6 Ocak 2017 Cuma

ATATÜRK HEYKELLERİNİN KALDIRILMASI VE ÖRGÜTLÜ CEHALET

Geçen hafta Rusya Federasyonu Türkiye Büyükelçisi Karlov’un bir polisin suikastı sonucu öldürülmesi ve bunun olası etkileri ile ilgili bir yazı yazacaktım. Ama Rize’de yaşanan bir olay sonrası yazımın konusunu değiştirmek zorunda kaldım. Aslında suikastın arkasında da bu yaşanan olay yatmaktadır.
Rize Belediyesi, geçen yıllarda da Mustafa Kemal Atatürk’ün kent meydanında bulunan heykelini kaldırmak istemişti. Ancak kamuoyundan gelen yoğun tepkiler sonucunda bu girişimden vazgeçmek zorunda kalmıştı. Geçtiğimiz günlerde ise 15 Temmuz darbe girişiminde hayatını kaybedenler anısına heykel yapacağını bahane ederek kent meydanındaki Atatürk heykelini kaldırdılar.
Bu satırları kaldırılan heykelin yerine çıkıp zafer kazanmış edası ile poz veren “işçiyi” gördüğümde yazmaya başladım.
Her yere Atatürk heykeli, fotoğrafı konulmasına en çok karşı çıkanlardandım. Çünkü “Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır.” diyen bir adamın heykelleri, resimleri ve rozetleri değildir önemli olan. Önemli olan O’nun görüşleridir. Zaten ülkede bu tür uygulamaların başlaması da 12 Eylül darbesi sonucundadır. Atatürk’e en büyük zarar da bu dönemle verilmiştir. Nadir Nadi bu tip Atatürkçüleri gördüğünde “Ben Atatürkçü değilim…”diye haykırmış ve bunun kitabını bile yazmıştı. Ama günümüzde yaşadığımız süreçte Atatürk heykelleri ile kaldırılmak istenen esasen Atatürk’le sembolleşen cumhuriyet, laiklik, çağdaşlaşma ve tam bağımsızlıktır.
Yani olay Atatürk’ün kurduğu partiden milletvekili olan Mehmet Bekaroğlu’nun şu açıklamasındaki kadar basit değildir: “Atatürk heykelinin yeni kaidesine konulmasında sakınca yoktur. Bir bardak suda kıyamet kopartılacak bir durum yoktur.”
Burada bir parantez açmamız lazım. Mehmet Bekaroğlu’nun zihniyeti bellidir. Bu zihniyetteki birinin Atatürk’ün partisinde ne işi vardır? Ayrıca Atatürk’ün partisi olduğunu her fırsatta söyleyen CHP yetkilileri ve örgütleri heykelin kaldırılmasına neden bu kadar sessiz kalmıştır? Kapa parantez…

SUİKASTLER BUGÜNÜ GETİRDİ
Atatürk Heykeli’ni yıkıp zafer pozu verenler ülkeyi bugünkü içinden çıkılmaz duruma getiren örgütlü cehaletin görünürdeki yüzleridir. Örgütlü cehaletin ülke yönetimini ele alması o kadar kısa sürede ve tek başına olmadı. 1947’den günümüze dek emperyalistler ve karşı devrimci yerli işbirlikçileri çalışmış ve yalan yanlış bilgileri ile halkı kendilerine inandırmışlardır.
1947 ülkemiz için önemli bir tarihtir. Keza Truman Doktrini ve Marshall Yardımı ile ülkenin bağımsızlığından tavizler verilmeye başlanmıştır. Sonrasında ise ülkenin ilerici birikimleri tek tek yok edilmeye başlanmıştır. Toprak reformundan bu dönemde vazgeçilmiş, Köy Enstitüleri bu dönemde kapatılmış. Laiklik ve devletçilik ilkelerinden de önemli tavizler bu dönemde verilmeye başlanmıştır. Sonrasında ise NATO’ya girilmesi ile ülke Amerika’nın Sovyetler’e karşı ileri karakolu olmuştur.
Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile dünya tek kutuplu hale gelmiş bu duruma da emperyalist Amerika’nın ideologları “Yeni Dünya Düzeni “ adını takmışlardı. Bu ideologlardan biri olan Huntington, 1996’da ‘Medeniyetler Çatışması’ kitabını yayınlayarak Türkiye’nin Atatürk’ü ve görüşlerini bırakarak, İslam coğrafyasının merkez gücü olması gerektiğini söylüyordu.
1990’lı yıllarda yaşanan suikastlar sonucu Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı bilinçli olarak seçilmiş ve katledilmiştir. Bu isimlerin ortak özelliği ise hepsinin Atatürkçü Düşünce sisteminin ideolojisini iyi bilmeleri onun hakkında yazmaları ve halkı bu konuda bilinçlendirmeleridir.
Yukarıda ismi geçen aydınların “yok edilmesi” sonrasında ülke günden güne ılımlı islamik bir yapıya dönüşmüş ve hatta giderek islamo faşist bir yapı ile yönetilmeye başlamıştır. Yönetimde bulunan güç yukarıda kısaca yazdığımız Huntington’un tezini benimsemiş ve İslam ülkelerinin merkez ülkesi olmaya çalışmıştır. Ama Suriye’de yaşanan olaylar sonrasında Yeni Dünya Düzeni denilen tek kutuplu sistemin çökmeye başlaması ile bu hedefleri suya düşmüştür.
Atatürk’ün cumhuriyetçi, laiklik ve bağımsız devlet ilkesinden uzaklaşanlar. Gitgide eğitimi dinselleştirmiş, ülkeyi tarikat ve cemaat örgütlenmeleri eline bırakmıştır. Bunun sonucunda da yetişen neslin bir parçası olan bir genç, Sünni İslam anlayışı adına Rusya Büyükelçisi’ni katletmiştir.
Ülkede laikliği, demokrasiyi, çağdaşlaşmayı ve emeğin hakkını savunacak aydınlarımız az da olsa bulunmaktadır. Karanlık gidişe son verecek de bunların örgütlü bir mücadelede birleşmesinden geçmektedir.
Örgütlü mücadele sorunumuzu çözdüğümüzde örgütlü cehalet kaybedecek, Mustafa Kemaller kazanacaktır…
30 Aralık 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CELAL ŞENGÖR’ÜN CEHALETİ