22 Eylül 2016 Perşembe

İŞKENCE İNSANLIK SUÇUDUR!..



15 Temmuz darbe girişimi sonrasında darbeci General Akın Öztürk’ün ve yanındaki darbeci askerlerin görüntülerini gördüğüm zaman bu yazıyı yazmaya karar verdim. Ancak ülke gündeminin yoğunluğundan başka yazılar yazmak zorunda kaldım.

Büyük oyuncumuz ve Cumhuriyet Aydını Tarık Akan’ın Hakka yürümesinden sonra çıkan solculuk tartışmaları da onun toplumcu gerçekçi filmlerini yeniden hatırlandı. Ben de bu süreçte büyük yazar ve şairimiz Rıfat Ilgaz’ın 2. Dünya Savaşı sırasında kendi yaşadıklarını anlattığı kitabından uyarlanan Karartma Geceleri filmini yeniden izledim. Filmdeki işkence sahneleri bu yazıyı kaleme almamın en büyük tetikçisi oldu.

Tarık Akan  da film dışında 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası gördüğü işkenceyi “Anne kafamda Bit Var” kitabında şöyle anlatıyordu:

“Uykumun en derin yerinde bacaklarıma bir tekme yedim. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Başımdaki polis avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Toparlanamadan bir yumruk da mideme yedim. Ranzaya çöküp kaldım. Polis kolumdan tuttuğu gibi beni açıklığa savurdu. Sürekli küfrediyordu: ‘Bunun ne ayrıcalığı var? Kim koydu bunu buraya?..’ Polis beni duvara çevirdi. Bir yandan küfrediyor, bir yandan da fotoğrafçıya fotoğraflarımın çekilmesini, parmak izlerimin alınmasını emrediyordu. O ana kadar duvara dönük olan gözlerim, yerde oturmuş, yaşları 20 dolayındaki 3 çocuğu gördü sonunda... Gözleri bağlıydı. Bakışlarım ekmek gibi kabarmış tabanlarına takıldı. Bakakalmışım. Bir ayak tabanının bu denli şişebileceğini aklım almamıştı. Dehşete kapılmıştım. Gözlerimi çocuklardan alamıyordum. Fotoğrafçı işini bitirdi. Yeni gördüğüm bir polise seslenerek: ‘Tarık Abi’yle bir resmimizi çek, hatıra olur’ dedi. Bir güzel fotoğraf çektirdik. Sonra yumuşak başlı bir polis gelip doktor çağırdı. Kot pantolonlu bir kız geldi. Polis, çocukları gösterip, ‘Yürüt onları’ dedi. Kız, çocuklardan birini ayağa kaldırıp yere bastırmaya çalıştı. Dayanamadım, hücreye girdim. Dalmışım.”

Türkiye Cumhuriyeti tarihi de biraz da işkenceler tarihidir diyebiliriz. Cumhuriyetimizin ilerici yanlarını bir yana bırakırsak birçok aksayan yanı olduğu bir gerçekliktir. İşkence uygulamaları da bunun örneklerinden biridir. Sansaryan Han, Ziverbey Köşkü, 12 Eylül'ün İşkence Merkezi Derin Araştırmalar Laboratuvarı (DAL) ve Diyarbakır zindanları hala hafızalardadır.

İŞKENCE ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERLE ve ANAYASA İLE YASAKLANMIŞTIR!

Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Sözleşmesi BM Genel Kurulunun 1984 yılında aldığı 39/46 sayılı kararla kabul edilmiştir. Sözleşmenin 1. Maddesinde işkence “kişiye uygulanan fiziki ve manevi ağır acı veya ızdırap veren fiil olarak tanımlanmıştır. Sözleşme işkenceyi kesin olarak yasaklamıştır. Sözleşmenin ikinci maddesine göre “… hiçbir istisnai durum, savaş hali ve tehdidi, iç siyasi istikrarsızlık veya başka her hangi bir olağan üstü hal, işkence uygulaması için gerekçe gösterilemez.” denilmektedir.

Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 3. Maddesi “Hiç kimseye işkence yapılamaz, insanlık dışı ya da küçültücü ceza veya muamele uygulanamaz” demektedir. Sözleşmenin olağan üstü durumlarda yükümlülük azaltmayı içeren 15. Maddesi şöyle demektedir:
1.Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşen Taraf, ancak durumun gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek şartıyla bu Sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir.
2. Yukarıdaki hükme dayanılarak, üçüncü ve dördüncü maddeler (fıkra-1) ve yedinci madde ile meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm olayları dışında ikinci madde hiçbir suretle ihlal edilemez.
AİHS’nin uygulanmasıyla ilgili adli bir koruma mekanizması olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 3. Maddenin asla askıya alınamayacağını verdiği pek çok kararda defalarca tekrar etmiştir.

Uluslararası sözleşmelerin yanı sıra halen yürürlükte bulunan 1982 Anayasasının 17. Maddesi işkenceyi yasaklamıştır. 17.Maddeye göre: “…Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.” denilmektedir.

Görüldüğü gerek uluslararası sözleşmelerle gerekse Anayasa ile işkence yasaklanmıştır.

ÜLKEDE YAŞANAN SON DURUM

Uluslararası Af Örgütü 26 Temmuz 2016 tarihinde yayınladığı bildiri de 15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrası göz altına alınanlara ve tutuklananlara işkence yapıldığını şu cümlelerle açıklamıştır:

“Ülkedeki resmi ve gayri resmi merkezlerde gözaltında tutulan kişilerin, tecavüz de dahil olmak üzere işkence ve dayağa maruz bırakıldığını gösteren güvenilir kanıtlar toplamıştır.”

Uluslararası Af Örgütü’nün Avrupa Direktörü John Dalhuisen açıklamanın devamında  “Türkiye şu anda halkının güvenliğinden haklı olarak endişe duymaktadır ancak hiçbir durum işkence, diğer kötü muamele veya keyfi gözaltını mazur gösteremez. Şu anda Türkiye’de bir korku ve şok iklimi yaşanmaktadır. Hükümet ülkeyi haklar ve hukuka saygı yoluna yönetmeli, öç ve intikam almaya girişmemelidir.” demiştir.

Bu açıklamaların dışında çok sayıda eski yüksek yargıcın avukatlığını yapan Av. Hüseyin Aygün FETÖ'dan tutuklu savcı Seyfettin Yiğit’in Bursa hapishanesinde ölü bulunması üzerine attığı twitlerle müvekkillerinin hücreye alınmasından bahsetmiş ve “Hapishane zaten bir ızdırap ve acı yeridir. 'Hapishane içinde hapishane' sadece tecrit demektir, tecrit ise dünyada her yerde işkencedir..” yazarak birebir yasadıklarını kamuoyunu ile paylaşmıştır.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere ülke hızla hukuk kuralları dışına çıkarak yönetilmektedir. Hukuk kuralları herkese lazım, bugün güce sahip olanlar yarın gücü ellerinden kaybettiklerinde aynı muamelelere maruz kalabilirler. O yüzden hukuksuz uygulamalara biran önce son verilmelidir. Ülke öç ve intikam duyguları ile değil biran önce hukuk kuralları çerçevesinde yönetilmelidir.

Mahmut Aslan-22.09.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ