıştır.”
Uluslararası Af Örgütü’nün Avrupa Direktörü John Dalhuisen açıklamanın devamında “Türkiye şu anda halkının güvenliğinden haklı olarak endişe duymaktadır ancak hiçbir durum işkence, diğer kötü muamele veya keyfi gözaltını mazur gösteremez. Şu anda Türkiye’de bir korku ve şok iklimi yaşanmaktadır. Hükümet ülkeyi haklar ve hukuka saygı yoluna yönetmeli, öç ve intikam almaya girişmemelidir.” demiştir.
Bu açıklamaların dışında çok sayıda eski yüksek yargıcın avukatlığını yapan Av. Hüseyin Aygün FETÖ'dan tutuklu savcı Seyfettin Yiğit’in Bursa hapishanesinde ölü bulunması üzerine attığı twitlerle müvekkillerinin hücreye alınmasından bahsetmiş ve “Hapishane zaten bir ızdırap ve acı yeridir. 'Hapishane içinde hapishane' sadece tecrit demektir, tecrit ise dünyada her yerde işkencedir..” yazarak birebir yasadıklarını kamuoyunu ile paylaşmıştır.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere ülke hızla hukuk kuralları dışına çıkarak yönetilmektedir. Hukuk kuralları herkese lazım, bugün güce sahip olanlar yarın gücü ellerinden kaybettiklerinde aynı muamelelere maruz kalabilirler. O yüzden hukuksuz uygulamalara biran önce son verilmelidir. Ülke öç ve intikam duyguları ile değil biran önce hukuk kuralları çerçevesinde yönetilmelidir.
Mahmut Aslan-22.09.2016
20 Eylül 2016 Salı
Siyasal İslama Karşı Öfkelenin!
Başlık sizler için biraz şiddet eğilimi gibi gelebilir ancak bu başlığı 2011 yılında okuduğum Cumhuriyet kitapları tarafından yayınlanan Stephane Hessel'in yazdığı az sayfalı ama içerik olarak dev bir kitaptan esinlenerek attım.
Hessel İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransız direniş hareketlerine katılmış, faşizme karşı mücadele etmiş ve bu eylemlerinden dolayı toplama kampına gönderilerek işkenceye uğramıştır.
Savaş sonrası Birleşmiş Milletler’de İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin yazılmasına katkıda bulunmuş ve hayatı boyunca ezilenlerin yanında yer almış bir eylemci, düşünür ve aydınlanma savaşçısıdır.
Kitapta Hessel neden öfkelenmemiz gerektiğini göstermek için bizlere şöyle sesleniyor:
"Sizlere empoze edilen bir dünya bakışından tiksindiğinizi, kızdığınızı gösterecek, insana has en basit tepkileri verin! ‘ÖFKELENİN"
Ülkemizde bu tanımdan sonra öfkelenecek o kadar çok şey var ki, yolsuzluklar,çocuk istismarı, alkol yasakları, eğitimin dinselleşmesi vb bir çok şey. Bütün bunların bileşeni ise Siyasal İslam'dır. O yüzden öfkemizi yöneteceğimiz merkez tam da burasıdır.
SİVİL DARBE'DEN İSLAM DEVLETİNE
30 Ağustos günü devletin resmi törenlerinde türbanlı emniyet müdürünü hepimize normal bir şey oluyormuş gibi izlettiler. Görüntüyü izleyince eyvah dedim. Öngörülerimiz doğru çıkıyor. Türkiye yeni kapı mutabakatı ile İslam Cumhuriyetine doğru hızla sürükleniyor.
Geçtiğimiz hafta Ankara CUMOK, Eğitim-İş, İlerici Kadınlar Derneği, Karaözü Şahruhlular Platformu, Kültür Sanat Emekçileri Derneği, Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür Ve Eğitim Vakfı, Yargıçlar Sendikası’nın da bulunduğu örgütler ve benim de içinde bulunduğum bir grup aydın bir bildiri yayınlayarak ülkenin sürüklendiği durumla ilgili kamuoyunu uyarmaya çalıştık. Bildirimizde:
"Sistemi elinde tutanların, yıllar boyunca müttefiki oldukları FETÖ’nün girişiminden “ders çıkarmaları” bir yana, krizi fırsata çevirerek oradan boşalan yeri doldurmaya çalıştıkları açıktır. Bu bağlamda Yenikapı mitinginin içeriği ve fotoğrafı, Anayasa’nın 2. Maddesi’nde yer alan laik, demokratik ve sosyal hukuk devletine karşıdır ve en az FETÖ örgütü kadar kötüdür, militaristtir, demokrasi ve laiklik karşıtıdır, şeriat özlemcisidir, tehlikelidir!" demiştik.
Bildirimizin tamamını "YENİ CEMAATLEŞME VE SİVİL DARBEYE GİDİLİYOR" telgrafhane.org, yakınplantv ve Merdan Yanardağ yönetimindeki internet gazeteci ABC' den okuyabilirsiniz .
Görüldüğü gibi bildiride yazdıklarımız gerçekleşmekte ve Türkiye sivil darbe eliyle türbanlı polisleri ve yargıçlarıyla Afganistanlaşmaya, İranlaşmaya başlamaktadır. Kısacası laik teyzeler diye bir grup kendini bilmezin küçümsediği kesimler haklı çıkmıştır.
Türbanlı emniyet müdürü görüntülerine sosyal medya üstünden yoğun bir tepki geldiğini gözledim ama ne yazık ki buna karşı her hangi bir tepki örgütlenmemektedir.
Bu sene 30 Ağustos kutlamalarına katılım kalabalık ve çoşkuluydu. Yurdun dört bir yanından milyonlarca insan Atatürk'ün kurduğu laik cumhuriyete sahip çıkacaklarını yasaklamalara karşın dosta düşmana karşı gösterdiler ama bu milyonlarca insan gerçekten bir örgütlenme ile ülke yönetimine el koyamıyorlar. Günü birlik deşarj olma dışında bu kutlamaların her hangi bir geri dönüşü ve uyarıcı etkisi olmamaktadır.
Bu durumun ana sebebi ise bu öfkeyi; laiklikten, cumhuriyetten yana olan hiçbir siyasi partinin doğru şekilde doğru şekilde örgütleyememesidir. Bu örgütlenmenin adresi CHP'dir. Ancak onun da yönetici kadro sorunu bulunmaktadır. Ülkede bunca şey olurken hiçbir ses çıkarmayan ve bu konuda şunu söylersek birileri ne düşünür diyen kadrolarla bu iş olmayacağı açık ve nettir.
Ama bizim kitabımız da umutsuzluğa yer yok. Siyasal İslam Tunus'ta, Cezayir'de ve Mısır'da kaybetti bizim ülkemizde de eninde sonunda kaybedecek.
Mustafa Kemal'in bir sohbetin de Falih Rıfkı Atay’a söylediği söze kulak verelim: “Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri doldurur”
Bu ülkedeki güçlü laik damara güvenin ve direnmeye devam edin.Çünkü Hessel'in Manifestosunu bitirdiği şu cümle de söylediği gibi:
“YARATMAK DİRENMEKTİR. DİRENMEK YARATMAKTIR.”
Mahmut Aslan- 1 Eylül 2016
Türkiye Solunun Terörle İmtihanı
Türkiye 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak tanımlarken artık dört bir yanı terör örgütleri ile çevrili bir ülke olarak tanımlanmaktadır. İŞİD, PKK ve FETÖ bu örgütlerin en büyükleridir.
Bu terör örgütlerinin emperyalist güçlere bağlantısız olduğunu sanırım biraz mantığı çalışan kimse söyleyemez. Hepsinin büyük dostu, mazlum milletlerin baş sömürücü ABD olduğu da bir gerçeklikken bizim ülkenin bazı sol gruplarının bu örgütlerin yaptığı eylemlere karşı gösterdiği tepkiler birbirinden farklılık göstermekte.
Örneğin geçtiğimiz hafta ülkemizde büyük bombalı saldırılar meydana geldi. Bu bombalı saldırılar sonucunda onlarca insanımızın yaşamını kaybetti.
Mardin, Diyarbakır ve Elazığ’da yaşanan bombalı saldırıları PKK terör örgütü üstlenirken, Gaziantep patlamasını İŞİD terör örgütü üstlendi. PKK’nın düzenlediği bombalı saldırılara sesi çıkmayan bazı sol örgütler ve partilerin, sadece Gaziantep patlamasına büyük tepki vermesi dikkat çekiciydi.
Laiklikle ilgili çıkışlarıyla ve solun birleşik bir yapı kazanması için yürüttüğü çalışmalarla birçok solcunun sempati ile baktığı Birleşik Haziran Hareketi (Hareketin genel sürükleyici ÖDP ve HTKP) Gaziantep sonrası “Örgütlü Kötülük Bir Kez Daha İnsanlığa Saldırdı” başlığı ile bildiri yayınlarken Mardin, Diyarbakır ve Elazığ’da yaşanan bombalı saldırılar sonrası içinse hiçbir açıklamada bulunmadı.
Yine 1980 sonrası solun en kitlesel hareketlerinden biri olan ve geçtiğimiz yıllarda üçe ayrılan TKP bileşenlerinden Komünist Parti Gaziantep saldırısı sonrası “Bombalara Boyun Eğmeyeceğiz” başlıklı bir bildiri ile saldırıyı kınarken, diğer saldırılarla ilgili bir açıklamada bulunmadığı internet sitesi üzerinden görülmektedir. Bu bölünme sonrası kurulan bir diğer parti olan Türkiye Komünist Hareketi hem Mardin ve Diyarbakır saldırılarını, hem de Gaziantep saldırısını kınayan bir bildiri yayınlayarak geçmişte bir arada siyaset yaptıkları diğer iki partiden farklı bir tutum takınmıştır.
Bu konuda en sert ve hiç beklemediğim bir çıkış ise yukarıda bahsettiğimiz komünist partilerden farklı bir yapıdan gelen TKP1920’den geldi. “IŞİD ve PKK de Bozguna Uğrayacak” başlığı ile yayınladıkları bildiri ile İŞİD’in ve PKK’nın halkı katlettiğine vurgu yaparak şunları söylemekteler : “ Esas olarak kendi siyasal deneyimleriyle bilinçlenen, hayattan öğrenen kitleler IŞİD’in ve PKK’nin de tıpkı FETÖ gibi emperyalizmin kör aleti olduğunu, bu örgütler eliyle düzenlenen katliamların Amerikan-NATO güdümlü kontrgerilla saldırıları olduğunu kavrıyor. Bencil çıkar hesaplarıyla bu örgütlerle açık açık koalisyon kuranları, uzun süre kader birliği yapanları sorgulayacakları günler de uzak değil.” diyerek konu üstünde en bilinçli yorumu yapıyorlardı.
Solun, sosyalizmin nihai hedefi insanların mutluluğu ve kaliteli bir yaşam sürmesi iken yaşanan bombalı saldırılar sonucunda hayatını kaybedenlerin mesleğine, eylemi yapanların kimler olduğuna göre solcularımızın açıklama yapması gerçekten yüreğimi sızlattı.
Bu açıklamalardan sonra Uğur Mumcu’nun şu sözleri geldi aklıma: “terör bir insanlık suçudur. Bu terör kim tarafından yapılırsa yapılsın, devlet tarafından yapılsa da, PKK gibi dev-sol gibi ya da ülkücü gruplar gibi ya da İslamcı terör grupları gibi terörün bir tanesinden yarar ummak ya da bir tanesine hoşgörüyle bakmak ya da bu olayları suskunlukla geçirmek bir insanlık suçudur.”
Solun mücadele alanı son zamanlarda giderek artmaktadır. Laiklik, eşitlik, adalet ve demokrasi mücadelesi bunların en temelidir. İnsanlık suçuna karşı durabilenlere ve solun büyük insanlık mücadelesini sürdürenlere selam olsun.
Mahmut Aslan-25.08.2016
Bu terör örgütlerinin emperyalist güçlere bağlantısız olduğunu sanırım biraz mantığı çalışan kimse söyleyemez. Hepsinin büyük dostu, mazlum milletlerin baş sömürücü ABD olduğu da bir gerçeklikken bizim ülkenin bazı sol gruplarının bu örgütlerin yaptığı eylemlere karşı gösterdiği tepkiler birbirinden farklılık göstermekte.
Örneğin geçtiğimiz hafta ülkemizde büyük bombalı saldırılar meydana geldi. Bu bombalı saldırılar sonucunda onlarca insanımızın yaşamını kaybetti.
Mardin, Diyarbakır ve Elazığ’da yaşanan bombalı saldırıları PKK terör örgütü üstlenirken, Gaziantep patlamasını İŞİD terör örgütü üstlendi. PKK’nın düzenlediği bombalı saldırılara sesi çıkmayan bazı sol örgütler ve partilerin, sadece Gaziantep patlamasına büyük tepki vermesi dikkat çekiciydi.
Laiklikle ilgili çıkışlarıyla ve solun birleşik bir yapı kazanması için yürüttüğü çalışmalarla birçok solcunun sempati ile baktığı Birleşik Haziran Hareketi (Hareketin genel sürükleyici ÖDP ve HTKP) Gaziantep sonrası “Örgütlü Kötülük Bir Kez Daha İnsanlığa Saldırdı” başlığı ile bildiri yayınlarken Mardin, Diyarbakır ve Elazığ’da yaşanan bombalı saldırılar sonrası içinse hiçbir açıklamada bulunmadı.
Yine 1980 sonrası solun en kitlesel hareketlerinden biri olan ve geçtiğimiz yıllarda üçe ayrılan TKP bileşenlerinden Komünist Parti Gaziantep saldırısı sonrası “Bombalara Boyun Eğmeyeceğiz” başlıklı bir bildiri ile saldırıyı kınarken, diğer saldırılarla ilgili bir açıklamada bulunmadığı internet sitesi üzerinden görülmektedir. Bu bölünme sonrası kurulan bir diğer parti olan Türkiye Komünist Hareketi hem Mardin ve Diyarbakır saldırılarını, hem de Gaziantep saldırısını kınayan bir bildiri yayınlayarak geçmişte bir arada siyaset yaptıkları diğer iki partiden farklı bir tutum takınmıştır.
Bu konuda en sert ve hiç beklemediğim bir çıkış ise yukarıda bahsettiğimiz komünist partilerden farklı bir yapıdan gelen TKP1920’den geldi. “IŞİD ve PKK de Bozguna Uğrayacak” başlığı ile yayınladıkları bildiri ile İŞİD’in ve PKK’nın halkı katlettiğine vurgu yaparak şunları söylemekteler : “ Esas olarak kendi siyasal deneyimleriyle bilinçlenen, hayattan öğrenen kitleler IŞİD’in ve PKK’nin de tıpkı FETÖ gibi emperyalizmin kör aleti olduğunu, bu örgütler eliyle düzenlenen katliamların Amerikan-NATO güdümlü kontrgerilla saldırıları olduğunu kavrıyor. Bencil çıkar hesaplarıyla bu örgütlerle açık açık koalisyon kuranları, uzun süre kader birliği yapanları sorgulayacakları günler de uzak değil.” diyerek konu üstünde en bilinçli yorumu yapıyorlardı.
Solun, sosyalizmin nihai hedefi insanların mutluluğu ve kaliteli bir yaşam sürmesi iken yaşanan bombalı saldırılar sonucunda hayatını kaybedenlerin mesleğine, eylemi yapanların kimler olduğuna göre solcularımızın açıklama yapması gerçekten yüreğimi sızlattı.
Bu açıklamalardan sonra Uğur Mumcu’nun şu sözleri geldi aklıma: “terör bir insanlık suçudur. Bu terör kim tarafından yapılırsa yapılsın, devlet tarafından yapılsa da, PKK gibi dev-sol gibi ya da ülkücü gruplar gibi ya da İslamcı terör grupları gibi terörün bir tanesinden yarar ummak ya da bir tanesine hoşgörüyle bakmak ya da bu olayları suskunlukla geçirmek bir insanlık suçudur.”
Solun mücadele alanı son zamanlarda giderek artmaktadır. Laiklik, eşitlik, adalet ve demokrasi mücadelesi bunların en temelidir. İnsanlık suçuna karşı durabilenlere ve solun büyük insanlık mücadelesini sürdürenlere selam olsun.
Mahmut Aslan-25.08.2016
Yenikapı Kulları ve Laik Cumhuriyetin Sonu!
Dün yapılan miting günlerce konuşulacağa benziyor. Başından beri bu mitingin Tayyip Erdoğan’ın yeni rejimini onaylamaktan başka bir şey olmayacağını söyleyenler haklı çıktı sanırım.
Dün o meydanda neler yaşandı?
Öncelikle miting reklamlarını televizyondan izledik. Mitinge çağrı anonslarında, bırakın savaş kazanmayı, kantin görevlisi olarak askerliğini yaptığı dönemde askeri tatbikatlara gidip gitmediği bile şüpheli olan biri Başkomutan olarak tanımlanıyor ve sıfatla çağrı yapılıyordu. Az biraz tarih meraklısı biri Başkomutanlığın Meclis tarafından temsil edildiğini bugüne kadar bir kez bu yetkinin 5 Ağustos 1921’de mecliste alınan kararla Mustafa Kemal Atatürk’e devredildiğini bilir.
Reklamdan başlayan yanlışlar mitingin ilk anlarında devam etti. Devlet protokolü uygulanacağı söylenen miting, İstiklal marşından sonra Kuran tilaveti ile devam etti. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yürürlükteki anayasası devletin şeklinin laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olarak tanımlarken orada Kuran okunması laikliğe karşı vurulmuş bir darbedir. Bu darbe ile laik cumhuriyet sonlandırılmış ve yerine İslam Cumhuriyeti kurulmuştur.
Hele Cumhuriyetin kurtarıcı ve kurucu partisi CHP’nin liderinin bu oyuna gelip oraya katılması ise yüreklerimizi sızlatmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy veren milyonlarca seçmen laikliğin en büyük savunucusu olmaya devam edecektir ama partinin lider kadrosunu işgal edenlerle de en kısa zamanda hesaplaşacaktır.
Bunları sosyal medya üstünden söylediğimizde olacakları öngöremeyen ve bir grup partili, “hüloğğğcunun” saldırısına uğradım. O sırada elimde bulunan kitaptaki bir bölüm bana bu konuda bir özgüven sağladı. O satırlarda “Onaylayıcı düşünce temelde çoğu insanın düşündüğünü tekrarlamak, muhalif düşünme ise çoğunluğun düşüncelerinden tamamen farklı, yeni düşünceleri ortaya çıkarmaktır. Yaratıcı kişiler daha bağımsız rahattan uzak, otoriteye karşı direnen genellikle ayrıntı ve rutini sevmeyen kimselerdir.” yazıyordu( J.P. Colors Ahmet Edip Harabi Baba Divanı Cilt 1,Alevi Araştırmaları Dergisi Yayınları s.44)
“İSLAM KIYAMETE KADAR BU TOPRAKLARDA YAŞAYACAKTIR”
Laiklik düşmanı İsmail Kahraman’ın konuşması ise yeni kurulan düzeni göstermek açısından önemliydi. Belki konuşmayı dinlememiş olanlar vardır. Sizinle bir bölümünü paylaşalım: “1071’de Malazgirt’te 200 bin kişilik Bizans ordusunun karşısına çıkarken ‘Ey askerler, eğer şehit olursam beyaz elbise benim kefenim olur’ diyen Tufan Alparslan’ın torunlarısınız. 10 asır önce Anadolu’ya gelen İslam kıyamete kadar bu topraklarda yaşayacaktır.”
RTE sahnede yine bildiğimiz gibiydi. Sanki ülkede bu kadar olay olmamış, memleketi bu hale getirenlerden biri de kendisi değilmişgibi Atatürk ismini anmadan bol Gazi Mustafa Kemal soslu, kendini aklayan bir konuşma yaptı. Konuşmasının bir bölümünde “AB’de idam yokmuş, burada yokmuş”… ABD’de var, Japonya’da, Çin’de var. Onlarda oluyor da, gerekirse burada zaten 84’e kadar vardı, sonra kaldırıldı. Bu millet böyle bir kararı veriyorsa, öyle zannediyorum ki siyasi partiler de uyacaktır.” diyerek idamın geri getirilmesi için resmentalimat verdi. Demokrasi lafının arkasından idamı savunmakta büyük demokratlık!
REİS’İN YARDIMINA HEP BAHÇELİ KOŞACAK DEĞİL YA!
Mitingle ilgili en güzel yorumlardan biri ise Siyasal Bilgiler Fakültesinin efsane hocalarından Taner Timur’dan geldi: “Her şey başından belliydi ve her şey de beklenene uygun cereyan etti. 7 Ağustos günü, Yenikapı’da, bir “demokrasi mitingi”nden çok CHP ve MHP destekli bir AKP mitingi izledik: Tilavet ve Diyanet dualarıyla, Rabia’sıyla, şiirleriyle, idam cezası çağrısıyla ve de devleti yeniden yapılandırma vaatleriyle tam bir AKP mitingi! Star her AKP mitinginde olduğu gibi yine REİS’ti; fakat fanları kibarlık edip “Genel Müdür” ü de el ucuyla alkışladılar. O da doğrusu çok yürekli davrandı. Yürekli ve dikkatli!.. Ünlü “Manifesto” sunun maddelerini burada da okumaktan çekinmedi; ama bir ihtiyatsızlık yapıp bunları “Kabul edenler? Etmeyenler?” diye oylamaya da sunmadı. Ne de olsa hasım sahada oynuyorsunuz! Her neyse, “Demokrasi”miz elbirliğiyle ilerliyor… Dar zamanlarında Reis’in yardımına hep Bahçeli koşacak değil ya!
Yazımıza Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ile son verelim. “Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikatı medeniyedir. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kafidir.”
İnsan olmak için doğru bildiğimizi söylemeye devam edelim ve umutsuzluğa kapılmadan örgütlenelim.
Mahmut Aslan-08.08.2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ MERKEZ BANKASI (FED) (FEDERAL RESERVE SYSTEM) 1-FED’İN TARİHÇESİ ABD merkez bankası olan Federal Rezerv Sistemi...
-
TRUMAN DOKTRİNİ VE UYGULANMASI 1.1 DOKTRİN’İN ORTAYA ÇIKMASININ NEDENLERİ İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin barış düzenini g...
-
KARŞILAŞTIRMALI SİYASAL SİSTEMLER VENEZUELA BOLİVAR CUMHURİYETİ CHAVEZ ÖNCESİ VE SONRASI DURUM KARŞILAŞTIRMASI...