27 Kasım 2016 Pazar

Komutanım FİDEL

Herkes popüler ikon yapılmaya çalışılan CHE'yi severken ( Gerçekte CHE büyük bir devrimcidir.)Karizmatik fotolarından dolayı.Ben hep Fidel asıl komutan diye diretirdim ve Fidel'e büyük sevgi duyardım.Hatta bir erkek çocuğum olursa Fidel Castro koyacağını söylerdim.Binlerce kilometre uzaktan ona bu kadar sevgi ile bağlıydım yani.
Fİdel sadece benim için değil; eğitimden, sağlıktan, barınmadan ve bağımsızlıktan uzak bir çok halktan insan için de bu kadar çok sevilen insandır.Çünkü o emperyalizmin kuklası ve yoksullarla dolu bir ülkeyi bugün dünyada en iyi sağlık hizmetini veren, herkesin parasız eğitim aldığı ve ablukadan kaynaklı yoksul olsada başı dik ülke haline getirdi.
Fidel öyle yoksul bir aileden değil hani, zengin bir ailede yetişmesine, iyi eğitim almasına rağmen(hukuk doktorudur)bütün burjuva değerlerini bir tarafa bırakıp, ölümü göze alarak o yoksul halk için direnişe geçmiş kişidir.
Tam bir vatanseverdir Fidel."Ya Vatan Ya Ölüm"sözünü çok defa söylemiştir.Bu cümle bize çok uzak değil.Çünkü bizim kurucu devrimcimiz de "Ya İstiklal Ya Ölümk demistir. Bugünün küreselleşen dünyasında vatanseverlik tu kaka bir kavramdır.Büyük büyük devrimcilerimiz! yıllarca bu öğrenilmiş ezberi sattılar bu ülkede.
Fidel'in o küçük ülkesi enternasyonalistir de ayni zamanda bütün Latin Amerika halkları ile dayanışmıştır.Sadece Latinlere değil Kara Afrikadaki mazlumlarla da dayanışmıștır Fidel'in Küba'sı.Chavez'le dostluğu üstünden sosyalizme doğru giden Bolivarcı Venezüella birazda Fidel'in ürünüdür.
Komutanım,düşünce dünyamın yol göstericisi büyük insan.Güle güle.Yaptıklarınla ve düşüncelerinle bizimle yaşamaya devam edeceksin.Ne demiş bizim Yunus: Ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil...
26.11.2016

20 Kasım 2016 Pazar

Diktatörlüğe Geçit Yok!

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın bir grup toplantısında söyleyip indiği bir cümle… “SENİ BAŞKAN YAPTIRMAYACAĞIZ!
Bu sloganla HDP baraj aştı…
Kısa ve net anlatılmıştı her şey çünkü. Ülkenin başına bela olan, başkanlık meraklısına bir cümle ile kafa tutulmuştu. Bu kafa tutuş ise ülkenin batısından oy alamayan HDP’ye, Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden ciddi bir oy getirmişti.
Bu sözün üzerinden insan ömrü için çok kısa bir zaman geçti belki ama çok şeyler sığdırılan bir zaman dilimi geçti. Bugün HDP Eş Genel Başkanları dâhil birçok milletvekili ve belediye başkanı tutuklandı ve bu satırları yazdığım saatlerde iki Belediye’ye daha operasyon yapıldı.
Felsefenin temelinde sorular vardır. Çünkü, soru sorulmadan doğru cevaplara ulaşılamaz ve düşünce geliştirilemez. İlk filozof Thales dünyanın ilk maddesi nedir? diye sormuş ilk önce, sonra maddenin ilk öğesi (arkhe) olarak suyu ileri sürmüştür. O soruyu sorup cevap aramaya başladığı gün felsefe başlamıştır. Felsefe ile de dünyanın ileriye dönük tekerleği hızla dönmeye başlamıştır.
Gelin biz de doğru sorular sorarak, doğru cevaplar bulmaya çalışalım beraber. Ülkemizin geleceği için doğru sorulara ve cevaplara çok ihtiyacımız var.
HDP operasyonlarının arkasında ne var? Düne kadar yaşanan Kürt politikasındaki yumuşa ve çözüm süreci ne oldu da bozuldu? Bugün yaşadıklarımıza nasıl gelindi?
Hep beraber hafızamızı tazeleyelim. Çözüm süreci döneminde Tayyip Erdoğan’ın, HDP ile anlaştığı başkanlığa karşılık Kürt bölgelerinde özerkliğe hatta federasyona izin verileceği söyleniyordu. Tabii başkanlık sisteminin dünyadaki örneklerine baktığımızda federasyonsuz bir başkanlık olmadığı görülmektedir. Ama hiçbir şey söylendiği gibi olmadı. HDP, başkanlığa evet demeyeceğini açık bir şekilde dile getirdi. Barajı aştı ve AKP, tek başına iktidar olamadı. Tabii bu sonuçtan sonra bir de Suriye’de yaşanan dış politika başarısızlığı ile AKP ve lideri Tayyip Erdoğan politika değişikliğine gitmek zorunda kaldı.
AKP’nin politika değişikliği, Kürt politikasına karşı sertleşerek kendi oyları dışında batıdaki milliyetçi oyları almak ve MHP’yi baraj altı bırakmaya çalışmak oldu. Tabii bu politikaya HDP’li belediye başkanlarının bölgede yaptığı özerklik açıklamaları da destek oldu.
Bu süreci ana muhalefet partisi CHP ise izlemekten başka bir şey yapmamıştır. 7 Haziran seçimlerinde öne sürdüğü seçim vaatlerini değiştirmeden sadece ekonomik vaatler üzerinden 1 Kasım seçimlerine katılmış ve bu seçimde de başarısız bir sonuç almıştır. İnsanların öldüğü bir ortamda ekonomik vaatler işe yaramaz çünkü.
AKP’NİN BAŞKANLIK OYUNU

Geçtiğimiz haftalarda bir anda MHP Genel Başkanı Bahçeli, partisinin grup toplantısında bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü? minvalinde bir açıklama yaparak ülke gündeminden kalmış olan başkanlığı yeniden gündeme getirdi.
Bu açıklamadan sonra hızlı bir görüşme trafiği başladı. Bahçeli ilk olarak Saray’a gitti sonra görüntüdeki Başbakan Binali Yıldırım ile görüştü.
Başbakan Binali Yıldırım ile Çankaya Köşkü’nde geçen hafta ikinci kez görüşen MHP lideri Devlet Bahçeli Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Başbakanın anayasayla ilgili düşüncesi makul. Olumlu geçen görüşme güzel gelişmelere vesile olacak” diye yazmıştı.
Bahçeli’nin yaklaşımını değerlendiren Yıldırım ise şöyle konuşmuştu: “MHP’yle beraber anayasa değişikliğini yapacağız ve başkanlık sistemini hayata geçireceğiz.”
Bu görüşmeler sonrasında AKP tarafından bir anayasa değişikliği teklifi hazırlanarak MHP’ye sunuldu.
Sunulan teklifte kulis haberlerine göre şunlar var:
Türkiye Cumhuriyeti’nin başı, Türkiye Cumhurbaşkanıdır.
* Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’nun başı Türkiye Cumhurbaşkanıdır.
* Bakanlar Kurulu’na Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı başkanlık eder.
* Cumhurbaşkanı ve milletvekilleri seçimleri 5 yılda bir yapılır.
* Bakanlar Kurulu’nu Cumhurbaşkanı atar.
* Bakanlar Kurulu’nun 3/4’ünü Cumhurbaşkanı dışarıdan, geri kalanını ise seçilmiş milletvekilleri arasından atar.”
Her ne kadar sunulan teklifte güçlü Cumhurbaşkanlığı geçse de sunulan teklif bal gibi de başkanlıktır.
RTE, geçmişte HDP ile yapamadığını bugün MHP ile anlaşarak yapmaktadır. MHP, Kürt politikasında sertliğe ve HDP’nin siyaseten yok edilmesine karşılık adı Cumhurbaşkanlığı olsa da başkanlığa evet demektedir.
Bahçeli, bu hamlesi ile belki Cumhur-başkanı yardımcısı olabilir ama ülke tarihine kara harflerle geçeceği kesindir. Kendi partililerinin bile istemediği bir Genel Başkanın ülkede demokrasinin önü tıkandı sözü ile bu teklife onay verecek olması ise komiklikten başka bir şey değildir.
Ülkede bunlar yaşanırken tarihsel sorumluluğu olan ülkenin ana muhalefeti CHP’nin yönetimi salı günü grup toplantısında konuşmaktan ve politikasızlıktan başka bir şey üretememektedir. Bu gidişe dur demek için televizyonlarda yer bulmadığınıza göre ev ev gezmekten, büyük mitingler, salon toplantıları yapmaktan ve başkanlığa karşı çıkmaktan başka çareniz yok. Hadi ne duruyorsunuz ülke sizden hizmet bekliyor. Bu sorumluluğu yapamayacaksanız oturduğunuz rahat koltukları terk edin de yapacaklar, yapmaya niyetliler gelsin. Yoksa iş işten geçecek.
Sloganımızsa net. Diktatörlüğe geçit yok!
Buradan bütün partilerin içindeki parlamenter sistemden yana olanlara sesleniyorum:
Hey, hop ülkede rejim değişiyor farkında mısınız?

17 Kasım 2016 Perşembe

Selahattin Demirtaş’a Mektup

Sayın Selahattin Demirtaş
HDP Genel Başkanı
Size bu mektubu ülkeme ve demokrasiye olan sorumluluk duygumla yazıyorum. Sadece Kürt Hareketindeki insanların değil ülkede gerçek demokrasiyi savunan insanların sizin tutuklanmanıza sessiz de olsa isyan ettiğini biliyorum.
Ben Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde size oy vermiş bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım. Sizin düşüncelerinizle birçok noktada uzlaşamadığımı söyleyebilirim. Sizin pencerenizden bakılırsa ben “ulusalcı” olarak nitelendirilebilirim. Ama kendimi, Atatürk’ün yaptıklarını çok önemli bulan ve onun yaptıklarına nankörce karşı çıkmayan demokratik sosyalist biri olarak tanımlıyorum. Ülkenin bütünlüğünden, ne kadar kaldıysa laik, demokratik yapısından yanayım.
Evet, demokrasi konusunda çok eksikliklerimiz var. Sizin ve partinize mensup diğer siyasetçilerin tutuklanması da bunun en büyüklerinden biri. Voltaire‘nin herkes tarafından bilinen ünlü sözündeki gibi “Düşüncelerine katılmıyorum ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim.” Çünkü bu destek demokratik siyasete olan inancımızdır. Ustamız Uğur Mumcu’nun bir televizyon programında söylediği şu sözler de sizin siyaset yapmanızı desteklememiz için yeterlidir: “Ben işkencenin, düşünce suçunun olmadığı, herkesin silahsız saldırısız eşitçe ve özgürce tartıştığı, dinci partinin ve Marksist partinin kurulduğu bir düzen istiyorum. Ancak o zaman televizyonda bütün düşünceler açıklanır o zaman Atatürk maskesi takmış Abdülhamitçilerle de hesaplaşabiliriz.”
Sizlerin siyaset yapmanız silahlı terörün azalmasını hatta zamanla yok olmasını sağlayabilir. Geçmişte, “dağda olacaklarına düz ovada siyaset yapsınlar” deniyordu ya tam da budur söylediğim…
Sayın Demirtaş,
Biraz da politikalarınızı eleştirmek istiyorum. Tabii çok uzun yazacak değilim sadece genel hatlarıyla birkaç konuya değineceğim.
İlk olarak 2010 yılında yaşanan referandumda aldığınız “boykot” kararı ile evet çıkmasında büyük bir katkınız oldu. Bu sayede az buçuk kalan yargı bağımsızlığı tamamen ortadan kaldırıldı ve toplumsal kutuplaşma günden güne arttı.
İkinci olarak; 2013 yılında toplumda yaşanan büyük baskı sonucunda patlak veren “Gezi direnişine” karşı sergilediğiniz tutum. Bu kolay unutulacak bir şey değil. Gezi direnişini “halk hareketi” değil de “darbe girişimi olduğunu” andıracak söyleminiz mesela. Ülke diktatörlüğe giderken siz AKP ile nasıl anlaşırız, bunun arayışındaydınız. Milliyetçi söylemleriniz baskın geldiğinden sadece Kürtlerin çoğunlukta yaşadıkları bölgelerde çıkar elde etme derdindeydiniz. Şunu görmezden geliyordunuz: Diktatörler istedikleri güce ulaştıkları zaman ilk aşamada müttefiklik yaptıklarını yok eder, tek güç olarak kalırlar. Siz ve liberallerin şu an yaşadığı tam olarak da budur.
Toplumsal dincileşmenin suyuna gitmek için gerici 4+4+4 yasasına evet oyu verdiniz. “Demokratik İslam Kongresi”ni topladınız. Kongrede dini kararlar alıp açıkladınız. Şu an İMC’nin sitesinden okuyorum örneğin. Aldığınız kararların her bir yanı hadis ve ayetlerle süslü. Bir de günümüzün siyasal terimleri ile 1400 yıl önce Arap coğrafyasında yaşananların açıklaması komikliğine düşülmüş.
Keza Zaman gazetesine verdiğiniz söyleşi. Şunları söylemiştiniz: “’Dindar bir ailede büyüdüm’, ‘Kız kardeşimin başı örtülü’, ‘Said-i Nursi çok etkileyici’, ‘Said-i Nursi’nin mücadelesini örnek alıyoruz’, ‘Kaç defa dedim bana dinsiz demeyin’, ‘Medine Sözleşmesi HDP beyannamesidir’, ‘Biz Medine Sözleşmesi’ni HDP beyannamesi ile güncelledik’, ‘Selahattin Eyyubi talan yapmadı’.” Bu konuda size en sert eleştiriyi Hüseyin Aygün yöneltti. Eleştirileri milyonlarca insan tarafından okundu. Eminim ki, siz de okudunuz. Yazılanlara keşke o zaman cevap verseydiniz ve yaptığınız yanlışlardan dönebilseydiniz.
Üçüncü olarak 7 Haziran seçimlerinden sonraki partinizin tutumu… Halkın size göstermiş olduğu ilgiden ve verilen oylardan güç alarak hendek siyasetine giren PKK’ye karşı dik duramadınız. Yüzbinlerce insanın göçmesine, birçok insan hakkı ihlaline yol açan ve yüzlerce insanın öldürülmesine sebep olan bu siyasete karşı çıksaydınız, bugün belki de bambaşka şeyler yaşıyor olurduk. Çünkü orada yaşananlardan dolayı RTE ve yancıları milliyetçi cephe oluşturdular.
Son olarak da “Biji Obama” sloganları, AB ve Amerikan emperyalistleri ile kurduğunuz ilişkilere değinebiliriz ama bu konu çok uzun bir yazının konusu. Bu konuda yalnızca İsmet İnönü’nün sözüyle bir eleştiri getireyim: “Büyük devletlerle ilişki kurmak, ayı ile yatağa girmeye benzer.” Kendi çıkarları doğrultusunda anında satarlar sizi yani.
Bu konuları keşke yüz yüze konuşup tartışma imkânımız olabilseydi. Umarım özgürlüğe kavuştuğunuz gün karşılıklı tartışabiliriz. Çünkü yıllardır çevreme söylediğim bir şey var: Ülkenin kurtuluşu, Cumhuriyetçi/Kemalistlerle Kürtlerin yeniden bir araya gelip mücadele etmesinden geçiyor. Başka da çıkış yolumuz yok.
Saygılar…

ARTIK BİR ARAYA GELİP ÇÖZÜM YOLU BULMALIYIZ

Geçen hafta yazı yazmak içimden gelmedi.
Bu hafta da öyle ama yaşananlara karşı durmak da en insani ve devrimci görevim.
Çok hızlı geçen ve tarihe kara harflerle yazılacak günlerden geçiyoruz. Gelin haftaya hızlıca bir bakalım, memleketin manzar-i umumisini çıkaralım beraber.
Bu haftaya Cumhuriyet Gazetesi baskınları ile uyandık.
Ondan önce bir iki kanun üstünde (hükmünde ama artık üstünde) kararname yayınlandı. Bu kararname ile on binlerce insan yineişinden edildi. İşten atılan kamu emekçisi sayısı nerdeyse 12 Eylül askeri darbesinin dört katına yaklaştı. Rektörlük seçimleri çok saçma bir gerekçe ile kaldırılarak sürekli kandırılan tek adama bırakıldı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ayağından vuruldu.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı tutuklandı.
Cumhuriyet Bayramı kutlamaları yapılmasın diye memleketin başkenti belediye kamyonlarıyla işgal edildi.
Yine birçok şehit verildi ama haberlerde kısaca değinilip geçildi. Ülke bu ölüm haberlerine alıştırıldı.
Şortla otobüse bindi diye bir kadına tekme atan yaratık birkaç kez serbest bırakıldı.(Bu arada yargıya güvende bu gibi nedenlerle sıfırın altına inmiş durumda.)
Bunlar kısaca aklıma gelenler. Biliyorum sizler de yaşananlara birçok şey ekleyebilirsiniz.
Yukarıda kısaca yazılanlara bakarak bile 15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrasında ülkenin hızla uçuruma doğru sürüklendiğini görebiliriz.
Ülke uçuruma sürüklenirken biz neler yapıyoruz diye düşünüp şapkamızı önümüze koyma zamanımız gelip de geçiyor.
Evet, hepimiz ülkenin ve çocuklarımızın geleceği için umutsuzluğa kapılıyoruz.
Bize umut olacak örgütlerimiz tam bir örgütsüzlük içindeler. Sendikalarımızın, partilerimizin, odalarımızın durumu hepimizin gözleri önünde…
Artık haftada bir gün muhalefet partisi liderlerinin basın toplantısı kıvamındaki grup toplantılarından da iyice sıkıldık. Lafla peynir ekmek gemisinin yürümediğinin de farkındayız.
Bertolt Brecht’in çok ünlü bir sözü geldi aklıma “Faşizme karşı birleşmeyenler, faşizmin zindanlarında birleşirler”. Kürt- Türk, Alevi-Sünni demeden bir araya gelip bir çözüm yolu bulmak için zamanımız hızla azalıyor.
Ben Namık Kemal’in şu dizelerini yazdığı karanlık günlere benzer günlerdeyiz diye düşünüyorum: “Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini/Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini…”
Ama Namık Kemal’in dizelerini değiştirerek şu sözü söyleyen: “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini/Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.” Mustafa Kemal’in çıktığı bu topraklarda yine bu köklerden gelenlerin bu gidişe dur diyeceği günleri de umutla bekliyorum.

İSTİKLAL SAVAŞI VE LOZAN


Lozan tartışmaların zafer mi hezimet mi tartışmalarının devam ettiği günümüzde, bir yazı kaleme almak için kaynak taramasına giriştim. Bu süreçte birkaç kitap alıp okuma ve inceleme fırsatı buldum. Bunların içinde en kısası ve beni en çok etkileyeni şimdi tanıtımını yapacağımız İstiklal Savaşı ve Lozan oldu.

Kitap Cumhuriyetin 50. yıl dönümü nedeniyle İsmet İnönü’nün 23 Ekim 1973 tarihinde Türk Tarih Kurumun ’da verdiği konferansın metninden oluşmaktadır. Atatürk Araştırma Merkezi bu kitabı bir simit parası ile ücretlendirmiştir. Geçen sayılardaki kitap tanıtımında da söylediğim gibi kitapların ucuzluğu pahalılığı değil, içeriği önemlidir. Bu kitapta içerik açısından çok ama çok önemlidir.

Konuşmanın başlangıcında 1. Dünya Savaşında ordunun durumu ve Almanların bizi nasıl savaşa soktuğu, tarih derslerinde öğrendiğimizden farklı olarak içinden bir subayın bakış açısıyla çok gerçekçi bir şekilde anlatılmaktadır.

İsmet Paşa’nın kitabın ilk sayfasında söylediği gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Cumhuriyet’in kuruması İstiklal Savaşı’nın ürünüdür, Birinci Cihan Savaşı’nın değil diyerek çok gerçekçi bir tarih bakış açısını yansıtmaktadır. Günümüzdeki tartışmalara da açıklık getiren bir başlangıç sözüdür bu. Çünkü Birinci Cihan Savaşı’nın sonucu Serv’dir.

Kitapta Kuvayi Milliye’den düzenli orduya nasıl geçildiğini yine ilk ağızdan öğreniyorsunuz. Benim en dikkatimi çeken anlatılardan biri bir miralayın yani gümünüzün Albay seviyesinde birinin neden ülkenin ilk Genel Kurmay Başkanı olmasını İsmet Paşa şöyle anlatıyor: ”İlk günden itibaren Atatürk davasına inanmış olup kendisi ile işbirliği yapan kumandanların her biri kendi kumanda ettikleri kıtanın başında bulunmakla, hem şahışları, hem hizmetleri bakımından daha verimli, daha emniyetli durumdaydılar. Herkes kumandasını, emniyetini bırakıpta nazari olarak, elinde hiçbir vasıtası olmayan ricacı bir adamın vaziyetine girmeyi istemez. Onun verdiği kolaylıkla Miralay İsmet Bey’in Genel Kurmay Başkanı olmasını tabi buldular.”(s.18)

Devamında İç İsyanlara ve İnönü Zaferlerine değinilen kitapta zafere giden çileli yolu görüyorsunuz. Savaş sırasında ordularımızdan daha güçlü olan Yunan ordusunu taktiksel nasıl yendiğimizi de öğreniyorsunuz. Örneğin Yunan ordusundan farklı olarak bu savaşta ağır topları daha düzenli kullanmamız ve dava sahibi olmanın enerjisi olarak yorumluyor İsmet Paşa.

İstiklal Harbi kazanıldığında ünlü İngiliz devlet adamı Churchill’in zaferimizle ilgili şu sözünü de yine ilk olarak kitabın içinde okuma fırsatı buldum: “Suratımıza hacalet (utanç) şamarı yedik!”

Kitapta Lozan kısmına çok az değiniliyor sonuçta kısa bir anlatının ürünü bir kitap. Ama çok az değinilen bölümde bile şunu anlıyorsunuz emperyalistlere güvenilerek bir işe girişilmez. Bu konuda Venizelos ve Lord Curzon arasındaki bu konuya iyi bir örnek. Venizelos Lozan konferansı öncesinde Lord Curzon’a giderek şöyle diyor: “Biz müttefiktik, kaybettim ben bu harbi.Bir ittifak heyetinde azadan birinin muharebe kaybetmesi var mıdır? İttifak heyetinde müttefiklerin hepsi kazanır veya kaybeder.Ben felakete uğramışım siz beni bu felakette yalnız bırakıyorsunuz, olmaz bu! Serv Muahedesini isterim.

Lord Curzon: Canım, sen tecrübeli devlet adamısın, nasıl söylüyorsun bunu? Nasıl yapacağız biz bunu?”

Venizelos: Ben isteyeceğim bunu konferanstan ve size alenen reddettireceğim. Dünyaya göstereceğim ki, İngilizlerle ittifakın neticesi budur!” (s.30)

Lozan Konferansında en çetin görüşmeler kapitülasyonlar üzerine oluyor ve Türk Heyetinin büyük direnci ve diplomatik başarısı ile kapitülasyonlar kaldırılıyor. Bunun üzerine hepimizin artık kulak aşinası olduğumuz Curzon’la İsmet Paşa arasında geçen ünlü diyalog yaşanılıyor. “Lozan’da kaybettiklerimizi, siz para istediğinizde cebimden çıkaracağım” diyor Lord Curzon. Sonrasında İngilizler çıkarmasa da dünya siyasetinde onun yerine geçen Amerikalar her borçlanmada cebindekileri çıkardılar ve cumhuriyetimiz kuruluşundan çok uzaklaşarak bugünlere geldi.

Kitabın son sözü ile yazımızı bitirelim. “Sağlam bir Cumhuriyet kurulmuştur ve vatandaşlarımız bunu şerefle muhafaza edecektir.”

Mahmut Aslan-21.10.2016


“İstiklal Savaşı ve Lozan” – İsmet İnönü- Atatürk Araştırmaları Merkezi-2014

Uğur Mumcu ve Sosyalizm